19 Ekim 2024

En görkemli ve etkili aşk filmlerinden biri

İki baş oyuncusu, Andrew Garfield ve Florence Pugh inanılması zor bir başarıyla bu görkemli melodramı sırtlanmışlar. Garfield ayni fiziğiyle son derece etkileyici olurken, Pugh bir kadın için zor biçimde, fiziğini ve özellikle yüzünü öylesine değişimlere açıyor ki…

SON ANA KADAR

X X X X

(We Live İn Time)

Yönetmen: John Crowley
Senaryo: Nick Payne
Görüntü: Stuart Bentley
Müzik: Bryce Dessner
Oyuncular: Andrew Garfield, Florence Pugh, Grace Delaney, Lee Braithwaite, Aoife Hirds, Douglas Hodge, Amy Morgan, Niamh Cusack

İngiliz-ABD yapımı, 2024

 

İşte son günlerin en ilgiye değer filmlerinden biri... Biraz karmaşık anlatımı, melodram havası ve şaşırtıcı gelişmeleriyle içine hemen girilemiyor belki... Ama bir kez girerseniz, bir daha çıkamayabilirsiniz!..

 Geniş bir perde üzerine yayılan film, ev işlerini ve bakımını seven bir genç kadını gösteriyor önce... Almut, bir süre önce boşanmıştır ve ilerde ciddi sağlık sorunları olduğu ortaya çıkacaktır... Ve de yeni sevgilisi Tobias... Ki inanılmaz biçimde tanışmışlardır: Kadının arabasıyla erkeğe çarpıp neredeyse öldürmesiyle... Tobias aylar sonra iyileşmiş ve aşk başlamıştır.

Böylece Almut’un küçük kızı Ella’nın da yer aldığı yeni bir yuva ve farklı bir hayat kurmak için çaba harcamaya girişirler. Almut eşine son aldığı doktor bilgisini nakleder: Bir kanser teşhisi... Önce geçer gibi olmuş, sonra geri dönmüştür. Aslında o büyük bir yemek ustasıdır ve tüm hastalığına rağmen, İngiltere’nin Bocuse d’Or adlı geleneksel yemek yarışmasında yer almayı aklına koymuştur. Önce bu niyetini Tobias’tan saklar. Ama sonra, erkeğin onun adına kaygılarına rağmen, bu işe girişir.

Bu arada Almut hamile kalır. Ki bunu kocanın tuvalette keşfi çok dokunaklı bir bölümdür. Almut TV söyleşilerine çıkar, yapacaklarını anlatır. Acaba bunca ters gidişatla bu evliliği bitirmek en iyisi midir?

Tüm bunlar belli ölçüde mesafeli bir İngiliz mizahı içinde, biraz soğuk biçimde gelişir. Başlarda seyirciyi biraz rahatsız eden...

Son Ana Kadar filminden bir kare

Ama giderek bir Anglo-Bavyera mutfağını yaratma çabası öne çıkar. Bir tür Mutfak Olimpiyatları hevesi her şeyi bastırır. Şu lafa dek uzanarak: “Yumurtanın çok-yönlülüğü sınır tanımaz!” Ve onca tartışmadan sonra, görkemli bir evlenme teklifi alan Almut, hemen kabul eder. Ama sağlığı öylesine bozulmuştur ki... Mutfak için kısacık kestiği saçları onu bir oğlan çocuğuna çevirmiştir. İkide bir burnu kanar; üçüncü devre yumurtalık kanseri teşhisi gelir. Onları bir araya getiren bir aile yemeği acıları dindiremez. Panayırdaki gezi de... Finalin bir drama dönüşmemesi imkânsız gibidir.

Önceleri seyirciyi biraz iter gibi olan bu müstesna film, giderek etki kazanıyor. Bir yandan son derece uzun ve cüretkâr seks bölümleri var. Örneğin o banyodaki çırılçıplak bedenler bölümü... Ama ayrıca birbirinden etkileyici çekimler... Örneğin evin içinde mumlarla döşenmiş bir yol yaratma... Kapı kırma veya banyoda uzaktan (telefonla) gelen talimatla yapılan doğum... Ya da finale doğru o aero-dinamik yarışması... Ki Almut şöyle der: “Yarışmanın kendisi önemli, illa da kazanmak değil!” Bu bir yerde görkemli bir melodram da sayılabilir. Ama çok farklı, çok değişik. Belki çok İngiliz... Ama ne zararı var!..

En çok The Notebook kitabı ve ondan yapılmış filmle tanınan Nicholas Sparks’ın eserinden yola çıkan film, galasını yaptığı son Toronto şenliğinden beri tüm dünyada ilgiyle izleniyor. İki baş oyuncusu, Andrew Garfield ve Florence Pugh inanılması zor bir başarıyla bu görkemli melodramı sırtlanmışlar. Garfield ayni fiziğiyle son derece etkileyici olurken, Pugh bir kadın için zor biçimde, fiziğini ve özellikle yüzünü öylesine değişimlere açıyor ki

Yönetmeni John Crowley’e gelince... 1969 doğumlu İrlandalı sanatçı 2000’lerden beri çalışıyor. İntermission-Yanlış Hesap, Boy A- İsimsiz Çocuk, İs Anybody There- Orada Kimse Var Mı?, Closed Circuit- Kapalı Devre, Brooklyn, The Goldfinch- Saka Kuşu, Modern Love gibi filmleri, ayrıca True Detective, Life After Life, Black Mirror gibi popüler olmuş TV dizileri var. Bu film olasılıkla kariyerinin zirvesi olarak anılacak.

