13 Aralık 2024

Aksiyon sinemasında çekici ve modern bir zirve

'Avcı Kraven'de pek uyum sağlamayan, karmaşık ve biraz zıt motifler olduğunu biliyorum. Ama belki bu filmin gücünü oluşturan asıl öge. Bunca tema içinde böylesine çekici bir filme ulaşmak... Kolay olabilir mi?

AVCI KRAVEN

X X X

(Kraven the Hunter)

Yönetmen: J. C. Chandor
Senaryo: Richard Wenk, Art Marcum, Matt Holloway
Görüntü: Ben Davis
Müzik: Evgueni Galperine, Sacha Galperine, Benjamin Wallfisch
Oyuncular: Aaron Taylor-Johnson, Fred Hechinger, Russell Crowe, Ariana DeBose, Christopher Abbott, Alessandro Nivola, Levi Miller, Billy Barratt, Chi Lewis-Parry, Michael Shaeffer, Evgueni Galperine, Murat Seven

Columbia- Marvel yapımı, 2024

İşte haftanın ve son günlerin en güzel sürprizi. Hayal kırıklığı yaratan yerli-yabancı kimi filmlerden sonra, 100. yılını (hâlâ ve inatla) kutlayan Columbia ve fantastik filmlerin yuvası Marvel’in birlikte kotardıkları bu film, gerçekten aksiyon sinemasının en güzel örneklerinden birini sunuyor. Ve keyifle izleniyor.

Film Rusça konuşmalarla açılıyor. Ve bize o ülkenin büyük bir cezaevini gösteriyor. Korkutan tipler; özel bir jimnastik alanı, azgın bir suçlu... Ki sonunda cezaevinden kaçar. Damdan dama uçarak...

Ve birden Rusça biter, İngilizce başlar. Aynı zamanda jenerikle birlikte, 16 yıl öncesine gidilir. Bir okulu ve genç öğrencilerini tanırız. Aynı zamanda hikâyenin ana kahramanı, Rus kökenli Kravinovv ailesini... Baba Nikolai Kravinovv, iki oğlu Sergei ve Dmitri... Ayrıca siyahi dilber Calypso, sessiz sedasız görünümünün altında bedeni tam timsah derisi taşıyan ürkünç Aleksei... Ki bu nedenle Rhino diye anılır. (Rhinoceros: Timsah.)

Baba Nikolai bu garip ailenin en zalim kişisidir. Öyle ki oğullarını bile sürekli haşlar. Sergei ve Dmitri böylece en sert koşullarda büyürler. Rus çayırlarında geyik avlanır ama karşılarında olmadık canavarlar da bulurlar. Sürü halinde saldıran gergedanlar, aslanlar, kurtlar, vs. Hayvanların -ki hemen hepsi teknolojiyle yaratılmışlardır- perdede görünümü filme etkili bir doğal yaklaşım ekler. Bu arada bu ‘hayvan kullanımı’nı oldukça aşırı bulduğumu da söyleyeyim.

Ve böylece hepsinin 16 yıl önceki gençliklerini gördükten sonra, günümüze döneriz. Sergei iyice büyümüş, bedenini olabildiğince geliştirmiş, dünyaya meydan okuyan bir enerji ve güç kazanmıştır. Bir ara babayla barışır, birlikte piyanoda Tony Bennett şarkıları söylerler!.. Arada Londra’ya geçilir. Ki oradaki aksiyon sahneleri için tek bir sözcük kullanılabilir: Müthiş!

Ve Sergei kötülüğe, şiddete ve haksızlığa karşı bir savaşıma girer. Gücüyle aklını birleştirerek; bunu bir büyük av haline getirerek... Böylece film asıl çizgisine oturur. Ve fantastik sinemanın sonsuz sınırları içinde, aslında insancıl bir mesaj vermeye çabalar.

 Bu arada birden işin içine Türkler karışır!.. Adam kaçıran birinden, Ömer Özdemir’den söz edilir. Her kimse! Söylentiye göre Ankara’da bir kalede saklanmaktadır. İşin içine Türklerin böyle dalması, acaba Russell Crowe’un dostluğundan olmasın? Gerçekten de Crowe 2014 yılında bizzat yönetip oynadığı ve ayrıca kadrosunda Yılmaz Erdoğan, Cem Yılmaz, Salih Kalyon gibi oyuncularımızın boy gösterdiği Son Umut filminden sonra tam bir Türk dostu olmamış mıydı? Kimi sahnelerin birden bizim Sümela manastırına sıçradığını da belirteyim. Bir ihtimal o dostluğun bir devamı olarak!

İki kardeşin ilişkileri filmin son bölümünde ağırlık kazanır. Hâlâ masumiyetini koruyan ve kendisini müziğe adayan Dmitri, konser bile verir. Ama sonunda o da ağabeyinin sertliğine geçmeyi seçer. Nasıl, niçin? Ve hangi sonuçlarla? Bunu filmin son bölümünde göreceksiniz.

Tüm bu anlattıklarımın pek uyum sağlamayan, karmaşık ve biraz zıt motifler olduğunu biliyorum. Ama belki bu filmin gücünü oluşturan asıl öge. Bunca tema içinde böylesine çekici bir filme ulaşmak... Kolay olabilir mi?

Oyunculara da değinmek isterim. Aaron Taylor-Johnson, Russell Crowe, Ariana DeBose, Alessandro Nivola gibi tanıdık isimlerin hepsi çok iyi. Yönetmen J. C. Chandor ise 2004’ten beri çalışıyor. Margin Call- Oyunun Sonu, All is Lost- Sona Doğru, A Most Violent Year- Şiddet Yılı gibi hepsi ilgi gören filmleri yazıp yönetmiş. Bu da belki zirve-filmini oluşturabilir.

