22 Ocak 2021

Kendimiz olmak konusu

Kişisel gelişim kitaplarının (bile) aslında hayatın dönüm noktalarında içimizin derinliklerinden (bilinçdışından) gelen karara ayak uydurmamızı salık veren Freud'dan beslendikleri söylenebilir

Geçenlerde birkaç saatliğine bir yerde bulunmam gerekiyordu. Bir şeyler okuyup oyalanayım diye etrafa bakındım. Masada duran Coelho'nun Simyacı[1] kitabı gözüme çarptı. Kitabın üzerinde 142. baskı diye yazıyordu. Simyacı'yı hayli eskide, herhalde yirmi beş yıl kadar önce okumuştum. Kolay okunan, iyi kötü bir hikâye anlatan, meseller içeren bir kısa romandı. Piyasaya çıkışı da olay olmuş, dünyanın her yerinde çok okunarak yazarına kalıcı bir ün sağlamıştı[2]. O zamanlar kitabı pek beğenmemiştim, ama biliyordum ki başarılı kitapların kendilerine özgü sırları olur. Sanki herkesin yazabileceği basitlikte gibidirler ama onları yazarlarından başkası da yazamaz. Aslında edebiyat konusunda müşkülpesent biri sayılmam, iyi edebiyatı baş tacı etsem de, derli toplu herhangi bir edebi eseri fazla yüksünmeden okuyabilirim. Mesele belki de Simyacı'nın olağanüstü başarısının ister istemez insanın beğeni çıtasını biraz yükseltmesine yol açmasıydı.

İki okuma arasında geçen uzun zaman diliminde benimle ilgili birbirine zıt yönde etki edebilecek iki önemli değişiklik olmuştu: Sonsuz olmadığını daha fazla idrak ettiğim için vaktimi boşa harcamak istemiyordum. Öte yandan eğer zaman içimde biraz ilerleyebilmiş ve beni olgunlaştırmışsa keskin değerlendirmelerden ve heyecanlı eleştirilerden uzaklaşmış olmam beklenirdi.

Böylece, Simyacı'ya tekrar bir bakayım dedim. Belki evvelde görmediğim, hissetmediğim bir güzellik bulurum, daha iyi anlarım. Basitliği içinde eseri sevmenin bir yolunu keşfederim. Böylelikle kitabı okumaya başladım. Ama otuz kırk sayfa sonra sıkılmaya başladım. Nasıl oldu da bu kitap Türkiyeli okurun bu denli ilgisini çekti acaba diye düşündüm. Yıllardır biteviye yeni baskıları yapılıyor, yüz kırk ikinci baskı ne demek! Kitabın amentüsü kişinin isteğinin peşinden gitmesi durumunda evrenin onun yolunu açacağı fikriydi. Kişisel menkıbenin yolunu izlemenin önemini vurguluyor ve sonunda da bilindik bir tema olan "aradığımızın aslında yanı başımızda olduğu" gerçeğine varıyordu. Bunu hayli basit, biraz masalsı bir dille anlatmaktaydı. Birçok yerde İncil'e göndermeler yaparak fikri neredeyse İsevi bir şekilde işliyordu. Neyse uzatmayayım, kitabı ilk okuyuşumda olduğu gibi sürükleyici, hoşa giden bir sadelikle yazılmış, okunabilir bir kitap olarak buldum, ama daha fazlası yoktu. Nasıl diyeyim, talakatla yazılmıştı ama selikası fazla ruhaniydi ve edebi belagati eksikti.

Yukarıdaki satırları iki yıl kadar önce yazmıştım. Şimdi piyasada Simyacı'nın 154. baskısı var; kitap The New York Times'ın en çok satanlar listesinde 315 hafta kalmış, 80 farklı dile çevrilmiş ve yaşayan bir yazarın en çok dile çevrilen kitap rekoruna sahip olarak Guinness'te yer almış[3]. Türkiye'de de tekrarlanan bu ilginin nedeninin ne olabileceği yolundaki soruma bir cevap bulamamıştım. Simyacı'nın kendisinden sonraki kitap dünyasını doğrudan ne denli etkilediğini bilemem ama belirli bir türün öncüsü olduğu açık görünüyor. Kişisel gelişim peşinde koşma, kendini anlama ve kendisiyle karşılaşma, dünyayı ve insanlığı kavrar ve anlamlandırırken maneviyata önem verme gibi eğilimlerin güçlendiği bir dönemin el kitabı olarak düşünülebilir. Üstelik seçkin edebi eserler arasında değil de kişisel gelişim kitapları arasında değerlendirilirse o zaman bu alanın en iyi örneklerinden birisi olarak kabul edilebilir.

