24 Mart 2025

Son günlerde bu ülkede yaşamak ne kadar zorlaştı!

Bahçeli Bey şöyle diyor: “Yargıya saygı duy, partinde otur.” Özel’in yanıtı: “Milletin sesini duy, darbeye karşı dur.” Hangisini tercih edersiniz?

İBB Başkanı Ekrem İmamoğlu

Evet, işin tam anlamıyla suyu çıktı. Öncelikle bizde ama dünyada da çok farklı değil... Önce oradan örnek vereyim: ABD gibi dünyanın en büyük ülkesi olmakla iftihar eden bir ülkede, o Donald Trump denen adam (dilimin ucuna ‘şarlatan’ lafı geliyor!) şu kararı aldı: “Ülkemizde artık klasik anlamda eğitim tümüyle kalkacaktır!” Daha önce bilimsel araştırma fonlarını kesen Trump, şimdi resmen Eğitim Bakanlığı’nı kapamış. Ve bu kararnameyi çocukların önünde imzalamış. Eğitimin idaresi eyaletlere bırakılmış. Ve özellikle Demokrat Parti bunu ciddi biçimde protesto etmiş. Buyurun, en büyük devlet için buradan yakın!.. Bizde de eğitim çok tartışılır ama bu kadarı yapılmaz!

Gelelim bizim sorunlarımıza... Böylesine inanılmaz derecede hukuk karşıtı, demokrasi düşmanı, ülkenin ortak vicdanını her açıdan yaralayacak uygulamalar düşünebiliyor musunuz? İktidar elbette kendi yönetimini olabildiğince uzatmak ve siyasetçilerini hem idealleri (olduğu kadar), hem de çıkarları açısından korumak çabasında olacaktır. Siyasete sadece büyük amaçlar ve hedeflerle atılan kişiler görece olarak azdır ama onlar elbette gerçek anlamda tarihe geçenler olacaktır. Elbette sayıları da görece olarak az olan büyük liderler... 

İstanbul’un belediye başkanları ise apayrı bir konu, üzerine kitaplar yazılması gereken bir alan... Tarihi şehrimizin yalnızca yakın tarihine bakmak insanı şaşırtabilir... Ne isimler gelip geçmiş... Önce uzun yıllar vali ve belediye başkanının aynı olduğu bir dönem var: 1923’ten 1958’e kadar... Sonra bu görevler ayrılıyor: Valiler tayinle geliyor, belediye başkanları seçimle... Bu dönemde başkanların halk nezdinde çok daha popüler olması da çok doğal... Bir sıralama yaparsak: Kemal Aygün, Haşim İşçan, Fahri Atabey, Ahmet İsvan... Aytekin Kotil, Bedrettin Dalan, Nurettin Sözen, Recep Tayip Erdoğan... Ali Müfit Gürtuna, Kadir Topbaş, Ekrem İmamoğlu...

Onunki 2019’dan beri ve belki en popülerleri olmuş. Bendeniz İstanbul’u çok seven, bu ebedi şehir için kitaplar yazmış, hatta bir dönemde İstanbul Belediye’sinde (yani bugün etrafında kıyamet kopan o güzel bina, bir mimar için), ki bilen bilir, bu benim asıl mesleğimdir, bir buçuk yıl kadar kent mimarı olarak çalışmış biriyimdir... Ki bu benim sonradan Ekrem İmamoğlu ile yakın dostluğumun temellerini atmıştır...  

Ekrem İmamoğlu'yla covid-19 salgını günlerinde...

