Son yıllarda kedilere köpeklere değer vermeleriyle gururlanan insanların yaşadığı bir ülkede, denizin sarıp sarmaladığı, güneşin sarı sıcak ışıklarının yıl boyu üzerinden kaybolmadığı bir şehrin sokaklarında terk ediliverdi, bir gün. Hiç beklemediği bir andı. Her zamanki gibi sabah erkenden evden çıkmışlar, denize açılan merdivenlerden hoplaya zıplaya inmişler ve kendilerini masmavi denizin yanında uzayıp giden sahilde bulmuşlardı. En sevdiği zamanlardı bu yürüyüş zamanları. Bir oraya bir buraya koşturmuş, kendisinden önce gelen köpeklerin ve diğer canlıların geride bıraktığı kokuları izlemiş ara da bir geriye bakıp kendisini koruyan hep yanı başında olanın hemen yakınında olduğunu görmenin güvencesiyle biraz daha ilerlemişti. Ah, işte şurada her zaman karşılaştığı dostluğuna pek güvenmediği beyaz terrier'in kokusu kalmıştı. Arkada bıraktığı kokuya göre daha şimdi geçmişlerdi buradan. Biraz daha koşturdu, ona yetişmek için. Dostluğuna güvenmese de, bu küçük köpeğin tatlı sert davranışlarını pek oyuncu buluyordu. Kendisi de çok cüsseli değildi ondan. Hatta bazıları oyuncak ayı anlamına gelen 'teddy bear'diye çağırıyorlardı onu.
Köpeklerin hislerinin çok güçlü olduğunu konuşurlardı yanı başında zaman zaman. Başını gökyüzüne doğru çevirip havayı derin derin soluduğu zamanlardı. Doğru, derin sessizliklerden sonra, fırtınaların, yağmurun ve depremin geleceğini, onu koruyup besleyen ve sevenin duygularının değiştiğini bir teraziye konmuş gibi hissedebilirdi. Müezzinin aralıklarla uzun uzun çığırdığı kulakları delen bağırtıya da eşlik ettiği olurdu bazen. Ne söylerdi bilmezdi ama madem havaya sesleniyordu o da ona katılırdı. Ben de buradayım, hadi birlikte çığıralım dercesine. Ama bir gün terk edileceğini hiç mi hiç hissedememişti. Her sabah evden ayrıldığında, onun bir daha gelemeyeceği kaygısıyla beklerdi zaten. Ama yine de beklerdi. Sabah tabağına koyduğu yemeğe dokunmaz, koridora kapının hemen yanına, gitmelerini maruz göstermek için bıraktığı ödül mamasına dönüp bakmazdı bile. Tek istediği onun dönüp gelmesiydi. Zamanı onun gelip gitmeleriyle ölçerdi. Geldiğinde zamandı, sonsuzluktu, mutluluktu, gittiğinde zamanda yok olurdu. Beklemeye yatardı. Gözlerini kapatır, ve onun alıştığı bir ayağının üstüne bastırarak yürüyüp diğerinin üstünde uçar gibi olduğu adımlarını duyuncaya kadar açmazdı. Aradan günler de geçse haftalarda geçse, olduğu yerde nefesini yitirip, çürüyüp üstünde yattığı tüylü battaniyenin ipliklerine dönüşse de o en çok sevdiği, gittiği meçhul yerlerden dönene kadar olduğu yerde kalır, zamanı bekleyişe dönüştürürdü.
Nasıl başlamıştı dostlukları? Başlamaya zaten mahkûmdu, onu demir kafesin içinde görüp, bulunduğu yerdeki çaresizlikten, iki elinin avuçlarının içine alıp başının üstünde havaya kaldırıp, sonra da montunun fermuarını açıp kalbinin tam attığı yere şefkatle bırakmıştı. Orada bulunduğu yerde onun sol elinin kendisini incitmeksizin minicik vücudunu montunun üstünden kavradığını hissetmiş, kalbinin sakin atışlarını dinlemiş, ve kendini kurtaran meleği bulduğunu anlamıştı. Melek gelmeden önceki hayatının hatırlanacak hiçbir şeyi yoktu. Gözlerini açtığında demir bir kafesin içindeydi. Oraya nasıl girmişti hiçbir anısı yoktu. Belki de orada doğmuştu. Hayal meyal kendisine tıpatıp benzeyen başka bir köpeğin koynunda yattığını hatırlıyordu. Kendisiyle birlikte beş tane daha yavru vardı kafesin içinde. Onlar gözlerini açar açmaz anne köpek koparılıp alınmıştı kafesten. Daha sonra kafese uzanan eller diğerlerini de birer birer havaya kaldırıp şöyle bir mıncıkladıktan sonra sepetlere koyup gitmişlerdi. Bir süre kafeste yapayalnız kaldı. Gün ışığında meraklı gözler gelip kendisini diğer kafeslerde olan kedi ve köpekleri de gözden geçirirken şöyle bir bakıyorlardı. Akşamları tüm ışıklar sönüyor, kafeste kaldığı yetmezmiş gibi bir de kapılar kilitleniyordu. Acıklı çok acıklıydı durumları ama başka da bir hayatın varlığından haberi yoktu henüz. Sadece diğer kafeslerdeki kendisi gibi yazgılarına teslim edilmiş kedilerin ve köpeklerin gözlerine baktığında içlerindeki durumun karanlığının bir kez daha farkına varıyordu.
