DİĞER
"Romanda Minger Adası’na adım attığımız andan itibaren, vebanın ölümle yaşamı ayrılmaz kılan belirsizleştirici ortamında herkesin sanki bir ayağı boşa basıyor. Ne yapsalar, ne düşünseler bir tarafı açıkta kalıyor, yapmasalar olmuyor. Bu dengesizleştirici (barok) unsur bence romanın yapıtaşı."
"Pamuk bireyin belirlediği tarihe ve tarihin belirlediği bireye yeniden dönerek modernleşmeye modern sonrasının çok odaklı açısından bakmakla kalmıyor; tarihi, kurduğu şahsiyetlerin sübjektif değerleri içinde bir kimlik olgusuna dönüştürmeyi başarıyor. VG, Minger adasının ‘tarihi’ni anlatırken tarihin bir benlik olgusu olduğunu yeniden düşünmemizi sağlıyor."
"Pamuk Veba Geceleri’nde roman kişilerini özellikle belirgin kılmamaya özen gösteriyor. Çünkü eserinde hiçbir 'karakter'in genel uluslaşma alegorisinin önüne geçmesini istemiyor. Ama bu yapıldığında da bir ikilem doğuyor. Roman kişileri onlara verilen tarihî, büyük rolleri üzerlerinde taşıyamıyorlar."
"Türkiye’ye Minger Adası’ndan bakmak, bu yer değiştirmenin yaratacağı yabancılaştırıcı etki bize belki yeni bir perspektif kazandıracak, arada benzerlikler keşfetmek, kurguyla gerçeği zaman zaman birbirine karıştırmak zevk de verecektir. Orhan Pamuk da zaten kurguyla gerçeği böyle tatlı tatlı birbirine karıştırmamız için ne gerekirse yapmıştır."
"Bu yazıda romanın 'veba'ya dair içeriğiyle ortaya koymaya çalıştıklarını, 'mikrop'ları da içine alan bilimsellik meselesi çerçevesinde değerlendirmeyi deneyeceğim. Bu süreçte Veba Geceleri romanının 'bilim' ve 'kadercilik'i bir ikili karşıtlık olarak nasıl kurduğunu anlamlandırmaya çalışacağım."
"Orhan Pamuk başrollerden birini yine İstanbul’a vermiştir; her karakteriyle İstanbul’la bir ilişki kurar. Adada olanların yankısının İstanbul’dan duyulup duyulmadığı esas meseledir. İstanbul devlettir, Pakize Sultan’ın babasının ve padişahın orada olmasıyla, 'baba'nın metaforudur. Özlenen ama kavuşulamayan, kucağından indirilip indirilmediği hep bir iç sızısı olandır."
"Veba Geceleri’nde Pamuk tarihî olayları romandaki iç dengeyi bozacak kadar uzun uzadıya anlatıyor. Anlatıcının tarihçi ve “amatör” bir romancı olması ise ne yazık ki durumu kurtaramıyor."
“İnsanlığın acılarının kaynaştığı Pandora kutusundan Yunanlılar bütün ötekilerden sonra hepsinin en korkuncu olan umudu çıkarmışlardı. Bundan daha duygulandırıcı simge bilmiyorum. Çünkü umut, inanılanın tersine, boyun eğişle eşdeğerdir. Yaşamaksa boyun eğmemektir.”
"Edebiyatta salgının ne işe yaradığını anlamak için, salgın zamanında edebiyatın ne işe yaradığını da düşünmemiz gerekir. Ve işte şimdi bu şansı yakaladığımız nadir zamanlardan birinden geçiyoruz. Edebiyatta salgın, bize olağan ve sıradan olanın olağanüstülüğünü gösterirken, salgında edebiyat sıradan olanın kıymetini hatırlatıyor. "
"Çok sevdiğim, bu kasvetli günlerde ufkumu (yahut hiç olmazsa duvarlarımı!) aydınlatan hat san’atı ile veba arasındaki ilişkinin ilginç ve iç açıcı bir konu olacağı kanaatindeyim. Nasıl bir ilişki mi? Vebaya karşı duâların (tâun duâsı) san’atlı bir şekilde yazıldığı hat eserlerinden bahsedeceğim kısaca."
"Her birimizin kader iplerinin bir diğerimizin ellerine sıkı sıkıya bağlı olduğunu ilk kez hissediyoruz, yaşıyoruz. Bu derece boğucu bir duyguyu hiç deneyimlememiştik. Aslında işlerin hep böyle yürüdüğünü görmemiz için bu denli açık bir deneyime ihtiyacımız varmış anlaşılan – mış demek için henüz erken belki, pek duruma aydığımız söylenemez."
Albert Camus haklı olsaydı, bir ülkeyi tanımak için orada insanların nasıl seviştiğine ve öldüğüne bakmak yetseydi, Türkiye hakkında ne düşünürdük?
Daha Fazla
© Tüm hakları saklıdır.
↑ Yukarı çık