09 Nisan 2025

Selçuk Şirin: Elimizdeki son genç kuşağın geleceğiyle bu kadar kolay oynamamamız lazım

Prof. Dr. Selçuk Şirin ile yeni kitabı “Bir Mutluluk Reçetesi” üzerinden bugün yaşadıklarımıza bakıyor, elimizdeki son genç kuşağın önemini ve onlara nasıl daha iyi bir gelecek sağlayabileceğimizi konuşuyoruz

Memleket olarak karanlık ve zor günlerden geçtiğimizde, konu adaletse, hele de bu konu gençleri ilgilendiriyorsa Profesör Doktor Selçuk Şirin’le konuşmayı çok seviyorum. Her konuya istatiksel bakıp, araştırmalarla cevap verebiliyor, sözlerinden gençlere, biz ebeveynelere, eğitimcilere, karar alıcılara ders niteliğinde tavsiyeler çıkıyor. Üstelik 15 Mart’ta yeni kitabı “Bir Mutluluk Reçetesi” Mundi’den taze çıkmış; yeni bir röportajın tam zamanı.

Öncelikle okuması son derece kolay olan bu 178 sayfalık kitap, bugün yaşadığımız şeyleri neden yaşadığımıza dair çok sağlam tespitlerde bulunuyor ve değişime yönelik eylem planları öneriyor. Yapay Zeka, Sosyal Medya ve Toplumsal Kaos; Yalan Artık Gerçektir, Komplo Teorilerinin Global Noktası: Algoritma Etkisi, Boykot ve İptal Kültürü, Ceza Yok Ödül Çok, Çalışmak Yok Şans ve Ayrıcalık Çok, Baskı Çok Bilim Yok, Gençlik Raporu: Özgürlük Yok, Umut Yok gibi çarpıcı başlıklarıyla, gerçeğe ulaşmanın son derece zor olduğu, daha da kötüsü gerçeğin ne olduğuyla ilgilenen insan sayısının son derece azaldığı günümüz dünyasında daima başucumuzda durması gereken bir fener, bir yaşam kılavuzu gibi.

Bu hafta istatistik ve davranış bilimi uzmanı, kalkınma ve eğitim ilişkisi alanındaki çalışmaları ile tanınan, New York Üniversitesi Uygulamalı Psikoloji bölümünde öğretim üyesi, yazar Profesör Dr. Selçuk Şirin ile yeni kitabı “Bir Mutluluk Reçetesi” üzerinden, bugün yaşadıklarımıza bakıyor, elimizdeki son genç kuşağın önemini ve onlara nasıl daha iyi bir gelecek sağlayabileceğimizi konuşuyoruz.

Bilimsel olarak söyleyebiliriz ki “Yaşananlar Siyasidir”

- Kitabınızın yayınlandığı günlerde, Ekrem İmamoğlu’na yönelik operasyon başladı. Konu ile ilgili düşünceleriniz nelerdir?

Kitap çıktıktan dört gün sonra olaylar başladı, kitabın çıktığını paylaşmadım. Türkiye’de her an her şeyin olabileceğine dair yeterince tecrübemiz olsa da, ben de herkes gibi müthiş bir hayal kırıklığı yaşadım. Diploma konusu başlı başına çok saçma ve gülünç bir olay zira böyle bir şey varsa da bu diplomayı veren üniversitenin sorumluluğundadır. Mehmet Demirkol geçenlerde bahsetti. Ekrem İmamoğlu’nun tam cumhurbaşkanlığına ön adaylığını koymasından önce diploması iptal ediliyor, sonra yakın çalışma arkadaşlarıyla birlikte içeri alınıyor. Tüm bunlar üç güne sığıyor. Bilimsel olarak bir olasılık hesabı yaptığımızda bu üç olayın art arda gelme olasılığı eşyanın tabiatına aykırı. O nedenle, bilimsel olarak şunu rahatlıkla söyleyebiliriz ki yaşananlar siyasidir.

- Ne hissediyorsunuz peki?

Kaygılıyım! Sadece mağdurlar için değil, sesini çıkartanlar için değil, bu işe alkış tutanlar için de kaygılıyım. Yaşananlardan, hepimiz zarar görüyoruz. En çok da çocuklarımız... Ne uyku düzenim kaldı, ne işime odaklanabiliyorum. Kendimi birçok göçmen gibi uzakta olduğum için suçlu da hissediyorum. Bu gençler ülkenin geleceği için, bizler için bu kadar cefaya katlanıyor.

"Keşke siyasette böyle insanlar olsa, dediğimiz insanlar şu anda içeride"

- Gençlere apolitik diye kızıyorduk ama politik olmaya kalktıklarında da gördükleri muamele ortada....

