28 Ocak 2024

'Dünyaya kafa tutan Türkiye'ye yakından dokunmak: TEKNOFEST'lerle örülen yeni siyaset ne anlatıyor?

"Evet, asgari ücret yetmiyor. Evet, kiralar artıyor. Evet, yaşamak güçleşiyor. Ama TOGG var, İHA ve SİHA’lar var. Teknoloji üzerinden yeni bir hikâye yarattılar. 'Yeni bir Türkiye var 'dediler ve bu yeni Türkiye’nin ekran yüzü de savaş gemisi TCG Anadolu, milli araba TOGG ve savunma sanayiindeki gelişmeler oldu"

Uzaya giden ilk Türk astronot Alper Gezeravcı

Askeri pilot Alper Gezeravcı, nihayet uzaya çıktı. Kimileri uzaya çıkan ilk astronot dedi, kimileri ise Gezeravcı uzaya çıkabilsin diye harcanan paralara dikkat çekerek "uzay turisti" kavramını buldu.

Gezeravcı'nın seyahatine "Gurur Duy Türkiye" etiketi eşlik etti. Astronot muydu, değil miydi, gitmesi büyük bir başarı mıydı, yoksa gözümüz mü boyanıyordu, ekonomik krizde bu işe bu kadar para harcamak israf mıydı, yoksa itibardan tasarruf olmaz mıydı? Bütün bunları tartıştık sosyal medyada.

Oysaki Gezeravcı'nın uzaya çıkması ne bugünün ne yarının konusu. Belki de dünün, Türkiye'nin savunma sanayi başta olmak üzere "milli teknoloji" denilen teknoloji pazarındaki kamu destek ve teşvikli adımlarının ve bütün bunların görünür olduğu TEKNOFEST'lerin meselesi. Gezeravcı'nın da starlarından biri olduğu son TEKNOFEST'teki "Bu, herkesin hikâyesi ve herkesin sahip çıktığı, gururla taşıyacağı bir hikâye" sözlerini bir kulağımıza; Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan'ın aynı festivaldeki "Türkiye'de yatırım yapmak yürek ister yürek ve bir de Türkiye'de güvenilir iktidarın olduğunu görmeyi gerektirir" sözlerini diğerine küpe yaparak çaldık araştırmacı Abdullah Esin'in kapısını.

Abdullah Esin, genç bir araştırmacı. Lisans eğitimini tamamladığı Boğaziçi Üniversitesi Siyaset Bilimi ve Uluslararası İlişkiler bölümünde yüksek lisans çalışmalarını savunma sanayii ve otoriterleşme ilişkisi üzerine yazdığı tezle devam ettiriyor. Aposto'nun politika yayını Spektrum'da ve Birikim dergisinde biri Mehmet Yaşar Altundağ'la ortak olmak üzere savunma sanayi ve TEKNOFEST'ler üzerine iki yazısıyla olanı biteni anlamaya ve anlatmaya çalışıyor.

Konuşmaya başlamadan önce TEKNOFEST'lerin nasıl yapıldığı ve festivallerde neler olduğu büyük bir merak konusuydu benim için. Esin'le sohbetimiz bittiğinde ise merakım katlandı.

Sanayi ve Teknoloji ile Milli Savunma Bakanlıkları başta olmak üzere çok sayıda bakanlığın, Genelkurmay'ın, ASELSAN'ın, HAVELSAN'ın, Baykar Teknoloji'nin, valiliklerin, üniversitelerin, medya kuruluşlarının paydaşı olduğu bu festivali, festivalin siyasi saiklerini, milliyetçilik ve seçimlerle ilişkisini konuştuğumuz söyleşi öncesi altlık niyetine birkaç bilgiyi paylaşalım.

* TEKNOFEST'in ilki 2018'de düzenlendi. Resmi adı Havacılık, Uzay ve Teknoloji Festivali. Ama hem üst düzey siyasetçiler, hem de basın en çok savunma sanayiini öne çıkarıyor.

* Ülkedeki teknoloji festivalleri, hatta TEKNOFEST adıyla yapılan festivaller aslında yeni değil. Çok uzun süredir özellikle üniversitelerde özel sektörün düzenlediği festivaller oldu. Bu etkinlikler, başta mühendislik öğrencileri olmak üzere öğrencilerin özel sektörle bir araya geldiği alanlar olarak pazarlandı. Ancak 2018 itibariyle TEKNOFEST adı, kamu destekli bu festivalle birlikte anılıyor.

* Cumhurbaşkanı Erdoğan'ın açıklamasına göre 2023'te TEKNOFEST'e 81 il ve 96 ülkeden 333 bin takım ve 1 milyon yarışmacı başvurdu. 2018'de bu rakam 4 bin 333'tü.

