02 Nisan 2025
Enes Hocaoğulları
Kapının yanında bir gözaltı çantam var,
anneme de onu sevdiğimi söyledim.
Şimdilik elimden bu geliyor.
Enes Hocaoğulları
Gündemdeki gelişmeleri takip etmekte zorlandığımız çok zorlu bir iki hafta geçirdik. Avukatların, gazetecilerin, foto muhabirlerinin, siyasetçilerin, kısaca işini yapmaya çalışan insanların tutuklanmalarını hayretle izledik. Ama en çok gençlerin durumuna üzüldük. Yaşları 21’i geçmeyen 301 gencimizin bayramı içeride geçiriyor olması içimizi yaktı. Protestoları İstanbul Üniversitesi öğrencilerinin başlattığını hatırlamakta fayda var. Neden başlattılar? “Kardeşim ben burada boşuna mı okuyorum? Diplomamın demek ki bir garantisi yok...” demek için ve elbette hak, hukuk, adalete sahip çıkmak için... Bu protestolara hemen ODTÜ, Boğaziçi, Bilkent, İTÜ, Marmara, YTÜ gibi Türkiye’nin en prestijli üniversitelerinde okuyan öğrenciler eklendi. Onlara milliyetçiler, laikler, apolitikler, işçiler, sağcılar, solcular kısaca birbirlerinden farklı ama şikayetleri ve talepleri aynı olan diğer gençler de katılınca, kalabalıklar hızla büyüdü.
İki haftadır, Türkiye'nin dört bir yanında yüz binlerce genç, kesintisiz devam ettikleri protestolarda seslerini duyurmaya çalışıyorlar. Valiliklerin ilan ettiği toplanma ve gösteri yasaklarına, toplu taşıma hizmetlerinde uygulanan kısıtlamalara rağmen… Bu haftaki konuğum, gençlik delegesi olarak yer aldığı, Avrupa Konseyi Yerel ve Bölgesel Yönetimler Kongresi'nin 48’inci oturumunda yaptığı konuşmayla, özellikle de “Türkiye’den seçilmiş kıymetli delegelerin değerli yorumlarını dinledik. Yılların tecrübesine sahip karar alıcılar olarak değerlendirmelerini duymaktan dolayı minnettarım. Benim değerlendirmem ise yıllarca bir makamda bulunmaktan değil sokaklardan geliyor. Barışçıl toplanma hakkını kullanan vatandaşlara polis güçlerinin biber gazı, plastik mermiler ve TOMA’larla orantısız şiddet uyguladığı ilk günden beri oradaydım. Akranlarım gözaltına alınıp çıplak aramaya maruz kaldığı anlarda da oradaydım. Genç bir delege olarak o hafta ne öğrendiğimi size söyleyeyim: Gençler artık yeter diyor. Yeter diyoruz ve özgürlüklerimizi geri almak için sokaklara çıkmaya hazırız. Ne mesaj vereceğinizi bilmiyorsanız korkmayın. Mesaj hazır. Mesaj gençlerde. Tek ihtiyacımız olan, mesajımızı bizi dinlemeyen karar alıcılara iletmeniz.” sözleriyle Avrupa’nın dikkatini Türkiye’ye çeken 23 yaşındaki aktivist Enes Hocaoğulları.
Enes’in sosyal medya vasıtasıyla 10 milyon insana ulaşan konuşmasıdan sonra konsey önceden hazırladığı bildirgeyi oylayıp, yayınlandı. Türk makamlarıyla yapıcı siyasi diyalog yürütme kararlılığını yineledi, Türkiye’de yerel demokrasinin durumuna ilişkin raportörlerin de katılımıyla bir inceleme ziyareti gerçekleştirileceği duyurdu. Konsey, bu ziyaret kapsamında tutuklu belediye başkanlarıyla, özellikle de Ekrem İmamoğlu ile yüz yüze görüşmeyi planladığını da belirtti.
Enes Hocaoğulları ile meydanlardaki gençlerin profilini, taleplerini, korku duvarlarının nasıl yıkıldığını, boykotun neden önemli olduğunu konuştuk.
- Seni tanıyabilir miyiz Enes? Siyasete ve insan haklarına ilgin nasıl doğdu?