Kişisel gelişim gurusu olarak Freud

Geçenlerde Freud'un güzel bir lafına denk geldim. Freud'un yazılı eserleri arasında değil, öğrencilerinden Theodor Reik'ın bir kitabında anekdot olarak geçiyor. Hikâyesi şöyle:

Reik bir analiz seansında yirmi beş yaşlarında bir hastasını dinlemektedir. Seansın bir yerinde "Ben sizin yaşınızdayken bilge bir adam bana demişti ki…" diye başlayan bir şeyler söylememek için kendisini zor tuttuğunu fark eder. Analizdeki genç hastanın iki konuda karar vermesi gerekmektedir ve Reik'a danışmak ister. Falanca mesleği seçmeli midir ve falanca kızla evlenmeli midir? Genç adam psikolojide doktora derecesini yeni almıştır. Reik da psikoloji doktorasını onun yaşlarındayken yapmıştır ve tıpkı hastası gibi bu işe devam edip etmeme konusunda tereddütleri vardır. Karineyle anlaşıldığına göre belki bir gönül meselesinde de hastasına benzer durumdadır. Üçüncü Kulakla Dinlemek[4] adındaki kitabında devamını şöyle anlatır:

Bir akşam Ringstrasse'de günlük akşam yürüyüşünü yaparken üstada rastladım ve eve kadar ona eşlik ettim. Her zaman olduğu gibi dostça bana planlarım hakkında sorular sordu ve ben de ona hastamınkine benzeyen sorunlarımdan söz ettim. Tabii, Freud'un bana tavsiyelerde bulunmasını veya kuşkularımı gidermesini umuyordum.

"Sana yalnızca kendi kişisel tecrübemden söz edebilirim" dedi. "Eğer çok önemli olmayan bir konu hakkında karar vereceksem lehte ve aleyhte olan her şeyi değerlendirmeyi çok faydalı bulurum. Ancak, hayati konularda, mesela eş ya da meslek seçiminde, karar bilinçdışından, içimizden bir yerlerden gelmelidir. Bence, kişisel hayatımızın önemli kararlarında tabiatımızın derin içsel ihtiyaçları tarafından yönlendirilmeliyiz."

Bu satırları da yaklaşık bir yıl önce yazdıklarımın bir yerinde kullanmak üzere not etmişim. Bir vesileyle eski notları karıştırırken bunları ardı ardına okuyunca şaşırdım. Coelho'nun romanının ana fikriyle Freud'un söyledikleri aslında birbirine bir hayli benziyor. Ama Coelho'dan almaya gönülsüz olduğum şeyi Freud söyleyince birdenbire yelkenleri suya indirmişim.

Reik'ın yazdıklarını okurken ister istemez şöyle düşündüm: Freud'un sözleri için yegâne tanık Reik'ın kendisi. Acaba Freud tam olarak onun hatırladığı gibi mi konuşmuştur? Sonunda evet cevabını verdim. Mütereddit kalmamın nedeni bu sözlerin sonuçta biraz kişisel gelişim dilini andırmasıydı. Yani Freud kişiyi "kendisi olmaya" çağıran (arama motoruna kişisel gelişim kitapları yazdığımda karşıma çıkan bazı kitap isimleri: "Kendini Ertelemekten Vazgeç", "Kendine İyi Davran Güzel İnsan", "Yol Senin İçinde", "21 Günde Güç İçinizde", "Kendimi Yaşamak İstiyorum", "Kendin Ol Dünyayı Değiştir", Ben En Çok Kendim Olmayı Sevdim, Ya Sen") bütün o kişisel gelişim kitaplarından yüz yıl önce, ayaküstü bir sohbet sırasında onların söylediklerini veciz bir şekilde söyleyivermişti. Bu gözle bakınca kişisel gelişim kitaplarının (bile) aslında hayatın dönüm noktalarında içimizin derinliklerinden (bilinçdışından) gelen karara ayak uydurmamızı salık veren Freud'dan beslendikleri söylenebilir.