* Türkiye'nin silah ihracatındaki payı artıyor. Stockholm Uluslararası Barış Araştırmaları Enstitüsü'nün (SIPRI) 2022 küresel silah sevkiyatına ilişkin raporuna göre, Türkiye'nin 2013- 17 arasında yüzde 0.69 olan küresel ihracattaki payı 2018- 22 döneminde yüzde 1.1'e çıktı. Türkiye, en büyük silah tedarikçileri arasında 12. sıraya yükseldi. Türkiye'nin aynı dönemlerde silah ithalatındaki küresel payı ise yüzde 2,4'ten yüzde 1,3'e indi. Türkiye en çok Katar, Birleşik Arap Emirlikleri ve Umman'a silah gönderirken, Türkiye'nin en büyük tedarikçileri İtalya, İspanya ve Rusya yer aldı.

* 2018'den önce Türk Silahlı Kuvvetlerini Güçlendirme Vakfı (TSKGV) üzerinden TSK'nın kontrolünde olan ASELSAN, HAVELSAN, ROKETSAN ve TUSAŞ gibi savunma sanayii şirketlerinin karar alma mekanizmalarında sıklıkla AKP'li siyasetçiler yer alıyor. 2018'de TSKGV, kararnameyle Cumhurbaşkanlığı'na bağlandı.

* Savunma ve Havacılık Sanayii İmalatçılar Derneği (SASAD) verilerine göre, 2022 yılında toplam ciro ve yurtdışı satış gelirlerinde ciddi artış yaşandı. Savunma ve havacılık sanayii imalatı sektörünün 2022 cirosu önceki yıla göre yüzde 20,05 arttı. Yurtdışı satış gelirleri yüzde 36,32; toplam ürün ve teknoloji geliştirme harcamaları ise yüzde 25,72 arttı.

Fotoğraflar: AA

"Yeni Türkiye'nin ekran yüzü TCG Anadolu, TOGG ve savunma sanayiindeki gelişmeler oldu"

- Kitabın ortasından başlayalım, Cumhur İttifakı'na seçimi TEKNOFEST'ler mi kazandırdı?

TEKNOFEST'ler bunun bir aracıydı. Onun bir üstünde savunma sana6yyii yer alıyor. Üst şemsiye olarak ise militarist milliyetçilik diyebiliriz. Savunma sanayii, militarist milliyetçiliğe somut bir ekran yüzü yaratıyor. Soyut milliyetçiliği; somut, poz verilebilir, elle tutulabilir ve umut verebilir bir şeye dönüştürüyorsunuz. Bunun simgesi savunma sanayii oluyor. Daha genç nesillerle irtibata geçebilmesini de TEKNOFEST'ler sağlıyor. Hepsi birbirine bağlı bir düzenekten bahsediyoruz.

- Genel seçim sürecinde Erdoğan, sosyal medya profil fotoğrafını değiştirmiş, Türk Havacılık ve Uzay Sanayii'nde düzenlenen 'İstikbalin Yüzyılı Tanıtım Programı'nda çekilen askeri pilot üniformalı fotoğrafını yüklemişti. Hem bu adımı hem de seçim dönemindeki söylemlerini bahsettiğiniz "militarist milliyetçiliğin somut yüzü" olmak olarak değerlendirebilir miyiz?

Türkiye, çok sorunlu bir dönemde seçime gitti. Muhalefetin en büyük argümanı ve güvendiği şey de ekonomiden depreme, düzensiz göçten hukuk düzenine Türkiye'nin içinde bulunduğu sorunlar yumağıydı. İktidarın, bu kadar ekonomik ve politik soruna rağmen bu seçimi kazanamayacağına güvendi. İktidar açısından en mantıklı şey ise bu sorunların üstünü bir şekilde kapatacak yeni bir hikâye yaratılmasıydı. Cumhur İttifakı'nın bu yaratılacak hikâyeyle Türkiye'de "sağ seçmen" veya muhafazakâr milliyetçi dediğimiz seçmeni bir araya getirmesi gerekiyordu. Bunu da ancak bir başarı hikâyesiyle yapabilirdi. Ekonomiden devlet yönetimine, depremin ardından devletin süreci yönetememesinden üniversitelerin durumuna o kadar fazla şey o kadar kötü gidiyordu ki bir başarı hikâyesi lazımdı. İktidar, bu hikâyeyi savunma sanayiinde buldu. Daha doğrusu, merkezine teknolojiyi alan bir kalkınma ve güç anlatısı üzerinden yeni bir hikâyeyi çok hızlı bir şekilde yaratabildi.

Teknolojik atılımlar, savunma sanayiindeki gelişmeler "milli gururu" okşayan meseleler. İnsanlara yeni bir kalkınma model sunuyorsunuz ve bunun etkileri de gözle görülebilir durumda. Evet, asgari ücret yetmiyor. Evet, kiralar artıyor. Evet, yaşamak güçleşiyor. Ama TOGG var, İHA ve SİHA'lar var. Teknoloji üzerinden yeni bir hikâye yarattılar. Yeni bir Türkiye var dediler ve bu yeni Türkiye'nin ekran yüzü de savaş gemisi TCG Anadolu, milli araba TOGG ve savunma sanayiindeki gelişmeler oldu.