Ve işte olaylar gelip bu noktaya dayandı. Seçimler yavaş yavaş yaklaşırken, iktidar çeşitli bahaneler, siyasal oyunlar ve hukuksal dümenlerle, birçoğu muhalefetin -özellikle de CHP’nin- eline geçmiş büyük kentleri, en başta da İstanbul’u, sanki şimdiden kendi cephesine çekmeyi dener oldu. Özellikle de Ekrem İmamoğlu’nu ortadan kaldırarak... Ankara’da ve birçok yerde o denli etkin olamıyorlardı. İstanbul sanki her şeyin yol göstericisiydi. Önce o inanılmaz diploma hikâyesi... Bu konuda Sözcü gazetesinde Necati Doğru’nun adı gibi doğru ve “Bitti” başlıklı yazısını okumanızı dilerdim. (21 Mart Cuma) Özellikle “Diploma!” başlıklı bölümünü... O büyük oyunun anlamsızlığını ne güzel belirtiyor…

Ama sevgili iktidarımız bununla yetinmedi. İmamoğlu’nun hiç beklenmedik biçimde bir operasyona tabi tutulması, 90 küsur kişiyle birlikte gözaltına alınması inanılmaz tepkiler yarattı. Oh olsun! Sanki tüm Türkiye ayaktaydı, sokaktaydı. Hele İstanbul’da... Vaktiyle benim de çalıştığım binanın bulunduğu Saraçhane o günden beri kaynıyor. Söylenene göre 300 bin kişi gelmiş... Özgür Özel şöyle demiş: “Bu meydandan korkuyorsan, sen bir diktatörsün.” Okulum Galatasaray dahil birçok üniversitede de gösteriler var. Öğrenciler Beyazıt’ta buluşup yürümüş. Halk şöyle bağırıyor; “Halkın iradesi ayak oyunlarıyla çalınamaz”; “Kurtuluş yok tek başına, ya beraber ya hiçbirimiz!” Hatta “Faşizme karşı omuz omuza!” Faşizmin gömülüşünden 80 yıl sonra ne tepki ama! Bu arada Rize gibi iktidara daha yakın olması beklenen bir kentimizde inanılmaz bir İmamoğlu tezahüratı  günlerdir sürüyor. ANKA Haber Ajansı çekmiş.

Ama özellikle Özel teslim olmuyor ve “Bundan sonra sokaklardayız” diyor. “Tüm Türkiye’ye sesleniyorum. Şiddete bulaşmadan, hak aramak için, o hakkı söke söke almak için sokaklar bizimdir, meydanlar bizimdir. Evet, sizlere sokak çağrısı yapıyorum.” Tüm bunlar birkaç günde çok sayıda insanın tutuklanmasını engellemiyor. Ne demokrasi ama...

İBB Başkanı Ekrem İmamoğlu

İyi anlaşalım... Elbette aklı başında hiç kimse sakin, rahat, güvenli bir kent yerine kıpır kıpır karışmış bir kent düşünmez, istemez. Ama sükûnet, barış ve güvenlik ancak bir iktidarın kendi halkıyla iyi anlaşmasıyla sağlanabilir. Bir başka deyimle, o kitleleri sokağa döken o iktidarın kendisidir, onun yanlış yönetimidir. İstanbul’da örneğin adım başı metroların Taksim’den durmadan geçmesi, birçok ana caddenin trafiğe kapanması ya da Ankara’da ODTÜ’ye ulaşmanın valilik emriyle durdurulması da son günlerin zoraki önlemleri.

Ve İmamoğlu kolay teslim olmuyor. Kendisine yöneltilen bir suçlama “silahlı terör örgütüne yardım etmek.” Nerede, nasıl, niçin diye sormazlar mı? Bir başka suçlama da “kreş açmak...” O da şöyle diyor: “Bu bir suç ise, işlemeye devam edeceğiz!” Sayfalarca ifade vermiş. Ve kendisiyle birlikte sayısız kişi de sorgulanıyor. Arada şiirsel laflar ediliyor. Örneğin Bahçeli Bey şöyle diyor: “Yargıya saygı duy, partinde otur.” Özel’in yanıtı: “Milletin sesini duy, darbeye karşı dur.” Hangisini tercih edersiniz? Yine Özel en son şöyle dedi: “İstanbul’un iradesine dokunana, biz de dokunuruz.” Hodri meydan!...

