20 Ağustos 2024

Sağduyuyu yitirdikçe her şey çirkinleşiyor

Doğru, akla uygun yargılar verme yetisi olan sağduyumuzu yitirdikçe her şeyi çirkinleştirmeyi hızlandırmakta olduğumuzu ne yazık ki göremiyoruz

Son bir hafta içerisinde birisi Ankara'da Türkiye Büyük Millet Meclisi'nde, ikisi İzmir kaynaklı üç olay yaşadık ve her üç olayın sonucunda da özellikle sosyal medya üzerinden yazılanlar sonrasında bu yazıyı yazmak bir anlamda şart oldu. Her geçen olayla birlikte ülke olarak biraz daha fazla sağduyumuzu kaybettiğimizi ve bunun yarattığı tahribatın giderek daha da fazla çoğaldığını üzülerek söylemek zorundayım. Türk Dil Kurumu sözlüğüne göre sağduyu; doğru, akla uygun yargılar verme yeteneği, aklıselim, hissiselim anlamlarına gelmektedir. Aynı zamanda doğru ile yanlışı birbirinden ayırma ve doğru yargılama gücü gibi anlamlara da sahiptir. Wikipedia'ya göre ise sağduyu; insanın kişisel günlük yaşantısından edindiği görüş, duyuş, davranış ve düşünüş biçimlerinin tümüdür. Bir yanıyla maddecilikle uyuşan sağduyu, diğer yanıyla metafizik bir özellik taşır. Çünkü, doğrudan gündelik pratikte sınırlandığından, nesnelerin ve süreçlerin özüne inmez.

Sağduyu kavramının altını biraz daha fazla kalın çizgiler ile çizmemiz gerektiği kanaatindeyim. Yaşadıklarımız sonrasında vasatlığın yarattığı büyük tahribat ile sağduyunun yerini bireysel suçlamalara bıraktığını ve bu durumun da çözümü değil çözümsüzlüğü biraz daha fazla arttırdığını görmekteyiz. Tabii bir de bu duruma toplumsallaşma süreci içerisinde bireylerin aynı toplumun içerisinde farklı şekillerde bulunmakta olduklarını da eklemek durumundayız. Bir başka ifadeyle aynı toplumun içerisinde birbirinden çok farklı şekillerde toplumsallaşan ve hayatı bambaşka şekillerde yaşamak isteyen bireylerin varlığı ile karşı karşıyayız. Ne yazık ki ülkenin siyaseten yaşadığı kutuplaşma ikliminin hayatın her alanına sirayet ettiği ve yaşanan bütün olaylar karşısında da yine bu iklimin etkilerini ağır bir biçimde hissettiğimiz bir ortam içerisinde yaşamak zorunda kalmaktayız.

TİP Milletvekili Ahmet Şık'ın AKP sıralarına işaret ederek, "Bu ülkenin en büyük terör örgütü buradaki sıralarda oturanlardır" sözleri üzerine AKP'li Alpay Özalan kürsüye gelerek saldırıda bulundu.

Örnek olaylarımızın ilki 16 Ağustos Cuma günü Can Atalay hakkında Anayasa Mahkemesi kararı sonrasında Türkiye Büyük Millet Meclisinin olağanüstü toplantısı sırasında yaşandı. Kürsüde Ahmet Şık konuşurken Alpay Özalan'ın müdahalesi sonrasında yaşanan gelişmeler ve bu gelişmelerin hem ekranlarda hem de sosyal medya üzerindeki yansımaları dikkat çekiciydi. Başkanlık sistemine geçiş sonrasında meclisin işlevlerinin değiştiğini bir türlü fark edemeyen ve hâlâ konfor alanından çıkmak istemeyen muhalefet partileri açısından yaşananlara verilen yanıtın, bilindik ezberleri bozmadığını söylemek durumundayım. İktidar açısından ise hakaretamiz ifadeler üzerinden yapılan açıklamaların ve gereğinin yerine getirildiği şeklindeki ifadelerin de tutarsızlığını unutmamaları gerektiğini kendilerine hatırlatmak isterim. Özgürlüğü kendi istediğiniz şekilde belirlediğiniz andan itibaren söylenenler karşısındaki tepkileriniz de yine bu sınırlar içerisinde anlam kazanır. Buna karşın sizin söylemekte özgür olduklarınızla karşınızdakilerin söylemek de özgür oldukları arasında bir farklılık olduğunu, elinizdeki iktidar belirleyecek olursa bu yaşananların adı özgürlük olmaz. Bir diğer önemli husus, belirtilen şekilde bir üslubun meclis iç tüzüğü çerçevesinde karşılığının olduğu gerçeğini de göz ardı etmemek durumundayız. Yani şiddet içeren söylemler ve hakaretamiz ifadelerin karşılığını vermek için şiddet kullanmak gibi bir lüksümüz yoktur!