Gördükleri muamale bir yana, bu tabloyu gören gençler siyasete nasıl özensin? Mahir Polat herkesin “Onun gibi bir evladım olsun” diyebileceği, onu tanıyanların kefil olduğu bir kişi. Ben tanışmıyorum ama abisi yakın dostumdur. Doç. Dr. Buğra Gökçe’yi yıllardır tanırım, ta Çankaya yıllarından... Ya Adalet Ya Sefalet kitabındaki ‘barınma’ bölümünde onun verilerinden istifade ettim. “Keşke siyasette böyle insanlar olsa” dediğimiz insanlar şu anda maalesef içeride. Zaten biz 12 Eylül’leri gördüğümüz için nispeten apolitik bir nesil olduk. Bir nesil daha mı politikadan uzaklaşsın? Kim suçu varsa cezasını çeksin ama kadın katilleri, çocuk istismarcıları ve diğer bir sürü suçlunun dışarıda olduğunu biliyoruz.

- Kitapta son günlerin en çok konuşulan konusu boykot ve iptal kültüründen de bahsediyorsunuz. Boykot başarılı oldu mu?

The Merriam-Webster sözlüğü, iptal kültürünü özellikle sosyal medyada bir kişi, kurum ya da markanın kamuya açık alanda ahlaken yanlış bir şey yapması ya da söylemesi halinde o kişi, kurum ya da markaya desteği kesmek ya da bu “iptal etme”nin topluca yapılması olarak tarif ediyor. Amaç hoşumuza gitmeyen ya da bize karşı olduğunu düşündüğümüz kişi ya da kurumun sesini kısmak, varlığını yok saymak. Kapitalizmin bugün geldiği aşamada, tüketim elimizdeki nadir güçlerimizden biridir. Eskiden üretimden gelen güç vardı, kapitalizm sendikal ve sol hareketi devre dışı bırakarak onun üstesinden geldi. Ama tüketimden gelen gücün üstesinden gelemiyor. Bakın Tesla yılbaşından bu yana yüzde 40 değer kaybetmiş bugün itibariyle. Boykot Türkiye’de de başarılı oldu ki, bu kadar üzerinde konuşuldu.

"Her kuşak kendi kahramanını yaratır"

- Gençlerin sessiz kalan ünlülere kızması hakkında ne düşünüyorsunuz?

Gençler bu devirde dikkatin en büyük kaynak olduğunun farkında. Dikkat toplayanların, yani fenomenlerin, o gücü hepimizden aldıklarını da çok iyi biliyorlar. O nedenle gençlerin fenomenlere ya da ünlülere öfkesini anlamamak yaşlılık göstergesidir. İnsanlar seni takip ettiği, izlediği, alkışladığı için sen bu kadar ünlüsün ve bunun da bir bedeli var. Öte yandan kimsenin de kimseyi riske davet etme lüksü yok. “Vay efendim, sen niye şu gösteriye katılmadın?” diyemezsin, bu sorumluluğu alamazsın. Öfkelenebilirsin ama risk almak istemeyen insanı kendi vicdanıyla baş başa bırakırsın. Her kuşak kendi kahramanını yaratır. Bu sürecin sonrasında spor dünyasında, sanat dünyasında yeni kahramanlar çıkacak. Hatta çıkmaya başladı bile.

- “Bu elimizdeki son genç kuşak!” diyorsunuz kitabınızda... Biz bu son genç kuşağa nasıl davranıyoruz?

Tüm resmî demografik veriler aynı sonucu gösteriyor: Şu an okullarımızda okuyan 20 milyon çocuk, üniversitelerimizde okuyan yedi milyon genç elimizdeki son demografik fırsat. Ne işte, ne okulda olan “ev gençleri”yle birlikte, toplamda sayısı 30 milyonu aşan bu genç kuşağa iyi bir yatırım yapıp onları geleceğe hazırlarsak bu yüzyılı kurtaracağız, zira bundan sonra nüfus hızla azalacak ve yaşlanacak. Son genç kuşak ülkemiz için bu kadar değerliyken, onların geleceğiyle bu kadar kolay oynamamız gerekiyor. Biz bu lükse sahip değiliz.

Ülkenin geleceğini dert ediyorsanız gençlere kulak verin

- Elimizde olan son genç kuşağı değerlendiremezsek ne olacak?