23 yaşındayım. Üniversitede insan bireyselliğini anlamak için Psikoloji, insan toplumsallığını anlamak için de Siyaset Bilimi okudum Siyasete ilgim ne zaman başladı hatırlamıyorum doğrusu. Ama 5 yaşında TBMM’ye gitmek için tutturmuş, gidince de siyasetçiler beni karşılamadığı için üzülmüştüm. Bilmiyordum ki bu, siyasetçilerin beni hayal kırıklığına uğratacağı nice deneyimin ilkiymiş… Adının bu olduğunu bilmediğim zamandan beri aktivistim. İklim krizine karşı farkındalık yaratmaya çalıştığım aktivizmim, sonradan insan haklarına evrildi. Mezuniyetimden beri sivil toplumda uluslarası ilişkilerle meşgulüm. Yaptığım işi aktivistler ve karar alıcılar arasında liyezon diye tanımlayabilirim. Bu yıl ayrıca, Avrupa Konseyi’nin Yerel ve Bölgesel Yönetimler Kongresi’nde gençlik delegesi olarak görev alıyorum.
- İlk gün itibariyle protestolarda olduğunu söyledin. Sokaklardaki gençliğin profilini bize çizer misin?
Bu çok zor ve önemli bir soru bence. Sokaktaki gençler inanılmaz çeşitliydi. Politik pusulanın neredeyse her köşesinden partizanlar olduğu gibi, ilk kez apolitiklikten sıyrıldığı belli olanlar da vardı aramızda. Gezi Protestoları’na katılamadım ama orada da Kürtçe pankartlar ile bozkurt sembolleri bir arada mıydı merak ediyorum. Kimi gruplar yılların muhalif eylemsellik kas hafızasına sahipken, kimileri protesto etmenin de bir etik değerler kümesi olduğunun farkına daha varamadı. Ortak bir amaç doğrultusunda hareket ederken, farklı demografik grupların birbirini taciz etmesine, tehdit etmesine şahit olduğum için, ne yalan söyleyeyim, utanıyorum. Dilerim bu kalabalık çeşitli olduğu kadar, kapsayıcı da olur tez vakitte. Birbirinin farklılıklarına değil benzerliklerine odaklanarak attığımız slogana, kullandığımız sembollere incelikle yaklaşmamız gerektiğini düşünüyorum. Hükümet son yıllarda çok fazla düşman edindi. Kutuplaşarak değil, birleşerek haklarımızı elde edebiliriz.
- Bu gençler ne istiyor ve niye oradalar?
Belki şunu sorarak başlamak lazım: neden sokakta olanlar genç? Akla mantığa sığmaz ekonomi politikaları, populist laflarla örtülünce, hayat pahalılığı kaçınılmaz bir sonuç. Peki bundan en çok kim etkileniyor? Tabii ki ekonomik bağımsızlığını daha elde edememiş gençler. Bu soruyu, barınma krizi içinde yurtlara erişemeyen ve eriştikleri yurtlar çoğu zaman esenlik içinde yaşamaya elverişli olmayan gençlere sorarsanız şu cevabı alırsınız: biz sokakta olmayacağız da kim olacak?
Bunun dışında sıra kadınlarda, Kürtler’de, LGBT’lerde, işçilerdeyken “Sıra bana gelmez’’ diyen çoğu vatandaş için sıranın iyi gelirli, orta yaşlı, Sünni, Türk bir siyasetçiye gelmesi uyanış çağrısı niteliğindeydi. Sokaktaki her protestocu Ekrem İmamoğlu’nu Cumhurbaşkanı olarak görmek istiyor demek hata olur. Ama hepsinin mevcut yönetimden memnuniyetsiz olduğunu - insan hakları, hukukun üstünlüğü, adalet ve demokrasi odaklı reformlar talep ettiğini söylemek gayet yerinde.
- Sadece Ekrem İmamoğlu tutuklandı diye değil, değil mi?
Hastalığımız demokratik gerileme, semptomumuz İmamoğlu’nun tutuklanması. Hayır, olay İmamoğlu’ndan ibaret değil. Bu sorunun yanıtının hayır olduğunu biz ilk günden beri biliyoruz, ama bence artık CHP de farkında. İkinci gün protestolara seçim otobüsü üstünde, şarkılar eşliğinde gelen CHP vekillerinin sesleri, “Mitinge değil, eyleme geldik’’ sloganları ile susturuldu. Dördüncü gün ise CHP vekilleri, polis ile müzakere sırasında öğrencilere sahip çıkmak üzere ODTÜ’deydi. Belki Turan Güneş “CHP Halktan Nasıl Uzaklaştı?’’ dediğinden beri ilk kez CHP’nin H harfinin istek ve ihtiyaçlarına kulak verdiğini görmek umut verici. Gençler 2023 Genel Seçimleri’ndeki kırgınlıklarına rağmen 2024 Yerel Seçimlerinde “oylarını emanet ettikleri’’ ana muhalefet tarafından duyulduklarını hissetmeye başladılar. Bu şüphesiz, gençlerin de, CHP’nin de yararına.
