01 Kasım 2024

Bir ustadan ölüm ve ötanazi üzerine cesur bir film

Film görkemli bir melodram tadı içeriyor. Konuşmalar oldukça edebi; yani yer yer suni (yapay) kaçıyor. Ayrıca dünyamızın gidişi üzerine de ahkam kesiliyor. Ama belki en önemli yanı, iki kadının o inanılması zor ilişkisi

YANDAKİ ODA   

X  X  X

(The Room Next Door)

Yönetim ve senaryo: Pedro Almodovar
Görüntü: Eduard Grau
Müzik: Alberto İglesias
Oyuncular: Julianne Moore, Tilda Swinton, John Turturro, Alex Hogh Andersen, Alessandro Nivola, Esther McGregor, Victoria Luengo

Warner Bros filmi, 2024

İşte yılın en iddialı filmlerinden biri... 1951 doğumlu İspanyol yönetmeni Pedro Almodovar’ın uzunca bir sessizlikten sonra ve 73 yaşında çektiği film, aynı zamanda onun ilk İngilizce filmi... Ayrıca son Venedik festivalinden de bir Altın Aslan’la dönmüş. Ve kadronun başında da iki büyük oyuncuyu, Julianne Moore ve Tilda Swinton’u içeriyor. Daha ne istenir?.. Amerikalı yazar Sigrid Nunez’in What Are You Going Through adlı ve 2020’de yayınlanmış bir romanından çekilen film, tümüyle NewYork kentinde geçiyor.

Hikâye gençliklerinde aynı dergilerde ve benzer amaçlarla çalışmış iki kadının ilişkilerini anlatıyor. Dönemin Paper Magazine’i gibi... Martha (Tilda Swinton) ve İngrid (Julianne Moore) zamanında yapmadık iş bırakmamışlar. Öyle ki Martha şöyle diyor: “Ben savaş ve adrenalin meraklısı bir gazeteciyim.” İngrid zamanla kendisini yazarlığa vermiş, birkaç kitap yazarak büyük ilgi görmüş. Ama o günler hep belleklerinde... Biri savaş muhabiri olarak Bağdat’a gitmiş. Öbürü Bosna Savaşı’na... Sanki günümüzde bize büyük bir cesaretle Gazze’den haberler taşıyan Fulya Öztürk’ten farkları yok!..

Yandaki Oda filminden bir sahne

Ama zaman geçmiştir. Ve Martha ağır bir hastalığa yakalanmıştır. Bir rahim kanseri; hem de 3. evrede...Bu onun deyişiyle ‘bir öfori ve depresyon’ dönemidir. Kurtuluşu olmayan bir hastalık onu alabildiğine kötümser kılmıştır. Arada ikisinin de aynı erkeğe, Damian’e (John Turturro) âşık olduğu bir dönem vardır. Ki o da yeniden arz-ı endam eder. Martha’nın artık tek derdi “onurlu bir şekilde gitmek”tir. Şöyle diyecek kadar da karamsardır: “Kendimi ben önce haklasam, kanser beni haklayamaz.” İngrid’in yanıtıysa şöyle olur: “Seni ölü bulacak kişi ben olabilir miyim?

Martha’nın eski ve emsalsiz dostu İngrid’den temel bir isteği vardır: Ölürken yakınında olması.  Örneğin yan odada!.. Bunun için Martha, Batı’da yaygın bir ölüm biçimi olan ötanazi (bir insanın bilimsel olarak ölümünü isteyip elde etmesi) yoluna başvurur. Demek ki ana tema budur: Ölüm üzerine değil, ölümün zamanı, şekli, nedeni ve tarzı üzerine bir film... Ve de en estetik bir ölüm biçimi bulup perdeye getirmek... Artık kaderleri birbirine böylesine bağlanmış iki kadın ortak zevkler tadarlar: TV’de Buster Keaton (eski komedi ustalarından) filmi ya da Meçhul Bir Kadından Mektuplar klasiği izlemek; Virginia Woolf’un yazarlığını anmak, vs.

Yandaki Oda filminden bir kare

Araya başka karakterler girer. Belki en önemlisi Martha’nın kızı. Ki onu istediği gibi yetiştirememiş, gereken sevgiyi gösterememiştir. Ve olsa olsa nefretini kazanmıştır. Ayrıca yakışıklı Fred. Vaktiyle Vietnam’a katılmış mahzun bir genç adam. Ki filmde bir yangında boşuna kendini feda eder. Güzel karısını arkada bırakanak... Gay bir gazeteci çifti... Arada gözüken çok çekici bir jimnastikçi. Ve başka yan kişiler.

Film sonuç olarak görkemli bir melodram tadı içeriyor. Konuşmalar oldukça edebi; yani yer yer suni (yapay) kaçıyor. Ayrıca dünyamızın gidişi üzerine de ahkam kesiliyor. Ama belki en önemli yanı, iki kadının o inanılması zor ilişkisi. Kolayca bir filmi alıp götüren bir ilişki. Film en çok onlar sayesinde unutulmazlaşıyor. Julian Moore İngrid’de hala çok çekici. Oyunculuğu hep ilgi çekmiş olan Tilda Swinton ise bir başka alem...O kendine özgü fiziğiyle kadın, erkek veya çocuk olabiliyor. Hele finalde öyle bir kişiliğe bürünüyor  ki...

