01 Nisan 2025

Politikanın içinde farklı konulara da değinmek

Digiturk’te Accused ve diğer diziler, Oksijen’in büyük başarısı ve başka şeyler

Ülkenin tam bir toplumsal, hukuksal ve adli kaos yaşadığı şu günlerde, gelin biraz farklı konulara eğilelim. Her aklı başında yurtsever gibi, olup biteni yakından izliyoruz. Ama bunların biraz dışına kayıp sanata eğilme ve de akşamları evde TV ekranımızda neleri izleme konuları da bence önemli. Biraz bunlara göz atalım.

Bir dönemin en gözde ve kaliteli eğlencesi Digiturk son dönemde kimi diğer internet sitelerinin yanında gölgede kaldı. Başta Netflix olmak üzere bu siteler öylesine gelişti ve her biri o denli zengin filmler ve diziler sunmaya başladılar ki...

Oysa Digiturk baştan beri bize neler sunmadı... Tam bir tarihini yazıp o denli eskilere eğilecek değilim. Ama hâlâ diyelim ki Chicago ikilemesi (ChicagoMed ve Chicago PD- Police Department), FBI ve ‘şürekası’, Law&Order, Grey’s Anatomy, NCİS vb. seriler bizi oyalamakta son derece usta oldular. Kendi adıma bütün günü basın gösterimleriyle geçirdikten sonra (ki şu günlerde nedense çok azaldılar!), akşamları ne film ne de yerli dizi seyretmeyi zaten sevmezdim, şimdi hiç sevmez oldum. Ve kendimizi ailece bu dizilere attık. 

Son dönemde keşfettiğim bir diziyse bence hepsinin şahı, dizilerin adsız kralı oldu. Adı Acccused idi. Çevirisi ‘Suçlanmış’, ya da eski dille “İtham Edilmiş’ diye yapılabilir. Özelliklerini nasıl toparlamalı... Her akşam gösteriliyor, saat 20.00’de... Her bir bölümü bambaşka bir hikâye anlatıyor, tümüyle farklı kadrolara dayanıyor -kimi zaman ünlü oyuncularla... Hikayelerin tek ortak yanı şu: Adaletin yanı başında geçiyor, her bölüm sonunda gelip mahkemeye uzanıyor ve işin sonunda son derece insancıl bir netice doğuyor. Jenerikte bunun aslında daha eski ve BBC (ünlü İngiliz kanalı) kökenli bir seri olduğu anlaşılıyor. Belki kalitesi biraz da buna dayanıyor olabilir.   

Ve son gelişmeler... Digiturk yakın zamanda bizlere yepyeni diziler de sundu. Hem de art arda, neredeyse seçme imkânı bırakmadan... Böylece Matlock’tan Elsbeth’e, Watson’dan The Agency’ye, Dexter- Original Sin’den A Gentlemen in Moscow’ya... Bu arada Matlock’da Kathy Bates, A Gentlemen in Moscow’da Ewan McGregor, The Agency’de Michaeel Fassbender, Jeffrey Wright ve Richard Gere gibi oyuncuları bulmak da büyük keyif... Yakında görkemli oyuncu Helen Mirren’i de yıllar sonra izleyeceğimiz Mobland başlıyor, kaçırmayın!

Ve bitirirken, bambaşka bir konu. Her cuma evimizi, hatta hafta sonunu şenlendiren O2- OKSİJEN gazetesi… Üç bölümlük ve genelde 60 sayfayı aşan bu hafta sonu gazetesine hayran olmamak mümkün mü? Bizim evimize hâlâ üç günlük gazete giriyor: Bir alışkanlık haline geldiği için HÜRRİYET; yine bir alışkanlık olan ve Atatürkçü ilkelerini asla terk etmeyen CUMHURİYET. Ve de günümüzün en ilerici ve yurtsever gazetesine dönüşen, sanki muhalefetin basındaki baş sözcüsü haline gelen SÖZCÜ. Bunları okumadan güne başlayamıyoruz.

Ama hafta sonları geldi mi, illa da OKSİJEN... Böylesine dolu, bu kadar isim barındıran, ilerici olmanın yanı sıra -ki özellikle son zamanda bu çok öne çıktı- bir özel dergi. Oku oku bitmez!.. Aynı ölçüde reklam almayı da başarıyorlar. Aferin!...

Bu hafta sonu en çok İmamoğlu olayına, ülkede uyanan isyana, en dokunaklı olarak da harcanan gençlere ve yok edilen genç yaşamlara değindi. Ve başta İstanbul, tüm ülkede uyanan büyük isyanı en geniş biçimde, yazı ve resimlerle duyurarak... Yerli- yabancı kalemlerin en iyilerini sayfalarında toplayarak... Ve gözlerimizden neredeyse yaşlar getiren biçimde... O gençler ve o gençlik ki, geleceğimizi en çok emanet edeceğimiz kesindir. Tüm dünyada olduğu gibi...

Evet, bunları bize bildiren o yayınları hep birlikte daha çok alalım, okuyalım. Siyasal gelişmeleri bize en yakın biçimde veren kanalları da izleyelim. Bunu hak ediyorlar.


Not: Sevgili okurlarım. Bayramınızı kutlar, çok güzel bir tatil dilerim.