Peki, neden Freud söylediğinde değerli görünen bu sözler, kişisel gelişim kitaplarında söylendiğinde insanın içini bayıltan basmakalıp ve yüzeysel ifadeler gibi geliyor (bana)? Bununla ilgili birkaç şey söyleyeceğim, ama okuduğunuz yazının insicamını bozmamak için buradakinden biraz farklı bir üslubu olabilecek olan bu bölümü ayrı bir yazı olarak sunacağım.


[1] Coelho P (2018) [1988] Simyacı. 142. Baskı. Can Yayınları. İstanbul.

[2] Kitabın basılır basılmaz başarılı olmadığını, ilk baskının satmayıp piyasadan çekilmesine karşın pes etmeyen Coelho'nun kitabı yeniden basması için bir yayıncıyı ikna ederek kendi menkıbesinin peşinden koştuğunu anlatan şu röportaja bakabilirsiniz: https://www.huffpost.com/entry/the-alchemist-paulo-coelho-oprah_n_5762092

[3] Değişik kaynaklardaki sayılar biraz farklılık gösterebilir. Muhtemelen sayılar zamana bağlı olarak değişmekte.

[4] Reik T (1983) [1947] Listening with the Third Ear. Farrar, Straus and Giroux. New York.

Yazarın Diğer Yazıları

On altı

Seninle yan yana yürürken istesem de istemesem de çokluk senin hakkında, ikimiz hakkında düşünürüm. Türlü şeyler anlatırım sana, bazen sesli olarak, bazen içimden. Gözüne güzel manzaralar ilişsin, kulağına hoş-avaz kuşların nağmeleri dolsun isterim. Dünyayı beğendirmeye çalışır, sanki sana "bak bu da var!" der gibi ilginç şeyleri işaret ederim

"Hiç" oldum Muvakkit

Muvakkit'in zihninin içinden süzülen şöyle bir cümle duydum: "Hayatında sadece acı varsa, hiç acı yoktur". Üstelik sormadan anladım ki, bununla acının fazlalığından kaynaklanan bir kayıtsızlık halini kastetmiyordu. Tuhaf bir fikir diye düşündüm, ama bir açıklama istemedim. Öylece kalmaya, salınmaya devam ettim. İfadeyi tersinden kursaydı, örneğin "Hayatında sadece zevk varsa, hiç zevk yoktur" deseydi, kabul etmek o kadar zor olmayacaktı sanki. Sonra, öylece kaldım ve yavaş yavaş ne demek istediğini anladım. 

Muharrem İnce ve Freud'un fıkraları

Seçimlere kısa bir süre kala bazen kendimi öylesine sıkışmış, cansız ve isteksiz bir ruh haliyle mahut günün gelmesini ve ne olacaksa olmasını bekler bir durumda buluyorum ki, ilgimi başka konulara yöneltmek ihtiyacı hissediyorum. Bu hafta sonu da gündemden birkaç saatliğine uzaklaşmak için Elliott Oring'in Sigmund Freud'un Fıkraları: Mizah ve Yahudi Kimliği Hakkında Bir Çalışma adlı kitabını okuyordum. Kitap beklediğimden hayli farklıydı ve Freud'un incelemek için seçtiği fıkralarla kendi hayat öyküsü arasında ilginç bağlantılar kuruyordu[i]. Öte yandan kitapta incelenen fıkraları okurken zihnimin bunları bir şekilde Muharrem İnce'ye bağlayıp durduğunu fark ettim. Bir iki fıkra sonra da bunu kendim için eğlenceli bir hafta sonu uğraşı haline getirdim. Derken, belki bunu bir yazıya dökebilirim diye düşündüm.