15 Nisan 2025

Bursa Kitap Günleri'nden izlenimler, düşünceler ve müjdeler

Kitap ve insanı bir araya getiren bu olay, bence ülke çapında yapılmalı...

Bursa’da yapılan TÜYAP Kitap Fuarı’nda bir hafta sonu geçirdik. Ve öylesine memnun kaldık ki anlatamam...Yıllar önce bendeniz İstanbul’daki TÜYAP’ta Yılın Yazarı seçildiğimde nasıl mutlu olmuşsam, bu kez de ona yakın bir sevinç duygusu hissettim. Ve siz sevgili okurlarıma bundan söz etmek istedim.

Leman ve Atilla Dorsay minik okurlarıyla

Yeni kitabım (ki bir yenisi daha yakında çıkacak. İnşallah!) ve eşim Leman’ın ikinci yeni kitabını koltuğumuzun altına alarak (Şaka şaka...Onları oraya, Remzi Kitap’tan çıkanları da yüklenerek, puslu.yayıncılık’ın sahibi sevgili dostum Murat Bulut getirdi), Cuma’dan Bursa’ya gittik. Ve programa göre Cumartesi-Pazar günlerini onun kitap standında geçirdik. (Remzi bilfiil fuara katılmıyordu).

Ve öylesine bir hafta sonu geçirdik ki....Kolay anlatılamaz. Fuar alanı eski yerinden alınmış ve yeni, çok daha geniş bir alana taşınmıştı. Öylesine çok kitabevi ve kitap, o denli şaşırtıcı bir yazar çokluğu ve elbette buna yakışır derecede muhteşem bir okur kalabalığı vardı ki... Bilen bilir, ben de kendi deneyimlerimle bilirim. Okurun merakları, zevkleri, ilgileri öylesine farklı olabilir ki... Önünüzden geçenler yüzünüze bile bakmayabilir; baksa da hiç tanımayabilir. Tanıyan, ama ilgi duymayanlar da vardır: bir selamla geçerler. Öylesine konu zenginliği, fiyat farkları (hatta uçurumları) merak alanları vardır ki....Sinemanın herkesi ilgilendirdiği de iddia edilebilir mi?

Ben bunu bazen sinema-dışı kitaplarımla gidermeye çalışırım. Örneğin tek hikaye kitabım Hepsi Senin İçin; tek şiir kitabım Dönme Dolap; efsane olmuş müzik kitabım Ne Şurup-Şeker Şarkılardı Onlar...Ya da sinemanın dışında tüm gerçek yaşam öykümü anlatan Bir Ömürden Seçilmiş Tablolar... Ayrıca gezi ve seyahat notlarım. Kimi istisnalar dışında çoğu Remzi sayesinde hayat bulmuş olan... Ama hemen söyleyeyim: bunların çoğu artık piyasada bulunmuyor. Ve birçoğundan kalan son örnekler de orada, Bursa’da bitiverdi. Üzüleyim mi, sevineyim mi anlamadan!..Bu arada Leman’ın Bu Da Benim Hayatım ve yepyeni olan Kadın ve Yaşam kitaplarının özellikle hanımların ilgisini çektiğini söylemeliyim.

Evet, işte böyle... En önemlisi bence şu: o fuarda ben insanımızın artık okumadığı türündeki acıklı ve üzücü yargıların ne denli yanlış olduğunu anladım. İnsanımız okuyor: hem de nasıl... Kimi zaman kadın-erkek, yaşlı-genç, çoluk-çocuk, yabancı-tanıdık önümüzden geçenlere öylesine hayretle ve şaşkınlıkla baktık ki...Kitap karıştıran çocuklar, hayata ilgi gösteren iyice yaşlılar.... Hatta sakatlıkları yüzünden özel koltukları  içinde taşınan hastalar... Kimisi insanı neşeye boğan, kimisiyse yüreğini burkan olaylar, olgular...