Muhalefete yönelik en büyük eleştirilerden biri, "Bunlar gelirse savunma sanayiindeki elde edilen büyük başarılarımızı kaybederiz" oldu. Altı dolu olmayan bir argüman olsa da bu argümanla muhalefetin Türkiye için büyük bir tehlike olduğu algısı yaratılabildi. Bir diğer ifadeyle, muhalefetin Türkiye'nin güçlenmesi ve gelişmesi önündeki en büyük engel olduğu hikâyesine vatandaş yeniden ikna edilebildi. "Muhalefet gelirse ekonomi çöker" diyemiyorsunuz çünkü ortada çökmüş bir şey var zaten. Ama nispeten yaratılan bir başarı hikâyesi üzerinden muhalefeti düşmanlaştırabiliyorsunuz.

TEKNOFEST

- Gerçekten başarılılar mı? Verilere göre, Türkiye dünyada silah satan ülkeler arasında 12'nci sırada. Bu, başarı olarak değerlendirilebilir mi?

Başarı kelimesini göreli olarak kullandım. İktidar seçmeninin bunu nasıl algıladığı ve iktidarın bunu nasıl paketlediğini anlatabilmek için. Bu konuda teknik analizler, yorumlar yapan çok fazla uzman var. Onlardan biri değilim. O yüzden şu proje başarılı, şu proje başarısızdır diyemem ama en azından biz şunu görüyoruz: İktidar, Türkiye'ye yeni bir modernleşme, kalkınma ve milliyetçilik anlatısı sunuyor. Savunma sanayiinde gerçekleştirdiğiniz projelerin bir kısmının ihracat potansiyeli düşük de olabilir. İnsansız hava aracı ihraç edebiliyorsunuz ama TOGG'u ya da savaş gemilerini ihraç edemiyorsunuz. Ama siz diyorsunuz ki; Türkiye artık dış politikada proaktif. Kendi hakkını deniz ötesinde de savunan, deniz ötesinde askeri üsleri olan, artık sınır içerisindeki askeri operasyonlarında kendi askerini değil de İHA'larını, SİHA'larını kullanan başka bir Türkiye diyorsunuz.

2. Karabağ Savaşı, bir kırılma noktası diyebiliriz. İktidar seçmeni, "Bizim iktidarımız yirmi yıldır belirli atılımlar yapıyor ve bunun sonucunda biz Türk milletinin tarihinde acıyla hatırlanan veya mağlubiyet sayılan bir yeri tekrar alabildik" anlatısıyla şekilleniyor. Seçmenlerin gözünde, 20 yıllık bir iktidarın ektiği tohumların filizlendiği, yıllardır beklenen mahsulün artık toplanabildiği somut bir başarı hikâyesi yaratabildi 2. Karabağ Savaşı. Özellikle milliyetçi seçmen olmak üzere bir bütün olarak iktidar seçmenine çok büyük bir anlatı sunmuş oluyorsunuz.

"Yeni milliyetçilik, Kürt düşmanlığında taşra milliyetçiliği ile aynı çizgide; hatta belki daha radikal"

- Seçimlerde her türlü kazananın milliyetçilik olduğu yorumları yapıldı. Milliyetçilik, Türkiye Cumhuriyeti tarihinin en önemli eksenlerinden biri olageldi hep. Son dönemlerde ise hem güçlendiği hem de yenilendiği yorumları da var. Bu, "yeni" denilen milliyetçiliğin TEKNOFEST'lerle, savunma sanayisiyle nasıl bir ilişkisi var?

Geleneksel taşra milliyetçiliği dediğimiz Anadolu şehirlerindeki milliyetçilikle muhafazakârlığın harmanlandığı, bir simbiyot halinde geliştiği bir milliyetçilik zaten cepte. Cumhur İttifakı'nın doğal ve potansiyel oy tabanı burası. AKP ve MHP ittifakı da bu toplumsal gerçekliğin üzerine inşa edildi. Hatta iki partinin seçmenlerinde de söylemlerinde de politikalarında da çok büyük bir farklılık göremiyoruz. İç içe geçmiş, kaynaşmış bir kitleden bahsediyoruz.

Aşağıdan gelen nesil ise; evet yine milliyetçi. Kürt düşmanlığı konusunda taşra milliyetçiliğiyle belki aynı çizgide. Hatta belki daha da radikal. Twitter'dan, sosyal medyadan yapılan paylaşımlarda bunu görüyoruz. İttihatçılığa özenen, Enver Paşa gibi ittihatçı figürlerin yeniden sahneye çıktığı ama bunun yanında dünya ile de entegre… Dünyadan kopuk değil, Batı standartlarında bir hayat istiyor. İçine kapanık değil ve en önemlisi de belki de seküler olması. Zaten seküler olması da bir noktada bu yeni milliyetçi kuşağı veya milliyetçi seçmenleri potansiyel olarak Cumhur İttifakı'nın karşısında konumlandırabiliyor.