Atilla Dorsay kimdir?

Atilla Dorsay. 1939 İzmir, Karşıyaka'da doğdu. Çocukluğu zor savaş yıllarında geçti. O yıllardan her şeyin karneyle alındığını, radyolardan yayılan savaş haberlerini ve ilk sinema deneyimlerini oluşturan savaş üzerine filmleri hatırlıyor.

10 yaşındayken ailesi sırf onu Galatasaray Lisesinde okutabilmek için İstanbul'la göç etti. Böylece Fransız kültürüyle yetişti.

Güzel Sanatlar Akademisi'nde (şimdiki Mimar Sinan Üniversitesi) mimarlık okudu. Hayatta her koşulda koruduğu estetik bakışını bu temele borçlu olduğunu söyler.

Rehberlik, gazetecilik ve eleştirmenlik yaptı.

1966'da başladığı Cumhuriyet gazetesindeki yazılarını 27 yıl boyunca sürdürdü.

Bu aralıkta Leman Dorsay'la evlendi. İki çocuk ve üç torunu oldu.

Sonraki yıllarda Cumhuriyet'ten kendi isteğiyle ayrıldı. Kısa bir süre için Milliyet'te devam eden ve hâlâ süren dergi yazarlığı yaptı.

Yeni Yüzyıl'da yepyeni bir gazeteyi yaratmanın keyfini yaşadı. Daha sonra Sabah gazetesinde devam etti. Buradan kendi deyimiyle, "ilkesel bir tavırla" ayrıldı: Bir yazısında, (Emek Yoksa Ben De Yokum) okuruna Emek sineması üzerine verdiği bir sözü tutmak için.

Dorsay, 2013'ten beri, "Özgür, serbest, hiçbir konu, yer ve zaman kısıtlamasına tabi olmadan... Ama artık maaşsız!.. Ve çok yakında tam on yılını dolduracak olan..." sözleriyle işaret ettiği T24'te yazıyor.

Dorsay'ın kültür-sanata dair birçok alanda çabaları oldu. İKSV'de çalışıp yıllar boyu İstanbul Sinema Festivali'nin kadrosunda yer aldı. Dünya çapında sayısız ünlüyü basın toplantılarında sundu, söyleşiler yaptı, fotoğraflarını çekti.

TRT'de, hem haftalık müzik programları yaptı, hem de filmler sundu. Özellikle sinemanın 100. yılının kutlandığı 1995 yılı ve sonrasında sayısız klasiği Murat Özer, Alin Taşçıyan, Müjde Işıl gibi genç meslektaşlarıyla birlikte tanıttı.

Sinema Yazarları Derneği'ni (SİYAD) kurdu ve uzun yıllar başkanlığını yürüttü. Ödül gecelerini özenle seçilmiş sunucular ve müzisyenlerle sundu. Yine kendi sözleriyle; "zamanı geldiğinde tüm bu görevleri genç arkadaşlarına bırakmayı da ihmal etmedi".

Dorsay'ın en büyük üretimleri kitapları. 1970'lerden itibaren eleştirisini yazdığı tüm filmleri Türk ve yabancı sinema olarak tasnif ederek pek çok kitapta topladı. Bu kitaplar, son 50 yılın bir dökümü niteliği taşıyor.

Aynı zamanda İstanbul, Beyoğlu, şehircilik; biyografiler (özellikle Türkan Şoray ve Yılmaz Güney), söyleşiler, seyahat notları, hikâye, hatta şiirler de yazdı.

Müzik merakını görkemli bir arşivle birlikte sunduğu bir eser yayımladı. Ne Şurup Şeker Şarkılardı Onlar adıyla yayımlanan bu kitap, 20. yüzyıl pop-müzik tarihini anlatıyor.

Tartışmalar, Polemikler, Kavgalar adı kitabı Eylül 2022'de yayımlandı.

Kitaplarının sayısı şimdilerde 60'ı aştı, ama daha sayısız projesi var. T24 Yazıları -Pandemi Günlerine Doğru: Sanat ve Siyaset Ekim 2023'te, "Unutulmaz İnsanlarımızla Konuşmalar" ve "Benim Sevgili ‘6 Silahşörler’im" 2024'te okurla buluştu. Ardından daha birçoğu da gelecek. Kendisinin dediği gibi "Allah kısmet ederse!.."

 

Yazarın Diğer Yazıları

Kürt sorunu üzerine eski bir yazım

Her gün gözünü ölüm haberleriyle açan bir toplumda, bizim şehitlerimizin onlu sayılarda, onların ölümlerininse yüzlü sayılarda olmasını bize bir teselli diye sunuyorsunuz. Yarın onlarınkiler binlere, bizimkilerse yüzlere tırmandığında da aynı şeyi mi yapacaksınız?

Popüler bir Marvel serisinin sonuncu filmi

Venom: Son Dans filminde aile, üstün zekâ canavarları yener. Böylece filmin bu bölümleri biraz komediye kayar. Kara komedi de denilebilecek...

Atamızın biraz gölgede kalmış bir yanını keşfetmek

Ertan Saban belki Mustafa Kemal’i en iyi canlandıran oyuncumuz olmayabilir. Ama ona öylesine bir canlılık, öylesine bir ‘halkın içinden olma’ özelliği getirir ki... Helal olsun!.. Sanki Ata’mızı bizlere farklı bir boyutla, daha da sevdirir

"
"