09 Nisan 2025
MUHTEŞEM LİLLİAN HALL X X X 1/2 (The Great Lillian Hall) Yönetmen: Michael Cristofer Amerikan filmi, 2024 |
Görmekte geç kaldığım bir film... Çünkü artık Bir Film’in tüm filmleri gibi, basın galası Asya yakasındaki bir sinemada yapılıyor ve bendeniz, yaşım gereği, bir film için kıta değiştirmeyi kendime yakıştıramıyorum. Sinemaya hayatımı adadığımı bilen bilir, ama artık o kadarı da olmasın lütfen!
Evet, ama bu filmi mutlaka görmem gerektiğini hissetmiştim. Nitekim geçen hafta izleyince gerçekten mutlu oldum. Belki sinema kadar olmasa da tiyatro sanatı “o kutsal yedi sanat” içinde çok sevip saydığım bir diğeridir. Ve bu da bence bu sanat üzerine yapılagelmiş en güçlü, özgün ve unutulmaz filmlerden biri olarak kalacaktır.
Daha başlardan itibaren dans edercesine bir zarafet içinde ekranı dolduran kamera, bize kendisini buna adamış hayli yaşlı bir lady’yi gösteriyor. New York’un kutsal tiyatro semti Broadway’de, Rus yazarı Anton Çehov’un ünlü Vişne Bahçesi oyunundaki baş karakteri canlandırmaya hazırlanan Lillian Hall hanımefendi, sözlerini unutmaya başlar. Öylesine ki, gayet iyi başladığı her tiradı yarıda kesiverir. Bu durum oyuna katkıda bulunan herkesi şaşırtır, giderek dehşete düşürür. Lady’miz gerçeği kabul etmez: Hatta zoraki gittiği tanınmış doktor DeMayo, mesleğini yerine getirerek Lillian’a nasıl bir belaya bulaştığını anlatmaya çabalar. Bu artık bir ‘dementia-delilik’ halidir ve çaresi yoktur.
Oyunu ne yapıp edip sahnelemek isteyen ekip, Lillian’ın israr ve inadına karşı çıkar. Ama o öylesine inatçıdır ki... Kendisini adadığı mesleğinde ne yapıp edip kalmaya sanki yeminlidir. O sanki bizim Afife Jale’miz, Yıldır Kenter’imiz, Ayten Gökçer’imizdir... Ayla Algan’ımız, Gülriz Sururi’miz, Çolpan İlhan’ımız, Suna Pekuysal’ımızdır... Ama o ekip böylesine idealist değildir. Yönetmenleri David’den diğer yardımcılara herkes Lillian’ın yerine bir başkasını bulur ve onu oyuna hazırlamaya başlarlar...
Bu arada Lillian’ın asistanı ve yakın dostu Edith ona büyük destek verir. Aynı biçimde mesleği nedeniyle ihmal ettiği kızı Margaret de... Yanına küçücük çocuğunu alarak, aile kavramını yeniden kurmaya çabalayarak... Arada başkaları da vardır. Örneğin Lillian’ın çoktan vefat etmiş eşi Carson’un hayalini sürekli görmesi... Komşusu, “yaşlı bir yakışıklı” olan Ty’a karşı ilgisi... Ki onun bir zamanın James Bond’larından Pierce Brosnan olduğunu unutmadan, hemen hatırlatayım.
Film kusursuz mu, 110 dakikalık süresi çabucak geçiyor mu? Belki tam olarak değil ama ne gam! Bence öylesine güzel sahneler de içeriyor ki... Örneğin Lillian’ın kulağına sözlerini unuttuğunda hatırlatmak için konulan ‘kulak mikrofonu.’ Onun bir galaya yürüyerek gitmeye kalkışması... Ya da yine ona yaptırılan o kâğıt katlama deneyimi!
