29 Ekim 2024

Cumhuriyeti neden, nasıl, ama esas ne için savunmalı?

Cumhuriyet bir idealdir, ideal cumhuriyet olmasa da olmamış olsak bile! Yeter ki “ama ne için” istediğimizden emin olalım

Cumhuriyet cumhuriyetçi mi ya da “miydi” sorusuyla rahatsız olarak başlayabiliriz. Aşağıda, eski yazılarımdan bölümler ile başlayıp gideyim ben de. Siz bugün yazılmış gibi de okuyabilirsiniz ve itiraz da edebilirsiniz elbette. 16 yıl önceden başlıyor yazılar, 10 yıl önce de var. Buyrun “bayram yeri”ne!

Tabii ki herkes (kendine göre) bir tarafı öne çıkarabilir. Kimileri de bu öne çıkarılan taraflardan hoşlanmadığı için, başka bir tarafını çıkartır. Peşin peşin şunu söyleyeyim: Cumhuriyet, adalet duygusudur!

O yüzden, ideal bir hayal de olsa, "cumhuriyet ideali"nin kadim sloganı, "Özgürlük, Eşitlik, Kardeşlik"tir. İnsanların; kökenlerine, ırklarına, renklerine, dillerine, milliyetlerine, milletlerine, dinlerine, inançlarına, inançsızlıklarına, imkânlarına, imkânsızlıklarına, sınıflarına, statülerine, makamlarına, rütbelerine göre, hepten "aşağı" veya "üstün" sayılmamasına dairdir. Bunlara dayanarak kimsenin ezmemesine, ezilmemesine, dışlamamasına, dışlanmamasına, zordakine el verilmesine dairdir.

"Mutlak iktidar"ı; yani krallık, padişahlık, hanedan otoritesini de din otoritesini de "hükümdar" olmaktan çıkaran idealin "ideal" derdi, yeni "hükümdarlar" yaratmak olmamalıydı. "Halkın iradesi"ni ezip geçen hanedan veya dini otoriteye karşı "siyasi eşitlik" talebi ve vaadi; "halkın iradesi"ni ezip geçen daha modern, silahlı veya sivil, seçilmiş veya atanmış ve her daim sınıfsal da tezahür edebilen otoritelerin tahakkümü için olmamalıydı.

Genel ve parasız eğitim... Genel ve eşit oy... Kamu hizmetinden eşit faydalanma ve kamu hizmetine aday olabilme hakkı... Fırsat eşitliği... İmtiyazların sona erdirilmesi, imtiyazlara fırsat verilmemesi... Zümre egemenliğinin ortadan kaldırılması, zümre egemenliklerine geçit verilmemesi... gibi ilkeler, idealler bunun içindi.

Fiilen hayatta ne olup olmadığı, ne kadar olup olmadığı, neyin hayal olup olmadığı, neyin mümkün sayılıp sayılmadığı bir yana... Karşınıza geçen sivil veya asker "otoriteler"in ne anlattığı, "tarih"in nasıl aktığı veya nasıl yorumlandığı... hepsi bir yana... "Cumhuriyet" diye bir şeyden bahsedecekseniz, öncelikle "ayrımsız ve sürekli adalet duygusu"dur.

***

Kabul edin ki... İkiyüzlüsünüz! Hayır, şahsen siz değil. Tabii sizin, bizim, hepimizin öyle iki suratlı, iki suretli anları vardır. Bazen nasıl davranması gerektiğini bilememekten, bazen korkudan, bazen telaştan, tereddütten, bazen bir beklentiden, bazen bilememekten, eleştirel düşünceden kopuk olmaktan ötürü. Ama özellikle anılan siz değilsiniz. Eğer siz, "onlar" değilseniz, "onlar kadar güçlü ve dayatmacı" değilseniz!

Mesela hak arayan işçileri sevmeyebiliyorsunuz. Greve yeltenen, sokağa çıkan, buyruklarınıza itiraz edenleri sevmiyorsunuz. Karşınıza çıkıp eleştiride bulunan çiftçiyi, köylüyü de sevmiyorsunuz.

Nutuk atarken siz, farklı bir şey diyen vatandaşı sevmiyorsunuz. Çanak soruları kırıp hakikat adına soru soran, sorgulayan bağımsız gazeteciyi de sevmiyorsunuz. Size akredite, size yanaşık, size ilişik olmayanı pek sevmiyorsunuz.

Dik durmaya çalışan memuru sevmiyorsunuz. Kamuda ya da özel sektörde, angaryanıza, haksızlığınıza, dayatmanıza dikleneni hiç sevmiyorsunuz.