Gençler, TEKNOFEST'te askeri pilotlarla poz veriyor

Biraz geriden alırsak; Erdoğan'ın "dindar ve kindar nesil" söylemi vardı. Bunu bir süre yürüttü. İmam Hatiplerin yaygınlaşması ve eğitim sistemine çok fazla entegre edilmesi bunun bir aracıydı. Ama bunun o kadar da işe yaramadığını da gördü iktidar. İktidar daha sonra TÜGVA gibi kurumlar üzerinden iktidarın nimetlerini gençlere akıtarak ya da böyle bir vaatte bulunarak; gençliği somut kazanımlar üzerinden kendisine eklemleme yolunu seçti. Ama gelinen noktada bunun da çok fazla işe yaramadığını gördük. Çünkü insanlar bir hikâye arıyorlar. Dünyaya entegre, hayat tarzına karışmayan ve geleceğe dair umut veren bir hikâye arayışını gören iktidar; bunu milliyetçilik ve savunma sanayisiyle harmanladı diyebiliriz. Çok yüzeysel bir değerlendirme yaparsak; TEKNOFEST'lerde genç kuşaklar arasında muhafazakâr- seküler fay hatlarını yatay kesen bir durum var. TEKNOFEST'lerde muhafazakârlığa dair pek bir şey yok.

Daha çok milliyetçi figürlerin öne çıkarıldığını görüyorsunuz. Bu aslında tam da genç milliyetçi seçmene veya kuşaklara hitap eden bir durum. Bir yandan orada milliyetçiliğe dokunabiliyorsunuz da. Askerler silahlarıyla poz veriyorlar ve siz yanlarına gidip fotoğraf çekinebiliyorsunuz. Herhangi bir savaş uçağının yanında poz verip, fotoğraf çekip sosyal medya hesabınızda paylaşabiliyorsunuz. Milli gurur söylem ve hissiyatını somutlaştıran yerler TEKNOFEST'ler. Cumhur İttifakı'nın temel hedefi, değişen seçmen yapısını görüp; kendisine bir şekilde bağlamak ya da onunla ilişkilenmek. Erdoğan'ın, Selçuk Bayraktar'ın söylemlerinde de bunu görüyorsunuz. TEKNOFEST'lere Hakan Fidan da katılıyor mesela. Üst düzey devlet erkanının söylemlerinde "Zincirlere vurulmuş, prangalarla hapsedilmiş, gelişemeyen, ezik bir Türkiye" profilinden; "Kendi silahını üreten, Batı'ya kafa tutan, istediği zaman istediği yerde askeri operasyon yapabilen, kendi göbeğini kendi kesebilen" bir Türkiye anlatısına geçiş var. Savunma sanayii de bunu somutlaştırıyor.

"TEKNOFEST'te yeni Türkiye'ye dokunup, önünde poz verebiliyorsunuz"

- Burada yeni olan ne var? Türkiye Cumhuriyeti'nin, hatta Osmanlı'nın son döneminin bütün anlatısı bu değil mi?

Kalkınmanın milli güvenlik anlatısıyla bu kadar iç içe geçirilmesi. Birbirinden ayrılamaz, biri olmazsa diğerinin de olmayacağı yeni bir politik ekonomi düzeni yaratılmaya çalışılıyor ve böyle pazarlanıyor. Propaganda ve medya gücü de meselenin diğer tarafı. TRT dizilerine bakalım. Diriliş Ertuğrul ile başladı, Teşkilat ile devam ediyor. Önce uzun uzun tarihi figürlerin anlatıldığı, Müslümanlığın dozunun milliyetçiliğe göre daha fazla olduğu dizilerle başladı. Ama şu an Teşkilat dizisi gibi merkezinde MİT'in olduğu, yurtdışındaki operasyonların anlatıldığı bir dizi. Türkiye'nin savunma teknolojisini ele geçirmeye çalışan ‘dış güçlerle' savaşılıyor bu dizide. Dizinin ana fikri şu: "Türkiye'deki savunma sanayii teknoloji hamlesi ve milli güvenliğimiz ayrılmaz bir bütündür. Yeni Türkiye, düşmanlarımız açısından çok büyük bir tehlike yaratmaktadır. İçimizdeki hain, milli olmayan unsurlar, Türkiye'nin gelişmesini önlemek isteyen dış güçlerle gizli bir ittifak içindedir."