- Türkiye’de demokratik haklarını savunan gençlerin maruz kaldığı muameleyi anlatır mısın?
Bu soruya çok ayrıcalıklı bir yerden yanıt verdiğimi belirtmem lazım. Aktivizmim sebebiyle kaynaklarımı kaybetmem durumunda, beni yine de kabul edecek ve finansal olarak destekleyecek bir ailede doğdum. Oysa hak savunucusu çoğu genç, katıldıkları bir protestoda gözaltına alınmaları durumunda barınma haklarından bile yoksun kalma ihtimalini göze alıyorlar. Örneğin 2022 İstanbul Onur Yürüyüşü’nde gözaltına alınan 373 vatandaşın çoğu gençti ve burslarını, yurtlarını kaybettiler. Çalışan gençler ise zor şartlarda elde ettikleri işleri kaybetme endişesiyle protestolara katılma konusunda haklı bir çekince yaşıyorlar.
İmamoğlu protestolarına gelecek olursak, durum değişmedi, belki de vahimleşti. Güvenpark’ta hiçbir polis şiddetine maruz kalmadan barışçıl gösteri hakkımızı kullanışımızla, ODTÜ’de ciğerlerimizin biber gazı dolması nasıl aynı gecede yaşandı anlayamıyorum bazen. Üniversiteler adeta orantısız şiddete kobay olarak feda ediliyorlar. Hangi demokratik ülkede yüz üniversite öğrencisine bir TOMA düşer? Madem bahsi geçti, ODTÜ’ye gidişimizi de anlatayım. ODTÜ dahil olmak üzere öncesi ve sonrasındaki ikişer metro durağı kapatılmıştı. Bin kişilik bir grup Milli Kütüphane’den ODTÜ’ye kadar yürüdük. Biber gazı ve TOMA müdahaleleri ise bizi Beytepe’ye kadar sürdü. Günün sonunda sadece demokrasimizi savunmuş olmanın haklı gururunu yaşamıyor, 7 kilometre yürüyüş yaptığımız için de sağlıklı hissettiğimizden bahsediyorduk.
- Şu durumda espri yapabilmen ne güzel. Korku duvarları yıkıldı diyebilir miyiz?
Gençler yıllardır sistematik olarak hak, özgürlük, kaynak ve olanaklarını kaybediyorlar. Bu öyle bir seviyeye ulaştı ki artık korkumuzu da kaybettik. Benim için korku duvarının çatlaması, aldığım tehditler karşısında demotive olmak yerine daha da motive olduğumu fark etmek oldu. Şimdi o çatlaktan sızan umudun kuvveti her gün artıyor - umarım duvarda tek bir tuğla kalmayana dek de artacak.
Ben gelecek konusunda temkinli ama iyimserim. Sokaklarda vatandaşları, gençleri görünce umutlanmamak çok zor oluyor. Bahsettiğim gelecek illa İmamoğlu’ndan ibaret değil elbet. Demokrasinin, hukukun üstünlüğünün ve insan haklarının gözetildiği; tüm halkların kucaklandığı bir gelecekten bahsediyorum.
- Seninle ilgili açılmış bir dava var mı?
Şimdilik yok, ağzımızı hayra açalım tabii ama avukatlarımız böyle bir ihtimale karşı hazır bekliyorlar. Kapının yanında bir gözaltı çantam var, anneme de onu sevdiğimi söyledim. Şimdilik elimden bu geliyor.
Konuşma 10 milyon insana ulaştı.
- Gelelim geçtiğimiz günlerde Avrupa Konseyi Yerel ve Bölgesel Yönetimler Kongresi’nde yaptığın, seni tanımamıza yol açan konuşmaya... Nasıl tepkiler aldın bu konuşmadan sonra?
Konuşmama üç gün boyunca “Türkiye’de olanların farkındayız, yakından takip ediyoruz’’ demesine sinirlendiğim diplomatları harekete geçirmek için son anda hazırlandım. Kongrede ayakta alkışlanan tek konuşma olması bile benim için yeterince büyük bir şoktu; 10 milyon insana ulaşmasını bir kenara bırakıyorum. Türkiye’ye dönerken de ülkeye girebilecek miyim endişesiyle sosyal medyayı takip edememiştim. Şimdi dönüp baktığımda “benim gibi ülkesini yabancılara şikayet eden vatan hainlerine’’ uygulamak istediği şiddetli eylemleri sayan her bir yorum veya mesaja karşı sesimizi dünyaya duyurduğum için bana minnettar olduğunu söyleyen 10 yorum, 10 mesaj var. Hepsine şunu söyleyebiliyorum: Vazifemiz.