Yandaki Oda filminden bir sahne

Sonuç olarak John Turturro’yu da katarsak, üç büyük oyuncu filmi alıp götürüyor. Kusursuz bir film değil belki... Ama insanı ölüm kavramı üzerine ciddi biçimde düşündürüyor. Sadece bu bile görülmesi için bir neden... 


YARIN: ANORA

Atilla Dorsay kimdir?

Atilla Dorsay. 1939 İzmir, Karşıyaka'da doğdu. Çocukluğu zor savaş yıllarında geçti. O yıllardan her şeyin karneyle alındığını, radyolardan yayılan savaş haberlerini ve ilk sinema deneyimlerini oluşturan savaş üzerine filmleri hatırlıyor.

10 yaşındayken ailesi sırf onu Galatasaray Lisesinde okutabilmek için İstanbul'la göç etti. Böylece Fransız kültürüyle yetişti.

Güzel Sanatlar Akademisi'nde (şimdiki Mimar Sinan Üniversitesi) mimarlık okudu. Hayatta her koşulda koruduğu estetik bakışını bu temele borçlu olduğunu söyler.

Rehberlik, gazetecilik ve eleştirmenlik yaptı.

1966'da başladığı Cumhuriyet gazetesindeki yazılarını 27 yıl boyunca sürdürdü.

Bu aralıkta Leman Dorsay'la evlendi. İki çocuk ve üç torunu oldu.

Sonraki yıllarda Cumhuriyet'ten kendi isteğiyle ayrıldı. Kısa bir süre için Milliyet'te devam eden ve hâlâ süren dergi yazarlığı yaptı.

Yeni Yüzyıl'da yepyeni bir gazeteyi yaratmanın keyfini yaşadı. Daha sonra Sabah gazetesinde devam etti. Buradan kendi deyimiyle, "ilkesel bir tavırla" ayrıldı: Bir yazısında, (Emek Yoksa Ben De Yokum) okuruna Emek sineması üzerine verdiği bir sözü tutmak için.

Dorsay, 2013'ten beri, "Özgür, serbest, hiçbir konu, yer ve zaman kısıtlamasına tabi olmadan... Ama artık maaşsız!.. Ve çok yakında tam on yılını dolduracak olan..." sözleriyle işaret ettiği T24'te yazıyor.

Dorsay'ın kültür-sanata dair birçok alanda çabaları oldu. İKSV'de çalışıp yıllar boyu İstanbul Sinema Festivali'nin kadrosunda yer aldı. Dünya çapında sayısız ünlüyü basın toplantılarında sundu, söyleşiler yaptı, fotoğraflarını çekti.

TRT'de, hem haftalık müzik programları yaptı, hem de filmler sundu. Özellikle sinemanın 100. yılının kutlandığı 1995 yılı ve sonrasında sayısız klasiği Murat Özer, Alin Taşçıyan, Müjde Işıl gibi genç meslektaşlarıyla birlikte tanıttı.

Sinema Yazarları Derneği'ni (SİYAD) kurdu ve uzun yıllar başkanlığını yürüttü. Ödül gecelerini özenle seçilmiş sunucular ve müzisyenlerle sundu. Yine kendi sözleriyle; "zamanı geldiğinde tüm bu görevleri genç arkadaşlarına bırakmayı da ihmal etmedi".

Dorsay'ın en büyük üretimleri kitapları. 1970'lerden itibaren eleştirisini yazdığı tüm filmleri Türk ve yabancı sinema olarak tasnif ederek pek çok kitapta topladı. Bu kitaplar, son 50 yılın bir dökümü niteliği taşıyor.

Aynı zamanda İstanbul, Beyoğlu, şehircilik; biyografiler (özellikle Türkan Şoray ve Yılmaz Güney), söyleşiler, seyahat notları, hikâye, hatta şiirler de yazdı.

Müzik merakını görkemli bir arşivle birlikte sunduğu bir eser yayımladı. Ne Şurup Şeker Şarkılardı Onlar adıyla yayımlanan bu kitap, 20. yüzyıl pop-müzik tarihini anlatıyor.

Tartışmalar, Polemikler, Kavgalar adı kitabı Eylül 2022'de yayımlandı.

Kitaplarının sayısı şimdilerde 60'ı aştı, ama daha sayısız projesi var. T24 Yazıları -Pandemi Günlerine Doğru: Sanat ve Siyaset Ekim 2023'te, "Unutulmaz İnsanlarımızla Konuşmalar" ve "Benim Sevgili ‘6 Silahşörler’im" 2024'te okurla buluştu. Ardından daha birçoğu da gelecek. Kendisinin dediği gibi "Allah kısmet ederse!.."

 

Yazarın Diğer Yazıları

Roma tarihine ‘Güç ve Onur’ sloganı eşliğinde yolculuk

Film, belki çok uzun (148 dakika), çok karmaşık, aşırı dramatik gözüküyor. Ama yine de görmeye değer...  

İstanbul güzellikleri önünde özel bir motorla tanışmak

Rahat ve olgun bir kamerayla çekilmiş, müziğe başvurmayan bir film. Belki çok akışkanlığı olmayan, sakin ve özgün bir yapım. Ama bu özgünlüğün birçok sinefili çekeceğine inanıyorum

Din üzerine söylenebilecek ne varsa

Rüya görmek bir anlamda kelebek görmek midir? Tek gerçek varsa, o nedir? Ve sonunda acaba din bir kontrol sisteminden başka bir şey değil midir?

"
"