Ülkenin televizyonlarının uzun bir zamandır ikiye ayrıldığını ve iktidar yanlısı ekranlar ile muhalefet yanlısı ekranlar arasında bölündüğünü (muhalefet yanlısı az sayıda ekran olmakla birlikte özgül ağırlıklarının iktidara tahsis edilen ekranlardan daha fazla olduğunu da göz ardı etmemeliyiz) ve buraları seyre dalanların kendilerine hitap edilen Türkiye hakkında başka bir algıya sahip olmaya başladıklarını söyleyebiliriz. Bu durum ne yazık ki mecliste yaşanan görüntüler sonrasında da devam etti ve ekranlara çıkan yorumcular, yine bu minvalde kendi durdukları yer üzerinden ahkam kesmek suretiyle doğru ve gerçek olanı değil olan hakkındaki algıyı işlemeyi sürdürdüler. Benzer süreç sosyal medya üzerinden de yürütüldü ve orada da ikiye bölünme hali hızla sürdü. Hızla sürmesinin ötesinde asıl rahatsızlık verici olan yan ise her iki kesimin yazdıklarının büyük bir kısmının da sağduyunun çok uzağında bir yerlerde ortak bir payda altında buluşabilme ihtimalini yok edici bir anlayışı destekleyen yorumlar içeriyor olmasıydı.

İkinci örnek olay yine Cuma günü içerisinde İzmir Karşıyaka'da Yamanlar dağında yaşanan yangın sonrasında ortaya çıktı. Öncelikle ülkenin üç büyük kentinden bir tanesi olan İzmir'de yangının çok ama çok sonrasında haber bültenlerine konu olduğunu belirterek başlamak zorundayım. İkinci olarak yangını yakından hissetmiş bir kişi olduğumu da belirtmeliyim. Çünkü yangının yaşandığı yerdeki ormanlık alanı ve daha sonra yerleşim yeri olarak belirtilen mahalleleri gayet yakından biliyorum ayrıca halen Karşıyaka'da ikamet ediyorum. Bu üzücü olay karşısında da yine benzer tuhaf yorumlar sosyal medya üzerinden dolaşıma sokuldu. Ülkenin bir kentinde yangın yaşanıyor ve alevlerle, rüzgarla mücadele ediliyorken, gerçekten kötülükten başka hiçbir işi gücü olmayanlar, etrafa nifak tohumları saçmayı sürdürüyorlar. Bu kötülük kumkumaları için söylenecek çok fazla şey yok, çünkü bunlara ne desek az kalacaktır! İzmir kentinde yangın olunca kurtarmak için Mustafa Kemal'i göreve çağırsınlar diyebilecek kadar alçalmış olanlara söylenecek bir şey yoktur. Ya da rakı şişeleri ile yangını söndürmeye koşturabilirler şeklindeki ifadeler ile kendilerini bir yerlere koyduklarını zanneden gafiller için Allah akıl fikir versin lafı bile az kalır! Lakin buradaki asıl mesele ülkenin içerisinde yaşananların yansımalarını her olayda nasıl elim bir biçimde iliklerimize dek hissetmek durumunda kalıyor olmamızdır. Yeşile, ağaca, hayvana, doğaya, insana ve özellikle de kendi ülke insanına bu kadar düşman olan başka bir kitle dünyada var mıdır diye sormadan edemiyor insan?