İşte böyle günler yaşıyoruz. Ve de seçimlere kadar yaşayacağız. CHP’nin bunlara karşı “kayyım planından önce olağanüstü kurultay resti” gibi benim pek kavrayamadığım önlemler alması herhalde iyi. Arada hâlâ o menhus ve menfur Gezi Direnişi Davası’nı (2013’ten beri, yani 12 yıl sonra!) sürdüren bir iktidarın o dava kapsamında Osman Kavala, Çiğdem Mater, Can Atalay gibi isimleri hâlâ içerde tutması; en son Zafer Partisi Genel Başkanı Ümit Özdağ’ın da hapse atılması; İstanbul Barosu yönetiminin görevine mahkemece son verilmesi gibi 'harika' işler var! Ve bunlar bitecek gibi değil... Bizlere ise doğru yanda yer almak ve de adına sabır denen o insancıl özelliği iyi korumak görevi düşüyor.

Ve sonunda beklenen oluyor. İmamoğlu, adı artık özgürlük yasaklarıyla bilenen Silivri Cezaevi'nde kapıların ardına konmuş. Tıpkı son yıllarda adını hemen yukarıda andığım ve daha birçok kişinin hiç hakketmedikleri uzun, giderek ömür boyu hapislere mahkum edilmesi gibi... Burası Türkiye ve artık burada böyle oluyor!

Bu arada kadınlara da özel görevler düşüyor. Yani liderlerin eşlerini kastediyorum. En çok da İmamoğlu ve Özel'in eşlerini... Her dakika eşlerinin yanı başında onlara güç veriyorlar, hatta özel söyleşiler yapıyorlar.

Böylece tam Ramazan’da oruç tutup sahura kalkmak yerine böyle işler yapıyoruz. En son derece sembolik bir olay da şu: Çağlayan’daki Adalet Sarayı’na çıkan yollar kapatılmış. Gerçi kısa bir süre için... Ama bundan iyi bir simgesellik olabilir mi?


NOT: Sevgili Filiz Akın’ın ani ölümüne herkes gibi ben de çok üzüldüm. O eşsiz Dört Yapraklı Yonca, Fatma Girik’ten sonra onu da yitirdi. Ve cenazesi yapılmayıp sessizce gömüldüğü için gereği gibi uğurlayamadık. Bu arada, bende ona ait bir anı var: bir Rotary Ödülü. Akrabaları başvurursa, onlara vermek isterim. Allah rahmet eylesin... 

Filiz Akın ile...

Atilla Dorsay kimdir?

Atilla Dorsay. 1939 İzmir, Karşıyaka'da doğdu. Çocukluğu zor savaş yıllarında geçti. O yıllardan her şeyin karneyle alındığını, radyolardan yayılan savaş haberlerini ve ilk sinema deneyimlerini oluşturan savaş üzerine filmleri hatırlıyor.

10 yaşındayken ailesi sırf onu Galatasaray Lisesinde okutabilmek için İstanbul'la göç etti. Böylece Fransız kültürüyle yetişti.

Güzel Sanatlar Akademisi'nde (şimdiki Mimar Sinan Üniversitesi) mimarlık okudu. Hayatta her koşulda koruduğu estetik bakışını bu temele borçlu olduğunu söyler.

Rehberlik, gazetecilik ve eleştirmenlik yaptı.

1966'da başladığı Cumhuriyet gazetesindeki yazılarını 27 yıl boyunca sürdürdü.

Bu aralıkta Leman Dorsay'la evlendi. İki çocuk ve üç torunu oldu.

Sonraki yıllarda Cumhuriyet'ten kendi isteğiyle ayrıldı. Kısa bir süre için Milliyet'te devam eden ve hâlâ süren dergi yazarlığı yaptı.