Baykar Yönetim Kurulu Başkanı Selçuk Bayraktar, Hazine ve Maliye Bakanı Mehmet Şimşek, Sanayi ve Teknoloji Bakanı Mehmet Fatih Kacır

Diğer yandan TEKNOFEST'lere gittiğimizde gördüğümüz manzara da ilgi çekiciydi diyebilirim. Birçok genç açısından kariyer yapabilmenin ön koşulu gibi duruyor. Üst düzey askerlerle, üst düzey siyasetçiler birlikte poz veriyor. Gençlerle bir araya geliyor. Ve bu gençler de klasik AKP seçmeni gençler değil. Sadece gençler değil, aileler de geliyor. Bebek arabasıyla gelip, savaş uçağının önünde poz veriyor insanlar mesela. TEKNOFEST'te, "Kendi silahını üreten, süper güç, dünyaya kafa tutan Türkiye" imajı pazarlanıyor ve siz de gidip bu imaja dokunabiliyor, onunla fotoğraf çekebiliyor, poz verebiliyorsunuz.

TEKNOFEST'lerin paydaşı olan şirketler ve vakıf şirketlerinin üst düzey yönetiminde işini bilmekten çok sadakat, AKP'de siyaset yapmış olmak, AKP'ye yakın olmak belirleyici kriterler olsa da iş yapabilmek için orta ve alt kademede AKP'li olmayan, işini bilen gençlere ihtiyaç duyuyorlar. Sizin siyasi olarak AKP'li olmanıza gerek olmadan, tekno milliyetçilik paydasında iktidarla etkileşeme geçerek kariyer yapabilmenizi sağlıyor bu festivaller ve çevresinde örgütlenen alan.

- Bahsettiğiniz grubun siyasi olarak olmasa da sosyal medyada temsilciliğine soyunan Oğuzhan Uğur, Jahrein gibi isimler de var değil mi? Biraz karikatürize edersem; "AKP'li değilim ama devletimi- vatanımı seviyorum, adamlar da bir yandan süper teknoloji geliştiriyor" diyen, tarafsız görünen ama aslında bir tür milliyetçi ittifakın parçası olan bir segmentten bahsediyorum…

Bir bütün olarak kuşak tanımlaması yapmak çok yanlış. Z kuşağı şudur, budur diyemezsiniz. Diyarbakır'da yetişmiş bir gençle İstanbul'da Etiler'de yetişmiş bir genci aynı ideolojik kalıplarla anlayamazsınız. Ama bahsettiğiniz isimler bir yana; o isimlerin hitap ettiği düşünülen Z kuşağının ortak bir özelliği de var: Hayatlarının neredeyse tamamı AKP iktidarıyla geçti. Bu da İslamcılığa ve muhafazakârlığa bir reaksiyon göstermelerini yaratıyor bir kesim gencin. Tabi burada çok ilginç bir durum da var: İlkokulda çizgi film izlediğiniz dönemde ülkede olan biteni, Ergenekon ve Balyoz süreçlerini, çözüm süreçlerini bu kadar biliyor gibi olmak, bildiğine inanmak, bu süreçler üzerinden çok katı ve keskin yargılara sahip olabilmek açıkçası bana tuhaf geliyor.

Bahsettiğiniz isimler ve daha fazlası tarafından yaratılan bir alternatif tarih anlatısı var. Sosyal medyada, Youtube'ta çok yayılan bu anlatı; muhafazakâr milliyetçilik dışında bir milliyetçiliği yaygınlaştırırken; AKP'li olmadan onun hayata geçirdiği birçok şeyi savunabilmenize olanak sağlıyor. AKP açısından da bu, önemli bir avantaj. Kendisine oy vermesini sağlayamayacağı bir kitleyi de kendisinin kontrol edebildiği bir alanda tutuyor.

Selçuk Bayraktar, TEKNOFEST'e katılan gençlerle

"Rol modeller Selçuk Bayraktar ve Hakan Fidan"

- Bu anlatıya dalga geçerek cevap verme gibi bir eğilimi de özellikle muhalefette gözlemleyebiliyoruz. ‘Uzaya çıkan ilk Türk astronot' meselesinde de gördük bunu. Dalga geçmek, küçümsemek bu milliyetçi anlatıyı parçalayabiliyor mu?

Toplumsal muhalefet bence, tüm bu anlatılanların kendi derdi olmadığının farkında. Savaş gemisi yapıyorsun ama gençler geçinemiyor. Çok az paralara iş bulmaya çalışıyor. Ve gençliğin bir bölümü, kendi gerçekliği ile kendisine anlatılan hikâyeler arasındaki uçurumun çok farkında. Ama kurumsal muhalefet, iktidarın kurduğu ‘savunma sanayii, güvenlik rejimi dokunulmaz ve eleştirilemez' mitosunu delemiyor. Hatta iktidarın bu anlatısını güçlendiriyor. Muhalefetin milletvekillerinde de, siyasetçilerinde de var bu durum.

Seçim döneminde Ali Babacan'ın İHA ve SİHA'lara dokunan diyemeyeceğimiz, piyasa şartlarında savunma sanayiinin rekabetçi koşullarda geliştirilmesine ilişkin açıklamasını hatırlayalım. Bu cümlelerin ardından bir linç dalgası gelmişti. "Sen bizim milli gururumuz İHA'larımıza mı dokunuyorsun?" ana fikriydi bu dalganın.