Genç nüfusun azalması, yakın ve orta vadede işgücü piyasasında daralma ve işgücü açığına yol açacak. Bu durum ekonomik büyümeyi olumsuz yönde etkileyecek. Türkiye zaten dış borcu çok olan bir ülke. Hızla azalacak olan nüfus artışı, tüketim ve yatırım talebinde de düşüşe neden olacak. Emekliliğin son düzenlemelerle öne çekilmesiyle birlikte, mevcut emeklilik sistemlerinin sürdürülebilirliği riske düştü. İleride, emekli başına düşen çalışan sayısı ekonomik olarak kabul edilebilir seviyenin çok altına düşecek, ki bu da emekli maaşlarının ve sağlık harcamalarının finanse edilmesini zorlaştıracak.

- Biz hep nüfus artışını fakirleşme olarak gördük.

Tam tersi. Genç nüfusun artması çok önemli. Doğurganlık oranlarının hızlı düşmesi, okul çağındaki çocuk sayısının hızla azalmasına yol açacak. Çok uzak olmayan bir zamanda, şimdi okulları konuştuğumuzdan daha çok hastaneleri, yaşlı bakımevlerini konuşacağız Türkiye korkarım bu senaryoya hiç mi hiç hazır değil. Karşımızda bir demografik saatli bomba var. O nedenle, bir kere de sizin aracılığınızla sesleniyorum, ülkenin geleceğini dert ediyorsanız gençlere kulak verin. Onların dertlerine ortak olun. Hiç bir şey yapamıyorsanız, bari gölge etmeyin.

"Adaletsizlik kendini güven sorunu olarak ortaya koyuyor"

- Gençlerin sokakta olma nedenleri kitapta birçok başlıkta toplanıyor. Anlatır mısınız?

Yıllardır söylüyorum: Gençler gidişatın aynasıdır. Eğitimden sağlığa, istihdamdan enflasyona, aklınıza gelen her alanda kötüye gidiş en çok onları ilgilendiriyor. Bu nedenle gençler ülkenin gidişatını bizden daha çok dert ediyor. Gençlerin umutlu olabilmesi için, sandığa, adil bir seçime ihtiyaçları var öncelikle. Zaten yapılan araştırmalarda gençler iki temel konuda şikâyetçi: İlk olarak hakkaniyet istiyorlar. İkinci olarak da özgürlük. Bu taleplerini de meydanlarda dile getiriyorlar.

- Ekonomik etkiden bahseder misiniz?

Tüm dünyada orta sınıf irtifa kaybetti, beyaz yakalılar ilk defa kendi çocuklarına miras olarak daha düşük bir yaşam standardı bırakıyor. Bu gidişatı herkesten daha iyi okuyan gençler ekonomik kaygıları ve gelecek kaygısını ifade etmek için sokağa çıkıyor. Dünyanın her yerinde sivil itaatsizliğin arttığı bir döneme giriyoruz. Gençler adalet ve özgürlük istiyor demiştim ama güven sorunu da var. 2022 yılında yapılan ölçüme göre Türkiye, 38 OECD (Ekonomik Kalkınma ve İşbirliği Örgütü) ülkesi içinde gençlerin okulda en güvensiz hissettiği ülke! Ülkede ciddi dozda bir şiddet ortamı var; bu ortamın doğal sonucu olarak da çocuklarımız okulda kendilerini güvende hissetmiyor. Bu çok yeni bir durum. Eskiden Türkiye bu ölçümlerde güvenlik konusunda hep çok iyi bir durumdaydı. Adaletsizlik artık kendini güven sorunu olarak ortaya koyuyor.

- Hangi dalı tutsalar ellerinde kalıyor sanki.

Öyle. Haksız kazanç ve ayrıcalıkların öne çıktığı bir ortamda, çok çalışmanın değersizleştiğini görüyorlar ve hayatta nasıl ilerleyebileceklerini bilemiyorlar. OECD’nin çarpıcı raporu, toplumumuzun sadece yüzde 3’ünün başarıyı çok çalışmaya bağladığını ortaya koyuyor. Bu ne demek, herkes bir düşünsün. Evde çocuğunuz diyor ki derslere çok çalışmama gerek yok, çünkü hayatta başarılı olmak için buna ihtiyaç yok.

"Özgürlüklerin olmadığı bir akademi, toplumu ileri taşıyamaz"

- “Üniversitelerde baskı çok, bilim yok” diyorsunuz. O da sokakta olmalarının bir nedeni değil mi?

