Türkiye-Yunanistan ilişkileri tarih boyunca hep inişli çıkışlı, hep bir ileri iki geri halinde gerçekleşti. Hep iç politikaya malzeme oldu ve hep istikrarsız şeklini sürdürdü.
Daha birkaç ay önce, martta Yunanistan Başbakanı Kiryakos Mitsotakis İstanbul'u ziyaret ettiğinde her iki lider, iki ülke ilişkilerinde sorunların aksine pozitif konulara odaklanma kararlılığını ortaya koymuş, "İki ülke arasında iş birliğinin artmasının amaçlandığı, üçüncü taraflara ihtiyaç duymadan geliştirileceği" belirtilmişti. Aradan sadece üç ay geçti.
Türkiye ile Yunanistan arasında uzun yıllara dayalı sorunlu alanlar "Ege sorunları, Kıbrıs ve Batı Trakya azınlık sorunları" şeklinde üç ana başlıkta toplanıyor. Bunlara son yıllarda mülteci krizinden kaynaklı sorunlar ile Türkiye'nin "terör örgütü mensubu" kişilerin iadesini talep ettiği konusunu da eklemek gerekir. Yani "sorunlar sarmalı"…
Erdoğan daha geçen hafta, iki ülke arasında kurulan ama bir türlü işlevsel hâle gelemeyen "Yüksek Düzeyli Stratejik Konsey" işbirliğini iptal ettiğini duyurdu. Bu türlü "sorunlar sarmalı"nı çözebilmek, diyaloğun olmadığı bir ortamda mümkün mü? Ve dün söylemini daha da sertleştirdi; "Şaka yapmıyorum, ciddiyim" haline dönüştürdü.
"Miçotakis diye biri yok!"
İki ülke arasında zaman zaman gerek Ege'deki adaların silahsızlandırılması ile ilgili tartışmalar gerekse hava sahasıyla ilgili karşılıklı suçlamalar gündeme gelirken, ilişkilerdeki son gerginliğe yol açan ya da "fırsat yaratan" durum, Yunanistan Başbakanı Mitsotakis'in ABD ziyareti neden oldu. Mitsotakis, 17 Mayıs'ta ABD Kongresi'nde yaptığı konuşma ve görüşmelerde, Washington'un Atina'ya F-35 savaş uçaklarını satmasını istedi, Ankara'nın F-16 savaş uçaklarının modernizasyonu ve yeni savaş uçakları satın alma projesinin engellenmesini istedi. Erdoğan, 'Artık benim için Miçotakis diye biri yok!' sözüyle kızgınlığını dile getirdi.
Atina gözüyle…
Duruma Atina gözüyle bakalım: Türkiye ile 1950'den bu yana süren bir mücadelesi var. Kıbrıs konusunda uluslararası camianın desteğini almış durumda. Ege ve Akdeniz'de ki hak iddiasını sürdürüyor ve adeta bu alanda Türkiye'yi Antalya körfezine sıkıştırmış durumda. AB üyesi. Söylemde Rusya'ya karşı konuşlandırdığı ABD üslerinin, eylemde Türkiye açısından da 'caydırıcı' bir durum yarattığının farkında…
Uluslararası alanda yalnızlaşan Erdoğan'ın demokrasiyle bağdaşmayan tavrı nedeniyle Türkiye'nin oluşan "itibar kaybını" görüyor. Yaşanan ekonomik sorunlar, insan hakları ihlalleri ve askıya alınan demokrasinin stratejik açıdan "vazgeçilemeyen ülke" olmasına rağmen Türkiye'ye getirdiği "güç kaybı"nın farkında… AB'nin "katalizör" ülkeleri Almanya'nın desteğini aldı. Fransa ile ilişkileri ise son derece özel. Ankara'nın, Biden yönetimi sonrasında Washington'un ilgisini daha az çektiğini de gözlemliyor. Türkiye'nin hava savunma sisteminin yenilenmemesi durumunda önümüzdeki on yıllar içinde Yunanistan karşısında zayıflayabileceği de yapılan hesaplar içinde…
Kimin yararına?