Parantezi kapatırsak; muhalefet alternatif bir teknoloji fikri ve hikâyesi kuramadıkça bu sahayı iktidara bırakıyor. İktidarın savunma sanayiindeki uygulamalarını, teknolojik gelişmelerini eleştirmediğiniz; eleştirilemez kılan anlatısına teslim olduğunuzda iktidarı tahkim etmiş oluyorsunuz. Baykar, neden benim milli gururum olsun? Özel bir şirket bu. Devletten teşvikle, Cumhurbaşkanının pazarladığı ürünler üreten bir şirket.

- İktidar, TEKNOFEST'lerle ve kurduğu bu anlatıyla gençlere umut vaat edebiliyor mu sizce?

Umuttan ziyade bir rol model yaratıyor. Birikim'deki yazımızda Mehmet Yaşar Altundağ'ın yazdığı kısımda şöyle tarifliyoruz bu rol modeli: Milli değerlerinden kopmamış, ülkesine ve milletine hâlâ bağlı, Müslüman kimliği ön planda, Batının iyi yanlarını almış ama ülkesine sırtını dönmemiş, başarısıyla kendisini Batıya da kabul ettirebilmiş biri. Bu rol modeli de Selçuk Bayraktar'ın şahsında cisimleştiriyorlar.

Özellikle Çin ve Hindistan üzerinden kullanılan yeni bir anlatı var: Teknoloji üzerinden kalkınma ve bunları ‘milli unsurlar' üzerinden yapmak. Popülizmden de beslenen bir anlatı bu. "Eskiden yozlaşmış elitler vardı, ülkelerini yurtdışına şikâyet ederlerdi. Kendilerini orada kabul ettirmek için benliklerinden koparlardı. Ama artık bizim kendi elitlerimiz var", diyorlar. Bu anlatı, sosyalist bir genç için hiçbir şey ifade etmez ama daha ortada kalan, merkez sağa yakın ama Cumhur İttifakı'na uzak olan genç seçmen profili için bir eklemlenme şansı yaratabilir. Selçuk Bayraktar ve Hakan Fidan profillerinin öne çıkması, iktidarın olası yeni liderleri olarak görülmeleri de bunla ilgili. Her ikisi de teknokrat diyebileceğimiz, sert siyasi tartışmalara girmeyen ama etraflarında bir başarı hikâyesi yaratılan isimler.

- Bütün bu bahsettiğiniz süreçler, sizin de yazılarınızda kullandığınız tekno milliyetçilik kavramıyla açıklanıyor. Nedir bu tekno milliyetçilik? Bildiğimiz anlamdaki milliyetçilikten farkı var mı?

Türkiye ve Hindistan'ı karşılaştırarak başlayalım. Her ikisi de küresel güney olarak kategorize edilen gelişmekte olan ülkeler. Hindistan'ın sömürge geçmişi var, Türkiye'de yok. Her ikisi de gelişmekte olan ülkeler. 80'lere kadar ithal ikameci kalkınma modelleriyle atılımlar yapmaya çalışıyorlar. Ama bu kısıtlı kalıyor. Orta sınıf, belli bir döneme kadar kalkınabilmiş değil. Ama 80'lerden sonra her iki ülkenin de neoliberal küresel düzene adapte olduğunu görüyoruz. Orta sınıf hızlı bir şekilde kalkınıyor. Devletin hem ekonomik gücü hem askeri gücü belli bir oranda artış gösteriyor.

Bu ülkeleri reaksiyoner ülkeler olarak adlandırabiliriz. Her iki ülke de bir yandan bu küreselleşme modelinin kazananlarından. Ama bu ülkeler belirli bir güç seviyesine ulaştıkları zaman da içinde bulundukları düzene reaksiyon gösteriyorlar. Hindistan da bugün dünya siyasetindeki, ekonomik sistemindeki yerini beğenmiyor. Bunu değiştirmek istiyor. Türkiye de "Artık ben küçük ölçekli bir ülke değilim, orta ölçekli ülke değilim. Ben artık bölgesel bir süper güç olacağım" şeklinde hem dış politikada hem de söylemsel olarak daha reaksiyoner bir tonu benimsiyor.

Liderlere baktığımızda ise hem Erdoğan hem de Narendra Modi, muhafazakâr milliyetçi isimler. Türkiye'de Müslüman milliyetçilik ile Hindistan'da Hindu milliyetçiliği bir şekilde birbirine paralel izleklerde ilerliyor.