Ya o kadınlar arası ilişki... Bir yandan Lillian’ın yardımcsı Edith’le kurduğu benzersiz dostluk. Ve bu rollerde Jessica Lange ve Kathy Bates’i bulmak... Ki Bates’i çok yakın zamanda Digiturk’teki bir yeni dizi olan Matlock’da izliyoruz. İkisi öylesine bir uyum içindeler ki... Öte yandan, Lillian’ın sonunda kızı Margaret’le ilişkisi. Mesleği uğruna böylesine ihmal ettiği ailesine yeniden dönüş. Onun “Anne, anneciğim” diye feryadı. Ve ona torununu gösterişi. Hepsi çok etkileyici.
Evet, işte böyle bir film... Bir yerde Hollywood’un bu büyük geleneğine, yani eski ya da çok eski yıldızları, sırası gelince yeniden ve tam yerinde kullanmasındaki ustalığa hayran olduğumu belirteyim. Son zamanda birçok filmde karşımıza çıktığı gibi… Ve yer yer unutulmaz deyişler. “Sanat hayatın sınırlarını aşar mı?”, “Biz hepimiz aslında rüyalarda geziyoruz”, vb. Bu zaten bir biyografi değil, hiç değil. Ama bir tiyatro insanının değerler, simgeler, zorluklar ve zevklerle dolu hikayesi. Ve bence tiyatro üzerine yapılagelmiş en iyi filmlerden biri.
Oyunculara gelince... Anlaşılan son dakikada eşsiz Meryl Streep’in yerine seçilen Jessica Lange rolünü öylesine dolduruyor ki... 1949 doğumlu oyuncu 1976’da başlamış. Arada Postacı Kapıyı İki Kez Çalar, Tootsie, Cat On A Hot Tin Roof- Kızgın Damdaki Kedi, A Streetcar Named Desire- İhtiras Tramvayı (filmde adı geçiyor), Kumarbaz... Uzun bir TV dizisi olan ve yine filmde adı geçen American Horror Story... Son olarak Feud dizisi ve bu film. Ki ondan sonra da en yenisi olarak Long Day’s Journey İnto The Night gelmiş. Tam 6 Oscar adaylığı var. İki kez de kazanmış: Tootsie ve Mavi Gök filmleriyle... Ben bu filmle de aday olmasını dilerdim.
Edith rolünde yine benzersiz bir oyuncu var: Kathy Bates. 1948 doğumlu (Lange’dan bir yaş büyük.) Ve çok başarılı: 4 Oscar adaylığı ve 1991’de Ölüm Kitabı’yla kazanmış. İki kadın öylesine bir uyum içinde ki... Yanı başlarında değişik rollerdekiler de çok iyi. Bence en çok kızı Margaret’de Lily Rabe, Ty’da Pierce Brosnan, yeni yönetmen David’deki Jesse Wiliams da çok başarılılar.
Bu arada eleştirilen bir şey de zaman zaman filme giren o kişilerin siyah-beyaz portreleri. Evet, belki doğru... Ama tüm bunlar sonuç olarak filmin ilginçliğini azaltmıyor. Kimileri filmin baştan iddialı olmayıp sinemalara değil, internet siteleri için yapıldığını söylese de... Önemli olan elbette sonuç. Ve önümüze gelen film. Öyle değil mi?