Hem Türkiye'de, hem de Yunanistan'da ilişkiler hep "iç politikaya malzeme" olur. Erken seçim olmaması durumunda Türkiye Haziran 2023'te, Yunanistan da 2023'ün yaz aylarında seçime gidecek. Erdoğan'ın, her seçim döneminde yaptığı gibi kötüleşen ekonomik sorunlar ve içerideki huzursuzluğun üzerini örtmek için ilgiyi dış politikaya, hatta daha da önemlisi 'tarihi hasım' olarak görülen Yunanistan'a çekmesi beklenen bir durum…
Miçotakis açısından ise durum aynı değil. Ülkede köklü bir sol gelenek var. ABD üsleri iç politikada kendisine destek getirmez. Siyasi açıdan şu anda güçlü durumda… Partisi anketlerde önde gidiyor. Türkiye ile yaşanacak gerginlik durumunu sağlamlaştırmaz, hatta sarsabilir. Bu nedenle Yunanistan'ın bu gerginliğe ihtiyacı yok. Sadece Erdoğan Türkiye'sine uluslararası camiadaki itibar kaybı, hamaset söyleminin oluşturduğu kutuplaşmanın kendi lehine gelişmesi ve başarısız dış politikanın yarattığı boşluktan yararlanıyor.
Bu nedenle Yunanistan'a yönelik bir "savaş hâli" ya da savaşın eşiğine gelme durumundan yararlanmak isteyen Miçotakis değil Erdoğan'dır. Sorunları konuşacak mecraları ortadan kaldırarak, ses tonunu yükseltip "kaba diplomasi" kullanarak iç sorunları örtme gayretinin izahı budur. Ama dış politikada olduğu gibi ekonomide de yanlış uygulamalar ve icraatlarla halkın fakirleşmesi, eski tabirle tencerenin kaynamasına engel bir durumun oluşmasının çözümü, Yunanistan'la savaşmaktan geçmiyor. Bu durum içerideki sorunları unutturmuyor, üzerini örtmüyor.
Bu halk da ciddi… Artık şaka yapmıyor.
Zeynel Lüle kimdir?
Zeynel Lüle, 5 Ekim 1957'de babasının hâkim olarak görev yaptığı Sivas'ın Divriği ilçesinde dünyaya geldi. Baba tarafından Malatya, Arguvanlıdır.
1980'de gittiği Fransa'nın Strasbourg şehrinde, Fransızca dil ve edebiyat öğreniminden sonra Strasbourg Üniversitesi Sosyal Bilimler Fakültesi'nde öğrenim gördü.
1983'te Strasbourg'da Hürriyet gazetesinde muhabir olarak çalışmaya başladı ve köşe yazarlığı yaptı. 2000'den itibaren Hürriyet'in Brüksel Temsilcisi olarak görevini Belçika'da sürdürdü. Aynı yıl yayın hayatına başlayan CNN Türk'ün de temsilciliğini üstlendi.
Avrupa Parlamentoları Gazeteciler Birliği'nin (AJPE) Genel Sekreterliği'ni, daha sonra Başkan Yardımcılığı'nı yaptı.
Türkiye'nin 12 kentinde gerçekleşen "AB Sürecinde Yerel Medya" adlı projenin koordinatörlüğünü yürüttü. Türkiye ile Avrupa ilişkilerine haber ve makaleleriyle yaptığı katkı nedeniyle 2001'de Avrupa Birliği Gazeteciler Cemiyeti'nin (AJE) prestijli ödüllerinden Costantinos Kaligaris Ödülü'ne layık görüldü.
2008'de Doğan Kitap'tan yayımlanan, Atatürk'ün yaveri dedesi Ali Metin'in anılarından oluşan "Ali Çavuş"u yazdı. Daha sonra bu kitap "Can Yoldaşım" adıyla genişletilmiş olarak A7 Yayınları'ndan çıktı.
2016 yılının Mayıs-Kasım ayları arasında Basın Konseyi Genel Sekreterliği'ni üstlendi.
Bahçeşehir Üniversitesi İletişim Fakültesi'nde "Yeni Medya Pratikleri" dersi verdi. Haziran 2016'dan itibaren T24'te yazıyor, Tele1'de programlar yapıyor ve Strasbourg yıllarında başlayan müzik çalışmalarını sürdürüyor.
|