Son olay ise Pazar gecesi Göztepe ile Fenerbahçe kulüpleri arasında Gürsel Aksel stadyumunda oynanan karşılaşmada yaşandı. Maça biletleri olduğu halde alınmayan Fenerbahçeli taraftarların sosyal medyada yaptıkları paylaşımlar çok ses getirdi ve bu yazıyı yazdığımız ana kadar bu taraftarların neden stadyuma alınmadıkları ile ilgili olarak resmi olarak yapılmış bir açıklamanın olmadığını belirtmeliyiz. Biletli taraftarların stadyuma sokulmamaları ve biber gazına maruz kalmaları hakkında il emniyet müdürlüğünün ve valiliğin bir açıklama yapmaları gerekmektedir. Öte yandan maç içerisinde maç oynanırken Fenerbahçe başkanı Ali Koç'un taraftarlarının yanına gitmek için sahanın içerisinden geçmesi ve bu sırada kendisine yabancı maddelerin atılmasının yanı sıra bir Göztepe yöneticisinin kendisini arkadan gelerek vurması sonrasında yere düşmesi, çok büyük bir olaydır. Bu olay sonrasında da yine benzer şekilde kutuplaşmaların yaşandığını ve her açıklama yapanın kendi penceresi üzerinden var olan durumu normalleştirmeye çalıştığını bir kez daha görmüş olduk. Öncelikle böylesi bir olay hakkında yapılan yorumların büyük bir çoğunluğunun ne yazık ki var olan durumun vahametini açıklamaktan çok ama çok uzak olduğunu belirtmeliyiz. Bu bakış açısının spor sahalarında şiddetin normalleştirilmesine katkı vermekten ve kutuplaştırmaktan başka bir işe yaramayacağını da eklemeliyiz.

x. Sürekli olarak kutuplaştırıcı bir anlayışın dolaşıma sokulmasına katkıda bulunuyor ve yaşananlar hakkında tartışmak yerine, kendi doğrularımızın mutlak şekilde gerçek olduğu yargısını, karşı tarafa dayatmaya çalışıyoruz. Sağduyu kayboldukça toplum olma vasfımızı da yitirmekte olduğumuz gerçeğini ıskalıyoruz. Kötülüğün hızlanmasına katkıda bulunuyor hiç değilse normalleştirilmesine olanak sağlıyoruz. Belki de her şeyin ötesinde birlikte yaşayabilme irademizi de sekteye uğratıyoruz.

Bir öneri:

Bir zamanlar yeşil olan bölgenin yeniden yeşillendirilmesi için el birliğine ihtiyacımız var. Bu noktada sağduyu göstermek suretiyle bütün tuşlara birden basmamız icap ediyor. İzmir Büyükşehir Belediye Başkanı Sayın Cemil Tugay'a İzmir'in tüm sanatçılarını, akil insanlarını bir araya toplama önerisinde bulunuyorum. Bu birliğin içerisine daha önceden İzmir Büyükşehir Belediye başkanlığına aday olanların da yer almasında büyük yarar olacaktır. Tüm ülkeye İzmir'in neden farklı ve özel olduğunu bu vesile ile bir kez daha göstermenin tam sırasıdır. Bunun için önümüzdeki 9 Eylül tarihi çok da müthiş bir başlangıç olarak yeniden ortaya konabilir. Yangından zarar gören tüm bölgelerin yeniden yeşillendirilmesi için adım atmaya şimdiden başlayanlar olduğunu gayet iyi biliyorum ki burada önemli olan koordinasyonu doğru sağlayabilmek ve sinerjiyi devreye sokabilmektir. İzmir'in dağlarında çiçekler açabilmesinin yolu biraz da bu gücü kullanabilmekten geçecektir.

Ahmet Talimciler kimdir?

Ahmet Talimciler, 1970 yılında İzmir Karşıyaka'da dünyaya geldi. Karşıyaka spor kulübünün minik ve yıldız takımlarında, Tarişspor kulübünün genç takımında oynadı. 1988 yılında Ege Üniversitesi Coğrafya bölümüne kaydoldu ve iki yıl burada okuduktan sonra tekrar sınava girerek aynı üniversitede Sosyoloji bölümünü kazandı. 