Yeni Yüzyıl'da yepyeni bir gazeteyi yaratmanın keyfini yaşadı. Daha sonra Sabah gazetesinde devam etti. Buradan kendi deyimiyle, "ilkesel bir tavırla" ayrıldı: Bir yazısında, (Emek Yoksa Ben De Yokum) okuruna Emek sineması üzerine verdiği bir sözü tutmak için.

Dorsay, 2013'ten beri, "Özgür, serbest, hiçbir konu, yer ve zaman kısıtlamasına tabi olmadan... Ama artık maaşsız!.. Ve çok yakında tam on yılını dolduracak olan..." sözleriyle işaret ettiği T24'te yazıyor.

Dorsay'ın kültür-sanata dair birçok alanda çabaları oldu. İKSV'de çalışıp yıllar boyu İstanbul Sinema Festivali'nin kadrosunda yer aldı. Dünya çapında sayısız ünlüyü basın toplantılarında sundu, söyleşiler yaptı, fotoğraflarını çekti.

TRT'de, hem haftalık müzik programları yaptı, hem de filmler sundu. Özellikle sinemanın 100. yılının kutlandığı 1995 yılı ve sonrasında sayısız klasiği Murat Özer, Alin Taşçıyan, Müjde Işıl gibi genç meslektaşlarıyla birlikte tanıttı.

Sinema Yazarları Derneği'ni (SİYAD) kurdu ve uzun yıllar başkanlığını yürüttü. Ödül gecelerini özenle seçilmiş sunucular ve müzisyenlerle sundu. Yine kendi sözleriyle; "zamanı geldiğinde tüm bu görevleri genç arkadaşlarına bırakmayı da ihmal etmedi".

Dorsay'ın en büyük üretimleri kitapları. 1970'lerden itibaren eleştirisini yazdığı tüm filmleri Türk ve yabancı sinema olarak tasnif ederek pek çok kitapta topladı. Bu kitaplar, son 50 yılın bir dökümü niteliği taşıyor.

Aynı zamanda İstanbul, Beyoğlu, şehircilik; biyografiler (özellikle Türkan Şoray ve Yılmaz Güney), söyleşiler, seyahat notları, hikâye, hatta şiirler de yazdı.

Müzik merakını görkemli bir arşivle birlikte sunduğu bir eser yayımladı. Ne Şurup Şeker Şarkılardı Onlar adıyla yayımlanan bu kitap, 20. yüzyıl pop-müzik tarihini anlatıyor.

Tartışmalar, Polemikler, Kavgalar adı kitabı Eylül 2022'de yayımlandı.

Kitaplarının sayısı şimdilerde 60'ı aştı, ama daha sayısız projesi var. T24 Yazıları -Pandemi Günlerine Doğru: Sanat ve Siyaset Ekim 2023'te, "Unutulmaz İnsanlarımızla Konuşmalar" ve "Benim Sevgili ‘6 Silahşörler’im" 2024'te okurla buluştu. Ardından daha birçoğu da gelecek. Kendisinin dediği gibi "Allah kısmet ederse!.."

 

Yazarın Diğer Yazıları

Bursa Kitap Günleri'nden izlenimler, düşünceler ve müjdeler

Kitap ve insanı bir araya getiren bu olay, bence ülke çapında yapılmalı...

Son derece özel bir gerilim ve de teknoloji karışımı

Drop: Kabul Et veya Reddet, senaryosu gerçekten uzun, bol konuşmalı ve sanki bir nehir gibi akıp giden; kamerası özellikle o görkemli lokanta sahnesinde olduğu gibi aynı ölçüde ekranı dolduran bir film...

Bir amatörün büyük aşkı ve politik macerası

Amatör filminde gerçekten unutulmaz sahneler var... Örneğin bir yüzme havuzunda çıkıp gelen ölüm... Veya gökyüzündeki drone saldırıları... Ama filmin en unutulmaz yanı, baştan sona görülmese de perdede hep egemen olan o büyük aşktır. Charlie’nin büyük aşkı...

"
"