- Avrupa Türkiye’yi bu süreçte çok yalnız bıraktı. Sence mesajın yerine ulaşacak mı?
Umarım. Avrupalı karar alıcıların ikilemini anlamıyor değilim: karşılarında hoşuna gitmeyen durumda masadan kalkabilen, diyaloğu kesebilen bir rejim var. Ama buna rağmen, tam da şu an harekete geçmek çok önemli. Avrupalı karar alıcıları aksiyona davet ettiğim gibi, tüm Avrupalıları da karar alıcıları ile iletişime geçmeye, onları bu insan hakları ihlalleri karşısında durdurmaya çağırıyorum.
- Boykot hakkında düşüncelerin ne?
Boykot, vatandaşlar olarak elimizdeki en güçlü siyasi duruşlardan biri. Başlangıçta hükümete yakın markalarla başladık, ancak nihayetinde tüm tüketimi boykot etmek kaçınılmaz bir gereklilik. Unutmayalım: Biz markalara bağımlı değiliz, ama onlar bizim tüketimimize bağımlı. Boykot sadece tüketimle de sınırlı değil.
Medya boykotu dahilinde yandaş medya kesinlikle takip etmemeliyiz. Sosyal medyada bu süreçte suskun kalan isimleri takipten çıkarma çağrıları görüyorum - sahip olduğu platformu demokrasi yararına kullanmayan, baskıya sessiz kalan ünlülere de etkileşim kazandırmamalıyız. Tekrardan zarar gelmez: baskı olan yerde susan baskıdan yanadır!
Özellikle 2 Nisan’da yani bugün ulusal bir tüketim grevine gidiyoruz. Bugün, aciliyeti olmayan hiçbir harcama yapmayarak kolektif gücümüzü bir kez daha göstereceğiz. Küçük adımlarımızın birleşerek büyük değişimler yaratabileceğini hep birlikte kanıtlayacağız. Üstelik bu süreç, bize dayatılan tüketim alışkanlıklarını sorgulamamız ve farkındalığımızı artırmamız için de bir fırsat olacak.
- Birçok gencin ailesi korku içinde. Senin ailen seni destekliyor mu, yanında mı?
Annem çocuklarının eylemlerde olduğunu bilen her ebeveyn kadar endişeli. Ona “merak etme anne, biz arkalardayız” diye yalan söylediğim de oluyor, “merak etme anne, biz daha kalabalığız” diye doğruyu söylediğim de... Ama biliyorum ki nasıl benim öfkem korkumdan ağır basıyorsa, onun da gururu endişesini yeniyor.
- Malum burası “Göç” köşesi. Tüm bu yaşananlardan sonra göçmek aklından geçiyor mu?
Ben de “göç’’ köşesinde bir göçmen sayılırım. Sevgili Elif Şafak’ın dediği gibi bir pusula iğnesi misali, bir ayağım hep Ankara’da - diğer ayağım Dünya’yı geziyor. Herkesin gönlünce göç edebildiği, kimsenin iltica etmek zorunda kalmadığı bir hayat ümidiyle…
Harekete geçmek için bir uyanış çağrısı bekliyorsanız - işte o çağrı budur.
- Enes Hocaoğulları’nın Avrupa’da, hatta Kanada’da dahi ses getiren konuşmasının tam metni
Ekrem İmamoğlu, Buğra Gökçe, İlker Canikligil, Zeynep Kuray, Enes Hocaoğulları.
Bunların sadece isimler olduğunu düşünebilirsiniz – ama aslında bunlar birer hikâye. Bu ay Türkiye’de demokratik gerilemeden etkilenen insanların hikâyeleri. Bunu nereden mi biliyorum? Çünkü benim ismim de onların arasında. Geçen hafta sokaklarda demokrasi için mücadele ederken, bu hafta Palais’de bu mücadeleyi sürdürüyorum.
Türkiye’den seçilmiş kıymetli delegelerin değerli yorumlarını dinledik. Yılların tecrübesine sahip karar alıcılar olarak değerlendirmelerini duymaktan dolayı minnettarım. Benim değerlendirmem ise yıllarca bir makamda bulunmaktan değil sokaklardan geliyor. Barışçıl toplanma hakkını kullanan vatandaşlara polis güçlerinin biber gazı, plastik mermiler ve TOMA’larla orantısız şiddet uyguladığı ilk günden beri oradaydım. Akranlarım gözaltına alınıp çıplak aramaya maruz kaldığı anlarda da oradaydım.