Atilla Dorsay kimdir?Atilla Dorsay. 1939 İzmir, Karşıyaka'da doğdu. Çocukluğu zor savaş yıllarında geçti. O yıllardan her şeyin karneyle alındığını, radyolardan yayılan savaş haberlerini ve ilk sinema deneyimlerini oluşturan savaş üzerine filmleri hatırlıyor. 10 yaşındayken ailesi sırf onu Galatasaray Lisesinde okutabilmek için İstanbul'la göç etti. Böylece Fransız kültürüyle yetişti. Güzel Sanatlar Akademisi'nde (şimdiki Mimar Sinan Üniversitesi) mimarlık okudu. Hayatta her koşulda koruduğu estetik bakışını bu temele borçlu olduğunu söyler. Rehberlik, gazetecilik ve eleştirmenlik yaptı. 1966'da başladığı Cumhuriyet gazetesindeki yazılarını 27 yıl boyunca sürdürdü. Bu aralıkta Leman Dorsay'la evlendi. İki çocuk ve üç torunu oldu. Sonraki yıllarda Cumhuriyet'ten kendi isteğiyle ayrıldı. Kısa bir süre için Milliyet'te devam eden ve hâlâ süren dergi yazarlığı yaptı. Yeni Yüzyıl'da yepyeni bir gazeteyi yaratmanın keyfini yaşadı. Daha sonra Sabah gazetesinde devam etti. Buradan kendi deyimiyle, "ilkesel bir tavırla" ayrıldı: Bir yazısında, (Emek Yoksa Ben De Yokum) okuruna Emek sineması üzerine verdiği bir sözü tutmak için. Dorsay, 2013'ten beri, "Özgür, serbest, hiçbir konu, yer ve zaman kısıtlamasına tabi olmadan... Ama artık maaşsız!.. Ve çok yakında tam on yılını dolduracak olan..." sözleriyle işaret ettiği T24'te yazıyor. Dorsay'ın kültür-sanata dair birçok alanda çabaları oldu. İKSV'de çalışıp yıllar boyu İstanbul Sinema Festivali'nin kadrosunda yer aldı. Dünya çapında sayısız ünlüyü basın toplantılarında sundu, söyleşiler yaptı, fotoğraflarını çekti. TRT'de, hem haftalık müzik programları yaptı, hem de filmler sundu. Özellikle sinemanın 100. yılının kutlandığı 1995 yılı ve sonrasında sayısız klasiği Murat Özer, Alin Taşçıyan, Müjde Işıl gibi genç meslektaşlarıyla birlikte tanıttı. Sinema Yazarları Derneği'ni (SİYAD) kurdu ve uzun yıllar başkanlığını yürüttü. Ödül gecelerini özenle seçilmiş sunucular ve müzisyenlerle sundu. Yine kendi sözleriyle; "zamanı geldiğinde tüm bu görevleri genç arkadaşlarına bırakmayı da ihmal etmedi". Dorsay'ın en büyük üretimleri kitapları. 1970'lerden itibaren eleştirisini yazdığı tüm filmleri Türk ve yabancı sinema olarak tasnif ederek pek çok kitapta topladı. Bu kitaplar, son 50 yılın bir dökümü niteliği taşıyor. Aynı zamanda İstanbul, Beyoğlu, şehircilik; biyografiler (özellikle Türkan Şoray ve Yılmaz Güney), söyleşiler, seyahat notları, hikâye, hatta şiirler de yazdı. Müzik merakını görkemli bir arşivle birlikte sunduğu bir eser yayımladı. Ne Şurup Şeker Şarkılardı Onlar adıyla yayımlanan bu kitap, 20. yüzyıl pop-müzik tarihini anlatıyor. Tartışmalar, Polemikler, Kavgalar adı kitabı Eylül 2022'de yayımlandı. Kitaplarının sayısı şimdilerde 60'ı aştı, ama daha sayısız projesi var. T24 Yazıları -Pandemi Günlerine Doğru: Sanat ve Siyaset Ekim 2023'te, "Unutulmaz İnsanlarımızla Konuşmalar" ve "Benim Sevgili ‘6 Silahşörler’im" 2024'te okurla buluştu. Ardından daha birçoğu da gelecek. Kendisinin dediği gibi "Allah kısmet ederse!.." |
Kitap ve insanı bir araya getiren bu olay, bence ülke çapında yapılmalı...
Drop: Kabul Et veya Reddet, senaryosu gerçekten uzun, bol konuşmalı ve sanki bir nehir gibi akıp giden; kamerası özellikle o görkemli lokanta sahnesinde olduğu gibi aynı ölçüde ekranı dolduran bir film...
Amatör filminde gerçekten unutulmaz sahneler var... Örneğin bir yüzme havuzunda çıkıp gelen ölüm... Veya gökyüzündeki drone saldırıları... Ama filmin en unutulmaz yanı, baştan sona görülmese de perdede hep egemen olan o büyük aşktır. Charlie’nin büyük aşkı...
© Tüm hakları saklıdır.