Ama sonuç olarak; en önemlisi sizi sevenlerin çokluğu. Yani bizi... Öylesine muhterem yüzler, saygın tavırlar, her yaştan güzellik ve soyluluklar içeren kişiler tanıdık ki... Onlar insanların yığıldığı standlardan kolay kolay ayrılamadılar; biz onlardan gözümüzü alamadık. Hatta bir bahaneyle dönüp gelenler de oldu: en çok imzaya ‘tam tarih’ (Örneğin; 12 Nisan 2025) koydurmak isteyenler olmak üzere....

Kitap ve insanı bir araya getiren bu olay, bence ülke çapında yapılmalı. Belki en iyi kanat geren kurum TÜYAP. Ve onun gerçekten de gönüllü kahramanları... Bir Gözde Hanım'a orada rastlamak ve  bizi bir akşam yemeğine davetini duymak...Ki ayrıca başka çalışkan hanımlar da tanıdık: Nilüfer veya Sunay gibi. (Ne yazık ki soyadlarını alamadım). Ancak öylesine bir gel-git trafiği vardı ve öylesine yorgunduk ki, gidemedik. Ama TÜYAP’ın yakında yapacağı kimi etkinliklere katılmaya çalışacağız. Eskişehir’dekinden itibaren....Ki o da çok sevdiğimiz bir şehirdir.

İşte böyle... Demek ki zaten çok sevdiğimiz (ve özellikle eşimin önemli ailevi bağları bulunan) bu Bursa ziyareti bizim için çok etkileyici oldu. Tüm o eşsiz kalabalığa teşekkür ediyor, en iyi günler diliyorum. Hoşça kalın...

NOT: Sevgili okurlar. Geçen Cuma çıkan OKSİJEN dergisine bir teşekkür etme fırsatı bulamadım. Çünkü o sabah Bursa’ya doğru yola çıktık. Benimle o güzel konuşmayı yapan Yeşim Nur Mantaş Hanım'a minnet duygularımı sunarım. Ayni biçimde bu görkemli haftalık derginin sahipleri Nüket ve Zafer Mutlu, ayrıca yazarları Zülfü Livaneli, Elçin Yahşi, Elif  Tanrıyar, Bekir Ağırdır. Mine Şenocaklı, Selçuk Şirin, Burak Göral ve daha sayısız kişiye de teşekkürlerimle...

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

Atilla Dorsay kimdir?

Atilla Dorsay. 1939 İzmir, Karşıyaka'da doğdu. Çocukluğu zor savaş yıllarında geçti. O yıllardan her şeyin karneyle alındığını, radyolardan yayılan savaş haberlerini ve ilk sinema deneyimlerini oluşturan savaş üzerine filmleri hatırlıyor.

10 yaşındayken ailesi sırf onu Galatasaray Lisesinde okutabilmek için İstanbul'la göç etti. Böylece Fransız kültürüyle yetişti.

Güzel Sanatlar Akademisi'nde (şimdiki Mimar Sinan Üniversitesi) mimarlık okudu. Hayatta her koşulda koruduğu estetik bakışını bu temele borçlu olduğunu söyler.

Rehberlik, gazetecilik ve eleştirmenlik yaptı.

1966'da başladığı Cumhuriyet gazetesindeki yazılarını 27 yıl boyunca sürdürdü.

Bu aralıkta Leman Dorsay'la evlendi. İki çocuk ve üç torunu oldu.

Sonraki yıllarda Cumhuriyet'ten kendi isteğiyle ayrıldı. Kısa bir süre için Milliyet'te devam eden ve hâlâ süren dergi yazarlığı yaptı.

Yeni Yüzyıl'da yepyeni bir gazeteyi yaratmanın keyfini yaşadı. Daha sonra Sabah gazetesinde devam etti. Buradan kendi deyimiyle, "ilkesel bir tavırla" ayrıldı: Bir yazısında, (Emek Yoksa Ben De Yokum) okuruna Emek sineması üzerine verdiği bir sözü tutmak için.