Atilla Dorsay kimdir?

Atilla Dorsay. 1939 İzmir, Karşıyaka'da doğdu. Çocukluğu zor savaş yıllarında geçti. O yıllardan her şeyin karneyle alındığını, radyolardan yayılan savaş haberlerini ve ilk sinema deneyimlerini oluşturan savaş üzerine filmleri hatırlıyor.

10 yaşındayken ailesi sırf onu Galatasaray Lisesinde okutabilmek için İstanbul'la göç etti. Böylece Fransız kültürüyle yetişti.

Güzel Sanatlar Akademisi'nde (şimdiki Mimar Sinan Üniversitesi) mimarlık okudu. Hayatta her koşulda koruduğu estetik bakışını bu temele borçlu olduğunu söyler.

Rehberlik, gazetecilik ve eleştirmenlik yaptı.

1966'da başladığı Cumhuriyet gazetesindeki yazılarını 27 yıl boyunca sürdürdü.

Bu aralıkta Leman Dorsay'la evlendi. İki çocuk ve üç torunu oldu.

Sonraki yıllarda Cumhuriyet'ten kendi isteğiyle ayrıldı. Kısa bir süre için Milliyet'te devam eden ve hâlâ süren dergi yazarlığı yaptı.

Yeni Yüzyıl'da yepyeni bir gazeteyi yaratmanın keyfini yaşadı. Daha sonra Sabah gazetesinde devam etti. Buradan kendi deyimiyle, "ilkesel bir tavırla" ayrıldı: Bir yazısında, (Emek Yoksa Ben De Yokum) okuruna Emek sineması üzerine verdiği bir sözü tutmak için.

Dorsay, 2013'ten beri, "Özgür, serbest, hiçbir konu, yer ve zaman kısıtlamasına tabi olmadan... Ama artık maaşsız!.. Ve çok yakında tam on yılını dolduracak olan..." sözleriyle işaret ettiği T24'te yazıyor.

Dorsay'ın kültür-sanata dair birçok alanda çabaları oldu. İKSV'de çalışıp yıllar boyu İstanbul Sinema Festivali'nin kadrosunda yer aldı. Dünya çapında sayısız ünlüyü basın toplantılarında sundu, söyleşiler yaptı, fotoğraflarını çekti.

TRT'de, hem haftalık müzik programları yaptı, hem de filmler sundu. Özellikle sinemanın 100. yılının kutlandığı 1995 yılı ve sonrasında sayısız klasiği Murat Özer, Alin Taşçıyan, Müjde Işıl gibi genç meslektaşlarıyla birlikte tanıttı.

Sinema Yazarları Derneği'ni (SİYAD) kurdu ve uzun yıllar başkanlığını yürüttü. Ödül gecelerini özenle seçilmiş sunucular ve müzisyenlerle sundu. Yine kendi sözleriyle; "zamanı geldiğinde tüm bu görevleri genç arkadaşlarına bırakmayı da ihmal etmedi".

Dorsay'ın en büyük üretimleri kitapları. 1970'lerden itibaren eleştirisini yazdığı tüm filmleri Türk ve yabancı sinema olarak tasnif ederek pek çok kitapta topladı. Bu kitaplar, son 50 yılın bir dökümü niteliği taşıyor.

Aynı zamanda İstanbul, Beyoğlu, şehircilik; biyografiler (özellikle Türkan Şoray ve Yılmaz Güney), söyleşiler, seyahat notları, hikâye, hatta şiirler de yazdı.

Müzik merakını görkemli bir arşivle birlikte sunduğu bir eser yayımladı. Ne Şurup Şeker Şarkılardı Onlar adıyla yayımlanan bu kitap, 20. yüzyıl pop-müzik tarihini anlatıyor.

Tartışmalar, Polemikler, Kavgalar adı kitabı Eylül 2022'de yayımlandı.

Kitaplarının sayısı şimdilerde 60'ı aştı, ama daha sayısız projesi var. T24 Yazıları -Pandemi Günlerine Doğru: Sanat ve Siyaset Ekim 2023'te, "Unutulmaz İnsanlarımızla Konuşmalar" ve "Benim Sevgili ‘6 Silahşörler’im" 2024'te okurla buluştu. Ardından daha birçoğu da gelecek. Kendisinin dediği gibi "Allah kısmet ederse!.."

 

Yazarın Diğer Yazıları

Bursa Kitap Günleri'nden izlenimler, düşünceler ve müjdeler

Kitap ve insanı bir araya getiren bu olay, bence ülke çapında yapılmalı...

Son derece özel bir gerilim ve de teknoloji karışımı

Drop: Kabul Et veya Reddet, senaryosu gerçekten uzun, bol konuşmalı ve sanki bir nehir gibi akıp giden; kamerası özellikle o görkemli lokanta sahnesinde olduğu gibi aynı ölçüde ekranı dolduran bir film...

Bir amatörün büyük aşkı ve politik macerası

Amatör filminde gerçekten unutulmaz sahneler var... Örneğin bir yüzme havuzunda çıkıp gelen ölüm... Veya gökyüzündeki drone saldırıları... Ama filmin en unutulmaz yanı, baştan sona görülmese de perdede hep egemen olan o büyük aşktır. Charlie’nin büyük aşkı...

"
"