Eğitim hakkını arayan gençleri sevmiyor bir kısmınız; bir kısmınız da üniversitede farklı ses çıkaranı. Öğretmenleri yüceltip duruyor ama on binlerce öğretmen adayı genci, içiniz acımadan çöpe atacak kadar seviyorsunuz. Okulda hizaya gelmeyeni, karşınızda hazır ola geçmeyeni, karakolda boyun eğmeyeni sevmiyorsunuz.

Kiminiz "laik" hocaya itaat etmeyeni, kiminiz cemaatte hocaya biat etmeyeni, ailede veya dayatmacı ortamlarda boyun eğmeyeni sevmiyorsunuz. Dini, mezhepsel, etnik, siyasi, askeri, maddi tahakküme karşı ses çıkaranı zaten sevmiyorsunuz.

Gençlik bayramınız var ama tek tip düşüncelere isyan eden gençleri hiç sevemediniz. Çocuk bayramınız var ama yoksul çocukları çok içten sevemediniz; anaların babaların evlatlarının bir kemiğini bulmaya adanmış çaresizliklerini de minicik tabutlara sürüklenenleri de, taciz ve tecavüz kurbanlarını da her zaman sevemediniz. Milli Egemenlik Bayramınız var ama milletin egemenliği fikrini asla sevmediniz. Cumhuriyet Bayramı var ama cumhuriyetin imtiyazsız, hâkim zümresiz, eşitlikçi, adalet yüklü, özgürlükçü, hakkaniyetli olanını asla sevmediniz. Yüceltip yüceltip sözde; kadınları sevmediniz; aşağıladınız, hor gördünüz, ezdiniz, öldürdünüz, öldürülmelerine göz yumdunuz.

Sırf büyük asker olarak değil, büyük siviller halinde de köprüyü geçtikten sonra, milletin her türlüsünü, her türlü talebini, her haklı tepkisini sevemediniz. Tabutları sevseniz bile canlılarından nefret edebildiniz.

***

Temel sorunumuz cumhuriyetçi geçinenlerin aslında cumhuriyetçi olmaması. Demokratlık iddiasındakilerin aslında demokrat olmaması. Hukuktan dem vuranların esaslı bir hak ve hakkaniyet ilkesi ile kültürü olmaması. Ahlaktan dem vuranların esastan bir vicdanının olmaması.

Biz büyük yalanların müritleriyiz. Büyük yalanları fark etmeden, esastan itiraz etmeden, bir sorgulama, eleştiri veya özeleştiri zahmetine girmeden, birbirimizi yiyebiliriz!

***

Tabii ki Cumhuriyet Bayramınız kutlu olsun! Şöyle de olsun mu?

Cumhuriyet, ilkokul kitabında bile, "halkın halk tarafından halk için" idare edilmesidir. Cumhuriyet halkın hanedanlıklar tarafından idaresi değildir. Cumhuriyet halkın cemaatler tarafından idare edilmesi değildir. Cumhuriyet halkın paranın gücü tarafından idare edilmesi değildir. Cumhuriyet halkın bürokrasi tarafından idare edilmesi değildir. Cumhuriyet halkın bir zümre tarafından idare edilmesi değildir. Cumhuriyet halkın imtiyazlı bir zümre tarafından idare edilmesi değildir.

Cumhuriyet halkın silahlı, rütbeli imtiyazlı bir zümre tarafından idare edilmesi değildir. Cumhuriyet halkın, toprak, sermaye, medya, cemiyet, cemaat, siyaset, bürokrasi, akademi, yargı ve askeriye aristokrasileri tarafından idare edilmesi değildir.

Cumhuriyet halkın koyun görülmesi değildir. Cumhuriyet halkın güdülmesi değildir. Cumhuriyet halkın birbirine kurt ve kuzu yapılması değildir. Cumhuriyet halkına, kardeşine bu denli düşmanlık değildir.

Cumhuriyet paranın, imtiyazın, devlet gücünün, üniformanın, öğretimin bu denli eşitsizlik yaratması değildir.

Cumhuriyet insanın inanç, inanmama, kimliğini idrak, kendinin ve başkasının kimliğine, kişiliğine saygı, düşünce, ifade, eleştirme, tartışma özgürlüklerinden mahrum bırakılması değildir.

Cumhuriyet üç beş slogan, bir kitap ezber, tek göz tarih bilgisi, iki sosyal medya paylaşımı ardında gösteri veya kudret şovu değildir. Cumhuriyet statü, konum, mevki, makam, rütbe, güç, sınıf farklılığına abanıp alttakileri aşağı görme, aşağılama, ezme, köleleştirme hakkı değildir. Cumhuriyet ağalık, paşalık, reislik rejimi değildir.

Cumhuriyet kimsenin imtiyazında, inhisarında değildir! Cumhuriyet ve halk, kimsenin otoritesinin tekelinde değildir! Cumhuriyet ve halk, kimsenin otoritesinin kölesi, kuklası değildir!