Dediğim gibi benim değerlendirmem bir makamdan gelmiyor ama bu üç gün boyunca Palais’de, “Türkiye’de olanların farkındayız”, “Yakından takip ediyoruz” ve hatta “Türkiye, uluslararası hukuk standartlarına uymakla yükümlüdür” gibi sözler duydum. Görünüyor ki değil - ya da bağlı olmak kavramını farklı tanımlıyoruz. Muhtemelen çoğunuzun bir yılda görmediği ama benim bir haftada şahit olduğum bu insan hakları ihlallerinin, oldukları insan hakları ihlalleri olarak kabul edilmeleri konusunda ısrar ediyorum.
Genç bir delege olarak o hafta ne öğrendiğimi size söyleyeyim: Gençler artık yeter diyor. Yeter diyoruz ve özgürlüklerimizi geri almak için sokaklara çıkmaya hazırız. Ne mesaj vereceğinizi bilmiyorsanız korkmayın. Mesaj hazır. Mesaj gençlerde. Tek ihtiyacımız olan, onu bizi dinlemeyen karar alıcılara iletmeniz.
Hem konuşmam hem de Türkiye’de demokrasiyi savunmak için zamanımız tükeniyor. Harekete geçmek için bir uyanış çağrısı bekliyorsanız - işte o çağrı budur.
Ayşe Acar kimdir?Ayşe Acar 10 Ağustos 1974'de doğdu. İstanbul Teknik Üniversitesi Fizik Mühendisliği bölümünü bitirdikten sonra 1996 yılında Sabah Gazetesi'nin reklam departmanında işe başladı. Sonraki yıllarda NTV ve Vatan Gazetesi'nin reklam departmanlarında yönetici olarak çalıştı. Kariyerini değiştirmesine yol açan olay, 2004 yılında ikizlerine hamile kalmasıyla gerçekleşti. Yazı işlerindeki arkadaşlarına hamilelik maceralarını anlatırken, kendini hafta sonu eklerinde köşe yazarı olarak buldu. Ayşe'nin İkizleri'nin ilk yazısı Vatan Gazetesi'nde 11 Eylül 2004'de yayımlandı ve çocukları Defne ile Ege'nin ilkokula başladığı 2011 yılına kadar sürdü. Nisan 2009'da "Anneee! Anne oluyorum!" isimli ilk kitabı yayımlandı. Bu süre zarfında Vatan Gazetesi'nin hafta sonu eklerinde spor, sanat, siyaset, iş, moda dünyasının etkili isimleriyle röportajlar yaptı. Ayşe 2017'de, ikizleri ve dört ayaklı çocuğu Mişka ile Kanada'nın Vancouver şehrine göçtü. Kanada'nın iklimine, kültürüne ve farklı bir dilde yaşamaya alışırken ortaya göç sürecinde yaşadığı zorlukları ve düştüğü gülünç durumları esprili bir dille anlattığı ikinci kitabı "Kanadalılaştıramadıklarımızdan mısınız?" (2019-Kara Karga Yayınları) çıktı. 2019 yılında T24'te Göç Hikâyeleri köşesini yazmaya başladı. Yeniden başlamanın gücünü anlattığı ve Kanada'da yaşam ile ilgili ipuçları verdiği yazıları, birçok yeni göçmen için rehber niteliğinde oldu. Ayşe Acar aynı zamanda Oksijen Gazetesi için yurt dışında yaşayan başarılı göçmenlerle röportajlar yapıyor ve Vancouver'da çok dilli kampanyalar yürüten bir reklam ajansında müşteri ilişkilerini yönetiyor. |
Bu hafta göçmen Psikolog Nur Akpınar ile otorite figürü olarak Türkiye’nin evlatlarına yaşattıklarını, mutsuzluğun ve özgürlüklerin kısıtlanmasının psikolojik sonuçlarını ve olayları uzaktan izlemek durumunda kalan göçmenlerin psikolojisini konuşuyoruz
Prof. Dr. Selçuk Şirin ile yeni kitabı “Bir Mutluluk Reçetesi” üzerinden bugün yaşadıklarımıza bakıyor, elimizdeki son genç kuşağın önemini ve onlara nasıl daha iyi bir gelecek sağlayabileceğimizi konuşuyoruz
İmamoğlu tutuklaması, Prof. Dr. Selçuk Şirin’in gençlik ve adaletle ilgili hatırlattıkları, üç yaşındaki yeğenimin “Hak, hukuk, hayalet” diye bağırması, Vancouver’dan destek protestosu, Türkiye için rejim vakti, ya şimdi ne olacak?
© Tüm hakları saklıdır.