Dorsay, 2013'ten beri, "Özgür, serbest, hiçbir konu, yer ve zaman kısıtlamasına tabi olmadan... Ama artık maaşsız!.. Ve çok yakında tam on yılını dolduracak olan..." sözleriyle işaret ettiği T24'te yazıyor.

Dorsay'ın kültür-sanata dair birçok alanda çabaları oldu. İKSV'de çalışıp yıllar boyu İstanbul Sinema Festivali'nin kadrosunda yer aldı. Dünya çapında sayısız ünlüyü basın toplantılarında sundu, söyleşiler yaptı, fotoğraflarını çekti.

TRT'de, hem haftalık müzik programları yaptı, hem de filmler sundu. Özellikle sinemanın 100. yılının kutlandığı 1995 yılı ve sonrasında sayısız klasiği Murat Özer, Alin Taşçıyan, Müjde Işıl gibi genç meslektaşlarıyla birlikte tanıttı.

Sinema Yazarları Derneği'ni (SİYAD) kurdu ve uzun yıllar başkanlığını yürüttü. Ödül gecelerini özenle seçilmiş sunucular ve müzisyenlerle sundu. Yine kendi sözleriyle; "zamanı geldiğinde tüm bu görevleri genç arkadaşlarına bırakmayı da ihmal etmedi".

Dorsay'ın en büyük üretimleri kitapları. 1970'lerden itibaren eleştirisini yazdığı tüm filmleri Türk ve yabancı sinema olarak tasnif ederek pek çok kitapta topladı. Bu kitaplar, son 50 yılın bir dökümü niteliği taşıyor.

Aynı zamanda İstanbul, Beyoğlu, şehircilik; biyografiler (özellikle Türkan Şoray ve Yılmaz Güney), söyleşiler, seyahat notları, hikâye, hatta şiirler de yazdı.

Müzik merakını görkemli bir arşivle birlikte sunduğu bir eser yayımladı. Ne Şurup Şeker Şarkılardı Onlar adıyla yayımlanan bu kitap, 20. yüzyıl pop-müzik tarihini anlatıyor.

Tartışmalar, Polemikler, Kavgalar adı kitabı Eylül 2022'de yayımlandı.

Kitaplarının sayısı şimdilerde 60'ı aştı, ama daha sayısız projesi var. T24 Yazıları -Pandemi Günlerine Doğru: Sanat ve Siyaset Ekim 2023'te, "Unutulmaz İnsanlarımızla Konuşmalar" ve "Benim Sevgili ‘6 Silahşörler’im" 2024'te okurla buluştu. Ardından daha birçoğu da gelecek. Kendisinin dediği gibi "Allah kısmet ederse!.."

 

Yazarın Diğer Yazıları

Son derece özel bir gerilim ve de teknoloji karışımı

Drop: Kabul Et veya Reddet, senaryosu gerçekten uzun, bol konuşmalı ve sanki bir nehir gibi akıp giden; kamerası özellikle o görkemli lokanta sahnesinde olduğu gibi aynı ölçüde ekranı dolduran bir film...

Bir amatörün büyük aşkı ve politik macerası

Amatör filminde gerçekten unutulmaz sahneler var... Örneğin bir yüzme havuzunda çıkıp gelen ölüm... Veya gökyüzündeki drone saldırıları... Ama filmin en unutulmaz yanı, baştan sona görülmese de perdede hep egemen olan o büyük aşktır. Charlie’nin büyük aşkı...

Tiyatro sanatı üzerin yapılagelmiş en görkemli filmlerden

Muhteşem Lillian Hall, bir biyografi değil, hiç değil. Ama bir tiyatro insanının değerler, simgeler, zorluklar ve zevklerle dolu hikayesi. Ve bence tiyatro üzerine yapılagelmiş en iyi filmlerden biri

"
"