Alper Gezeravcı ve Erdoğan, TEKNOFEST'te 

Tam burada tekno milliyetçilik şunu sağlıyor: Siz bir milliyetçilik satıyorsunuz ama muhafazakâr bir şekilde, korumaya, elde olanı tutmaya dönük bir milliyetçilik satmıyorsunuz. Aksine, mevcut koşulları beğenmeyen, Batılı ülkelerin kendisine vurduğu prangaları kıran, kendine küresel siyasi ve ekonomik düzende daha iyi konumda yer bulmak isteyen reaksiyoner bir milliyetçiliği satıyorlar. Tekno milliyetçilik ise 25 yaşındaki bir insana da bir şey vaat ediyor. Hindistan'da bu aya birini yollamak oluyor, yazılım sektöründeki başarılar oluyor. Türkiye'de ise milli otomobil yapmak, kendi savaş uçağı ve gemini yapmak oluyor. Turistik de olsa uzaya da astronot gönderebiliyoruz gibi bir anlatıyla pazarlanabiliyor.

Bu ülkeler, neoliberal küreselleşmenin kazananı olarak bir noktaya geldiklerinde hem bölgesel hem de dünya genelindeki yerlerini beğenmeyerek; dış politikada daha proaktif iç politikada daha milliyetçi ve reaksiyoner bir çizgiye geçiyor. Tekno milliyetçilik ise; bu siyasetin içeride yeni bir milli gurur sebebi ve yeni bir milli hedef olarak vatandaşa satıldığı yeni bir diskur olarak ortaya çıkıyor.

"Erdoğan'ın otoriterleşme hikâyesi ile savunma sanayiinin gelişmesi paralel"

- Her içerme, bir de dışlama yaratır. Bu anlatıda dışlananlar kimler?

CHP ve DEM Parti. İktidar; bu siyasetle geriye kalan bütün partileri, daha doğrusu sağ partileri kendi hinterlandında tutuyor. Mesela İYİ Parti. Şu an İYİ Partili herhangi birinin, herhangi bir şekilde savunma sanayiindeki bir meseleyi eleştirebilme imkânı yok. Milliyetçiyseniz, içinde bulunduğumuz rejime muhalif de olamazsınız. Teknik olarak da mümkün değil. DEM Parti'nin ise herhangi bir şekilde savunma sanayi projesine destek vermesi zaten düşünülemez. Partinin bu konudaki duruşu, savaş sanayii üzerinden yeni bir sermaye birikim modeli yaratılmasına karşı mücadele etmek.

- CHP, bu denklemde nereye oturuyor? Nasıl oluyor da kurucu siyasi parti, bir dönem milliyetçiliğin ne olduğunun sınırlarını çizen bir parti; yeni milliyetçi koalisyon ya da ittifakların sınırlarının dışına itilebiliyor?

Hem geleneksel muhafazakâr milliyetçilerin hem de seküler milliyetçilerin Kürt hareketine karşı artık düşmanlığa varan tutumunda saklı bana kalırsa bu sorunun cevabı. DEM Parti'ye selam verdiğiniz anda dahi otomatik olarak bu kitlenin karşısında yer almış oluyorsunuz ve bu da çok güçlü bir devlet propagandası ile sağlanıyor. Geleneksel olarak sağ seçmende CHP'ye karşı "anti- milli" duygusu mevcut. Buna CHP'nin hem gönüllü hem de aslında siyasetin getirdiği zorunluluktan dolayı DEM Parti ile yaptığı ya da yapabileceği iş birliğini eklediğinizde; sağ seçmenin gözünde CHP'nin imajını değiştirmesi çok zor.

Erdoğan, TEKNOFEST'te

Diğer yandan Türkiye'deki savunma sanayiinin gelişmesi, Erdoğan'ın siyasi kariyeri ile çok paralel ilerliyor. Tek bir kişi tarafından tüm bürokrasinin kontrol altına alınması, karar merkezlerinin tekleştirilmesi, finansal kaynaklar üzerindeki kontrolün tekleştirilmesi, yani aslında otoriter yönetimin inşası bir yandan da tüm güvenlik aygıtları ve güvenliğe dair kararların da tek bir merkeze bağlanması ile eşgüdümlü ilerliyor. Erdoğan'ın otoriterleşme hikâyesi ile savunma sanayiinin gelişmesi paralel ilerleyen süreçler. Savunma Sanayi Başkanlığı olarak kurumsallaşan bu mesele; bütün finansal kaynakların tek merkezden kontrol edilmesi anlamına geliyor. TSK, büyük oranda yerli üretimle ihtiyaçlarını karşılıyor ve onun kontrolü de Cumhurbaşkanlığında. Yeni bir sermaye birikim modeli ile karşı karşıyayız. Büyük şirketlerden KOBİ'lere inen bir sistem var. Kayseri'de, Konya'da savunma sanayii kümelenmeleri oluşturuluyor. Bu da yeni bir istihdam alanı ve sermaye birikim modeli. En görüneni Baykar olan ihracat tarafı da var. Bu, bir başarı hikâyesi olarak sunmanın ötesinde Türkiye'nin kronik cari açığına yeni bir ikame modeli. Tüm bu sistemin kontrolü de Cumhurbaşkanı'nın elinde. Siz, bu savunma sanayiini dokunulmaz kıldığınızda; yeni güvenlikçi otoriter rejimi de dokunulmaz kılmış oluyorsunuz ve bana kalırsa muhalefetin en büyük açmazı da bu.