Cumhuriyet; sultanın, dinin halk üstündeki ezeli, ebedi mutlak otoritesini kaldırma iddiasındayken, başkalarının mutlak otoritesini tesis etmek hiç değildir!

***

Burada her acının “düşman” sayılan bir kardeşi var. Ama ne hayata ne ölüme öyle bakıyoruz. Kendimizi bırak, acıları dahi kardeş sayamıyoruz. Yüzü maskeli olanlar ile maskeleri yüzsüz olanlar da öyle bakmıyor zaten.

Cumhuriyet biraz öyle bakmış olsaydı; demokrasi de böyle sakar ve hiddet-şiddet dolu olmazdı! Demokrasi öyle bakmış olsaydı; cumhuriyet de biraz özgürlük, eşitlik, kardeşlik kokardı.

Cennet olabilecekken, kayıp mezralardan genç mezarlara, devasa bir kabristan haline gelmiş ülke. Birbirine düşmanlıkla donatılmış, oysa birbirine benzer acılarla örülü sıvasız haneler! Adalet ve hukukun güdüklüğü bir yana; vicdanların kardeşliği bile ne kadar zor!

Yine de cumhuriyet bir idealdir, ideal cumhuriyet olmasa da olmamış olsak bile! Yeter ki “ama ne için” istediğimizden emin olalım.

Tabii öyle zamanlar vardır ki… elinizdeki bile çürütülmektedir; o zaman onu savunabilmek de öncelik kazanır.

Umur Talu kimdir?

Umur Talu, ilk, orta, liseyi Galatasaray Lisesi'nde yatılı okudu. 1980'de Boğaziçi Üniversitesi Ekonomi'den mezun oldu.

Üniversite döneminde Demiryolu İşçileri Sendikası ve Marmara Boğazları Belediyeler Birliği'nde çalıştı. Günaydın gazetesinde başladığı gazeteciliği, Güneş, Cumhuriyet, Milliyet, Hürriyet, tekrar Milliyet, Star, Sabah, Habertürk'te sürdürdü. Muhabirlik, ekonomi servisi yönetmenliği, yazı işleri müdürlüğü, genel yayın yönetmenliği, köşe yazarlığı, kısa süre Paris temsilciliği yaptı.

Medyakronik başta olmak üzere, çok sayıda web sitesi ile dergide makaleleri yer aldı.

Birkaç dönem Türkiye Gazeteciler Cemiyeti Yönetim Kurulu'na seçildi, başkan yardımcılığında bulundu.

İstanbul Üniversitesi, Bilgi Üniversitesi ve Bahçeşehir Üniversitesi İletişim fakültelerinde ders verdi.

Türkiye medyasında ilk "ombudsman"lik kurumunun kurulmasını gerçekleştirdi. 1998'de Türkiye Gazetecileri Hak ve Sorumluluk Bildirgesi'ni hazırladı.

Çalışmaları Türkiye Basın Özgürlüğü Ödülü, iki kez Türkiye Gazeteciler Cemiyeti Köşe Yazısı ÖdülüÇağdaş Gazeteciler Derneği Ödülü başta olmak üzere, çeşitli mesleki ödüllere değer görüldü. Aynı yıl, üç farklı gazetecilik örgütünden köşe yazarı ödülü aldı.

Bodrum: Yüzyıllık Yolculuk, Kadınımızın Hatıra Defteri gibi belgesellerde metin yazarlığını yaptı.

Sosyal Demokrasi, Fransa Bölümü (Turhan) Uçuran Bey Postanesi (Milliyet), Dipsiz Medya (İletişim), Bedelli Gazetecilik (Everest) , Senin Adın Corona Olsun (Literatür) kitapları yayımlandı. Keynes'in (O. E. Moggridge, Afa Yay.) çevirisini yaptı. 

 

Yazarın Diğer Yazıları

Keşke savunabilseydiniz!

Bu ülkenin insanları, gençleri, çocukları, bebekleri, kadınları öldürülüyor; her gün acı, her gün trajedi. Bir gün neyi nasıl savunacaksınız acaba!

Fotoğrafı var canım bebekler!

Savcılar, hakimler, yani iktidar kuklası olmayanlar cesaretlenecek, muhalefet aklını başına alacak, gazeteci gazeteci olacak, halk görecek, anlayacak, kendi hayatını da rehin almış bu vahşiliğe itiraz edecek… Fotoğraftan atacak!

Cehennemde umut ve mücadele!

Kurutulan ülke, bebeklerin, çocukların, gençlerin kanıyla, canıyla, hayal kırıklıklarıyla, gözyaşlarıyla sulanıyordu; yine de işte iki kelime de inatla orada duruyor, aklımıza ve kalbimize bir daha yazılıyordu: Umut ve mücadele!

"
"