Ne yazık ki başka bir dünya var mıydı, onu bile bilmiyordu. Bildiği sadece içinde bulundukları durumun biçareliğiydi. O yüzden olsa gerek, bir gün kafesin dışından kendilerini seyredenlerden bir çift elin uzanıp onu o kıvrıldığı çaresizlikten koparıp aldığında ve montun içindeki vücudun sıcaklığını hissettiğinde anlamıştı başka bir dünyanın varlığını. Yaşadığı sevgi seliydi. İlk günden başlamıştı aralarındaki aşk. Son nefesini verene kadar da devam edecekti.
Ne var ki bu aşkın tek taraflı olduğunu bir gün mutlu başlayan yürüyüşlerinden birinde anlayacaktı. Dünyadaki tek varlığı, kendisini vahşi bir dünyada yeniden yalnız bırakıp bir an içinde sırra kadem basmıştı.
Hep yanında olanın orada olmadığını fark etmesi biraz zaman almıştı küçük köpeğin. Ne de olsa haklıydı, denizden gelen meltemle birlikte diğer köpeklerin kedilerin ve tüm canlıların bıraktığı kokular birbirine karışmış, kendisini bir koku cennetinde bulmuştu. Arkasına baktığında göremedi onu. Ne olmuştu nereye kaybolmuştu? Çılgınlar gibi koşmaya başladı geriye doğru. Sahildeki yürüyenlerden bazılarının oraya buraya kaçıp "Aaa delirmiş bu hayvan" dediklerini duyabiliyordu. Bir tanesi "Kuduzdur belki, yaklaşmayın" deyip elindeki değneği oraya buraya savurdu. "Sensin kuduz" diye geçirirdi içinden, başka bir zaman olsaydı ama gözü hiçbir şeyi görmüyordu şimdi. Bir amok koşucusu gibi koştu, koştu.
Akşamın karanlığı çöktüğünde, yorgunluktan yol kenarındaki bir ağacın dibine çöküverdi. Açtı, susuzdu ama sevdiğini bulana kadar durmamalıydı. Cezalandırılmış mıydı? Hafızasını yokladı evde yapmaması gereken bir şey mi yapmıştı, bu muydu cezası? Hemen ortaya çıkıp "Teddy, oğlum gel" deyip, sarılacak mıydı ona.
Gözlerini kapatsa, terk edilmişliğin ağırlığından kalbinin duracağını biliyordu. Sevdiğinin o sorumsuz insanlardan olmadığına inanmıştı. Birkaç yıl kendisi gibi bir hayvana sevgisini verip sonra da hayvandır evde yapamaz sokaklarda daha özgürler deyip, şehrin vahşi sokaklarına kedilerini köpeklerini bırakıp sonra da unutuveren o zalimlerden birisi olamazdıhayatındaki tek varlığı. Sorumsuz olan kendisi miydi yoksa diye düşündü, hep korunduğunu, kendisini gözetenin hep yanında olduğunu bilmenin rahatlığıyla ilerlemiş, kokuların arasında kendini kaybetmişti.
Hızla yerinden doğruldu, ona bir şey olduysa hayatta kalmasının bir anlamı yoktu. Tehlikeli bir labirentmişçesine bitmeksizin uzanan ve onların üzerinde vızır vızır yol alan arabaların far ışıklarının gözlerini kamaştırdığı yollardan geçip, birlikte güvencede oldukları evini bulmalıydı.
Bir süre yolun kenarında bekledi. Yolun kenarında çöpleri karıştıran bir deri bir kemik kalmış başka bir köpeği ilk kez fark etti. O da kendisi gibi bir gün öylece terk edilivermiş miydi. Onun kusuru neydi acaba. Kendisinin suçunun ne olduğunu bilmiyordu şimdi bir de onunkini düşünemezdi. Korkudan tirtir titredi. Kalbinin atışlarını ağzında hissediyordu. Başını bir sağa bir sola çevirdi, her yönden arabalar onları yönetenler yokmuşçasına son bir hızla geliyorlardı. "Ah, kör müsünüz yolun karşısına geçeceğim" dedi içinden. Ön patisini yola indirdi, uyarı niyetine. Hiçbirisi tınlamadı. Tüm cesaretini topladı, derin bir ah çeker gibi nefes alıp attı kendini yolun karşısına doğru. Soldan gelen arabayı kıl payı geçti ve hızını yavaşlatmadan yolun diğer yanına doğru koşmaya devam etti. Birdenbire küt diye bir şey duydu ve duymasıyla birlikte kendisini havada buldu, her iki yönden gelen arabaların ışıkları gözlerinde patladı. Havada onlarca takla attıktan sonra küt diye ağır bir torba gibi caddenin ortasına düşüverdi. Ona çarpan kimse anında ortadan yok olmuştu "Ah zavallı köpek ne oldu..." çığlıklarını duydu. Başka bir ses "Araba çarptı yavrucağa, ahh ahhh" diye çığlık attı. "Araba değil, bir insanın vicdansızlığı çarptı bana, görmüyor musunuz" diye inledi, gözlerini kapatırken.
Yoldan geçen iyi yürekli biri başını diğer yana çevirip hızla yürüyüp gitmektense iki kolunu açıp, kendisini hızla caddenin ortasına attı. Hızla gelen arabalar bu kez lastiklerini gıcırdatan frenler yaparak zınk diye durdular. Adam sessizce bu tür trajedileri görmeye alışkın birinin sakin tavırlarıyla, orada öylesine cansızca yatan dört ayaklı silüeti, yavaşça kucağına alıp yolun kenarına yeniden canını acıtmaktan korkar gibi yavaşça yatırdı. Küçük köpek kendisine dokunan ellerdeki şefkati son bir kez daha hissetti. Demir kafeslerin içinde başlayan küçücük bir hayat koca şehrin vahşi sokaklarında böylece son buldu.