- Önceden Nurollar gibi büyük holdingler ile ve TSK'ya bağlı vakıf şirketleri üzerinden inşa edilen savunma sanayiindeki bahsettiğiniz değişim, bütün ülkeye, KOBİ'lere yayılan bir ekonomik coğrafya yaratabildi mi?

Bu alan, yapısı itibariyle verinin çok açıkça paylaşılmadığı bir alan. Veriyi sadece Savunma Sanayi Başkanlığı veya SASAD gibi iş dünyası derneklerinden alabiliyorsunuz. Özal döneminden AKP'nin ilk dönemlerine kadarki sürece kadar hem ASELSAN, ROKETSAN gibi TSK bünyesindeki vakıf şirketlerinin hem de Nurol ve Koç gibi Türkiye'nin büyük holdinglerinin kontrolündeki bir alan savunma sanayii. Türkiye'nin inşaata dayalı büyüme modeli açısından kırılma noktası olarak anılan 2013 senesi ve sonrası bu tablonun değiştiği döneme denk geliyor aynı zamanda. Savunma sanayii, Türkiye'nin cari açığını kapatabilecek yeni bir kalkınma modeli olarak görülüyor. Hem de alt yüklenicilere bunu dağıtarak istihdam ve ekonomiye katkı sağlamaya çalışıyorlar. Yeni bir sektör yaratmış oluyorsunuz ve burada çalışan sayısı 80 binin üzerinde. Bunun etrafında yaratılan sermaye de büyük oranda artıyor. 2023 itibarıyla sektörün proje hacmi 90 milyar doların üzerinde ve bu sermayenin kontrolü de doğrudan Cumhurbaşkanlığında olmuş oluyor. Mesela, TSKGV'ye bağlı vakıf şirketlerinden ve kamudan aktarılan kaynaklarla yaratılan bir Savunma Sanayi Destekleme Fonu var. Bu devasa bütçeden hangi şirketlere ne kadar kaynak aktarılacağı da Cumhurbaşkanının takdirinde. İhaleler, ihalelerin veriliş süreçleri de çok açık değil. Hem veriyi bulmak hem de takip etmek çok zor çünkü çoğu durumda açıklanmıyor da. 10 milyarlarca dolarlık bir sermaye potansiyelinden bahsediyoruz. Bunun kontrolünün Cumhurbaşkanlığına doğrudan bağlandığını da hatırlarsak; yeni bir kalkınma modeline geçişin başlangıç aşamalarında olduğumuzu söyleyebiliriz.

Yıldız Tar kimdir?

Sıfatsız gazeteci, Boğaziçi terk, Cranberries hayranı, fantastik roman müptelası. 2013 yılında gazeteciliğe başladı. Etkin Haber Ajansı'nda editör, Özgür Radyo'da program yapımcısı ve sunucusu olarak çalıştıktan sonra 2014'ten beri LGBTİ+ internet gazetesi KaosGL.org'ta sırasıyla muhabir, editör ve yayın yönetmeni olarak çalıştı. Halen bu görevi sürdürüyor.

Sol, sosyalist siyasi partilerle LGBTİ+ hakları üzerine röportajları "Yoldaş Ben İbneyim" başlığıyla, trans kadınlarla röportajları "Dönmelere Doyamadık" ve Türkiye'deki LGBTİ+ hareketinin tarihine ilişkin sözlü tarih çalışması "Patikalar: Resmî Tarihe Çentik" ismiyle kitaplaştı. 

Kaos GL Derneği'nin senelik medya izleme raporunu kaleme alıyor. Çeşitli gazete, dergi, kitap ve dijital mecralarda LGBTİ+ hakları, hafıza çalışmaları, edebiyat, nefret söylemi ve medya okur yazarlığı üzerine yazıları yayımlanıyor. 

T24'te "İnsan Manzaraları" başlıklı portre röportajlar yapıyor.

 

Yazarın Diğer Yazıları

"Benim evladım bu şekilde öldürülmeyi hak etmedi, adalet yerini bulsun"

Ecem Seçkin davasında azalarak biten nefret olmadı

Gençler neden intihar ediyor?

TV kanallarında ya intihar eden gençlerin psikolojilerinin ne kadar bozuk olduğunu izliyoruz ya da yine ruh sağlığı uzmanlarının uyarılarıyla, intiharı bir sebebe bağlamamaya çalışan, kişisel hikâyesinden uzak durmaya çalışırken ne diyeceğini bilemeyen bir haberciliği görüyoruz

Mehmet Bilal Dede ile Unutmadan: "Aile dediğimiz çekirdek, çıtır çıtır yemeye başlıyor"

Mehmet Bilal Dede, yeni kitabı "Unutmadan"ı T24'e anlattı: Aşkla severek tutunduğumuz kim varsa, onu gerçekten tanımayız. Bilmeyiz

"
"