Atilla Dorsay kimdir?

Atilla Dorsay. 1939 İzmir, Karşıyaka'da doğdu. Çocukluğu zor savaş yıllarında geçti. O yıllardan her şeyin karneyle alındığını, radyolardan yayılan savaş haberlerini ve ilk sinema deneyimlerini oluşturan savaş üzerine filmleri hatırlıyor.

10 yaşındayken ailesi sırf onu Galatasaray Lisesinde okutabilmek için İstanbul'la göç etti. Böylece Fransız kültürüyle yetişti.

Güzel Sanatlar Akademisi'nde (şimdiki Mimar Sinan Üniversitesi) mimarlık okudu. Hayatta her koşulda koruduğu estetik bakışını bu temele borçlu olduğunu söyler.

Rehberlik, gazetecilik ve eleştirmenlik yaptı.

1966'da başladığı Cumhuriyet gazetesindeki yazılarını 27 yıl boyunca sürdürdü.

Bu aralıkta Leman Dorsay'la evlendi. İki çocuk ve üç torunu oldu.

Sonraki yıllarda Cumhuriyet'ten kendi isteğiyle ayrıldı. Kısa bir süre için Milliyet'te devam eden ve hâlâ süren dergi yazarlığı yaptı.

Yeni Yüzyıl'da yepyeni bir gazeteyi yaratmanın keyfini yaşadı. Daha sonra Sabah gazetesinde devam etti. Buradan kendi deyimiyle, "ilkesel bir tavırla" ayrıldı: Bir yazısında, (Emek Yoksa Ben De Yokum) okuruna Emek sineması üzerine verdiği bir sözü tutmak için.

Dorsay, 2013'ten beri, "Özgür, serbest, hiçbir konu, yer ve zaman kısıtlamasına tabi olmadan... Ama artık maaşsız!.. Ve çok yakında tam on yılını dolduracak olan..." sözleriyle işaret ettiği T24'te yazıyor.

Dorsay'ın kültür-sanata dair birçok alanda çabaları oldu. İKSV'de çalışıp yıllar boyu İstanbul Sinema Festivali'nin kadrosunda yer aldı. Dünya çapında sayısız ünlüyü basın toplantılarında sundu, söyleşiler yaptı, fotoğraflarını çekti.

TRT'de, hem haftalık müzik programları yaptı, hem de filmler sundu. Özellikle sinemanın 100. yılının kutlandığı 1995 yılı ve sonrasında sayısız klasiği Murat Özer, Alin Taşçıyan, Müjde Işıl gibi genç meslektaşlarıyla birlikte tanıttı.

Sinema Yazarları Derneği'ni (SİYAD) kurdu ve uzun yıllar başkanlığını yürüttü. Ödül gecelerini özenle seçilmiş sunucular ve müzisyenlerle sundu. Yine kendi sözleriyle; "zamanı geldiğinde tüm bu görevleri genç arkadaşlarına bırakmayı da ihmal etmedi".

Dorsay'ın en büyük üretimleri kitapları. 1970'lerden itibaren eleştirisini yazdığı tüm filmleri Türk ve yabancı sinema olarak tasnif ederek pek çok kitapta topladı. Bu kitaplar, son 50 yılın bir dökümü niteliği taşıyor.

Aynı zamanda İstanbul, Beyoğlu, şehircilik; biyografiler (özellikle Türkan Şoray ve Yılmaz Güney), söyleşiler, seyahat notları, hikâye, hatta şiirler de yazdı.

Müzik merakını görkemli bir arşivle birlikte sunduğu bir eser yayımladı. Ne Şurup Şeker Şarkılardı Onlar adıyla yayımlanan bu kitap, 20. yüzyıl pop-müzik tarihini anlatıyor.

Tartışmalar, Polemikler, Kavgalar adı kitabı Eylül 2022'de yayımlandı.

Kitaplarının sayısı şimdilerde 60'ı aştı, ama daha sayısız projesi var. T24 Yazıları -Pandemi Günlerine Doğru: Sanat ve Siyaset Ekim 2023'te, "Unutulmaz İnsanlarımızla Konuşmalar" ve "Benim Sevgili ‘6 Silahşörler’im" 2024'te okurla buluştu. Ardından daha birçoğu da gelecek. Kendisinin dediği gibi "Allah kısmet ederse!.."

 

Yazarın Diğer Yazıları

Canlandırma sinemasına Disney el atarsa ne olur?

'Mufasa Aslan Kral' filminde; canlandırma hayvanların yüzlerinde, insan yüzlerinde görmeye alıştığımız tüm o ifade zenginliği vardır. İşte bu belki de o eskimeyen Disney damgasıdır ve filmin değerini bu yapar

Gizemli bir ‘sanat filmi’: Sevsek mi sevmesek mi?

"On Saniye" filmi sadece iki kadının bitmeyen diyalogları üzerine kuruludur. Bir sanat filmi için bile tam bir handikap! Kendi adıma şunu söyleyebilirim: Bunca lafı etmem bile, filme özel nitelikler kazandırmıyor mu?

Son dönemin en büyük düş kırklığı getiren filmi

Her şeyin sonuç olarak bir özenti gibi durduğu "Hain"de, cesetler birbiri ardına geliyor. Sonu yok sanki... Sonunda bir tek başkan, yani Haldun Dormen sağ kalıyor. Acaba ona olan saygıdan mı dersiniz?

"
"