1994 yılında "Futbolun Toplumsal İşlevi" başlıklı lisans teziyle bölümden mezun oldu. Ardından Ege Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsünde 1998 yılında Türkiye'de Futbol Fanatizmi ve Medya İlişkisi başlıklı yüksek lisans tezini, 2005 yılında da Türkiye'de Futbol ve İdeoloji İlişkisi başlıklı doktora tezini tamamladı. 

2001 yılında Milliyet Gazetesi Sosyal Bilimler ödülünü kazandı. 

1996 yılında Araştırma Görevlisi olarak başladığı Ege Üniversitesi Sosyoloji bölümünden 2019 yılında ayrılarak İzmir Bakırçay Üniversitesi Fen- Edebiyat Fakültesi Sosyoloji Bölümü Uygulamalı Sosyoloji ana bilim dalına profesör kadrosuyla geçiş yaptı. Halen aynı üniversitede görev yapmayı sürdürmektedir.

Son yirmi yılda yerel ve ulusal düzeyde gazetelerde, internet sitelerinde yazmıştır. Mart 2016'dan bu yana T24'te başta spor ve gündelik hayata ilişkin olmak üzere gündeme ilişkin yazılar yazmaktadır. Karşıyaka Belediyesinin çıkartmakta olduğu Gazete Karşıyaka'nın yazarlarındandır.

Bir diğer önemli tutkusu ise radyo yayıncılığıdır, üç yıl boyunca TRT İzmir Kent Radyosunda Sporun Arka Planı programını hazırlayıp sunmuştur. Halen TRT Türkiye'nin Sesi Radyosu Memleketim FM'de Spor Daima programına cuma günleri konuk olmayı sürdürmektedir. YouTube üzerinden yayınlanmakta olan Geek Futbol programının da yorumcularından birisidir. Evli ve spor tutkunu bir çocuğun babasıdır. 

Kitapları

- Türkiye'de Futbol Fanatizmi ve Medya İlişkisi (2003,2014, Bağlam Yayınları)

- Sporun Sosyolojisi Sosyolojinin Sporu (2010,2015, 2018, Bağlam Yayınları)

- Futbol Yazıları (2017, Bağlam Yayınları)

- Türkiye'de Futbol En Az Futboldur (2020, Spor Yayınevi ve Kitabevi)

- Saçmanın İktidarı (2021, Sakin Kitap)

- Beklentilerin Tersine Çıktığı Alan: Eğitim (2022, Sakin Kitap)

- İlkelerimizi Kim Yazacak? Cem Can Yazıları (Yayına Hazırlayan- 2012, Moss Spor)

- Fair Play Yemin İstemez (Yayına Hazırlayan- 2012, Moss Spor) 

- Şiddet, Şike ve Medya Kıskacında Futbol ve Taraftarlık (2015, Litera Türk Academia, Müge Demir ile)

- Football in Turkey (Editör- 2016, PL Academic Research)

 

 

Yazarın Diğer Yazıları

Yirmi Birinci Yüzyıl İçin Türkiye'nin Fabrika Ayarları

Son derece doyurucu ve bir o kadar da öğretici bir çalışma var elimizde. Çalışmanın Türkiye'nin ekonomik serüveninin başlangıcından günümüze kadar nasıl bir seyir izlediğini öğrenmek isteyenler açısından ufuk açıcı olduğunu söyleyebilirim

Altındaki yerin kaydığından bihaber olan ülke insanları

Hukuka ilişkin olup bitenler, ekonomik dalgalanmalar veyahut ülkenin demokratik bir yapı içerisinde olup olmaması karşısında görüşleri olan ve buna dair yaklaşımları bulunanların sayısı çoğunluğu oluşturmuyor. Bu ise beraberinde ortak bir birliktelik üzerinden geleceği inşa etme meselesi karşısında bir araya gelebilmeyi ve yaşanan olumsuzluklar konusunda örgütlü olabilme halini engelliyor

Balon patladı

"Başarı gelirken yapılan hataların üzerini örtmek ve konuşanların sesini bastırmak kolaydır. Buna karşın başarısızlık sonrasında eleştiriler artar ve başarısızlığın faturasının birilerine kesilmesi gerekliliği ortaya çıkar. Burada liderin, oyuncularını feda etmek yerine sorumluluğu üstüne alması beklenir."

"
"