Üniversite, özgür düşünceye en çok ihtiyaç duyulan yerdir. Özgürlük olacak ki var olanı eleştirip yerine yeni bir şey koyabilesin. Bilim böyle ilerler. Bugün Türkiye’de maalesef bu ortam yok. Bakın Türkiye’de bunca sorun var ama üniversiteleri bu sorunların tartışmasında göremiyoruz. Kimi görüyoruz, eli çubuklu sözde uzmanları. Hukukla ilgili bu kadar tartışma oluyor, bir tane üniversite dekanı da çıkıp açıklama yapamıyor. Soru soran, araştıran öğrencilerin ve akademisyenlerin başına neler geldiği ortada. Fikir üretmek için araştırma yapması gereken akademisyenler ya susturuluyor ya da yurtdışına göç etmeye zorlanıyor. Göteborg Üniversitesi’nin yayımladığı Akademik Özgürlük Endeksi, Türkiye’yi akademik özgürlüğün en alt seviyede olduğu ülkeler arasında gösteriyor. Kuzey Kore, Türkmenistan ve Eritre’le aynı kategorideyiz. Özgürlüklerin olmadığı bir akademi, toplumu ileriye taşıyamaz. Yani, ya özgürlük ya sefalet!

"Mutsuz insan üretemez, geçinir"

- Tüm bunların üstüne bir de mutsuzuz.

Gallup her sene Global Duygular Raporu yayımlıyor. Raporda duygular iki farklı ölçekle ölçülüyor: Pozitif Deneyim Endeksi ve Negatif Deneyim Endeksi. İnsanlara, sıradan bir gün içinde dinlenmeye fırsat bulup bulamadıkları, çok gülmek ya da gülümsemek için fırsatlarının olup olmadığı, yeni bir bilgi ya da ilginç bir tecrübe yaşayıp yaşamadıkları gibi sorular soruluyor. Türkiye, 142 ülke arasında, bir gün içinde gülmek, dinlenmek gibi pozitif bir duygulanım yaşayanların oranının en düşük olduğu üç ülkeden biri. Kuzey Kıbrıs ve Afganistan’la birlikte...

- Sokakta insanların yüzü gülmüyor değil mi?

Ben 30 yıldır New York’dayım ama memlekete sık sık gittiğim için gözlem yapma fırsatım oluyor. Son 5-10 yılda insanlarımızın yüzü belki pek gülmüyordu ama şu son birkaç yılda artık insanların mutsuzluğu suratlarından okunuyor. Yanılıyor muyum, diye araştırmalara balkıyorum. Araştırmalar da mutsuzluğumuzu doğruluyor. Tüm bu mutsuzluk ülkemize sefalet olarak dönüyor. Mutsuz insan üretemez, geçinir ama yeni bir projeyi hayata geçiremez. Karnını doyurur ama ötesine odaklanamaz. Dünyanın dört bir yanında insanlar gülmek için, gülümsemek için bir fırsat yaratıyor. Endonezya ve Senegal’de bu oran yüzde 90’ı buluyor. Bizde sabahtan akşama kadar çok gülen ya da gülümseyenlerin oranı yalnızca yüzde 37.

"Önce kendimizden başlayarak ülkeyi değiştirmek mümkün"

- Gençlerin sokağa çıkması sizce geç kalınmış bir tepki mi bu? İçinde bulunduğumuz bu tabloyu değiştirme şansımız var mı?

Umutsuzluk yaymak benim en sevmediğim şey. Gençlere “Yarın bugünden kötü olacak” demek onlara yapabileceğiniz en büyük kötülük. Evet realist olacağız. Sorunları bilimsel verilerle ortaya koyacağız ama durum ne kadar berbat olursa olsun, Yaşar Kemal’in dediği gibi, insan imkansızlıklar içinden umut devşirendir. Böyle zamanlar içerisinde fırsatlar da barındırır. Buradan Türkiye’nin güçlenmiş bir şekilde çıkacağına inanıyorum.

- Nasıl çıkacak hocam?

Türkiye’nin adalet başta olmak üzere sorunları var. Ancak dünyanın birçok ülkesine göre bu sorunların üstesinden gelmek için daha çok olanağı da var. Bakın bu bir klişe değil, kültürel ve coğrafi konum olarak bize özgü tarihsel avantajlarımız var. Medeniyetlerin beşiği olmuş bir yerde, Avrupa, Asya ve Afrika’nın kesişme noktasındayız. Tarihimiz imkansızlıklardan fırsatlar yaratmış kahramanlarla dolu. İstersek, yarın sabah uyanır, yeni bir hikaye yazarız. Ben çok optimist bir adamım ve eyleme inanıyorum. Evet, siyaseten uzun süredir ikiye ayrılmış ve birbirine bir şey anlatamayan, uzlaşamayan Türkiye’nin ben de farkındayım. Ama Türkiye’yi çocuklar üzerinden birleştirmenin mümkün olduğunu görüyorum. Hepimiz çocuklarımızın adil, özgür ve müreffeh bir ülkede yaşamasını istiyoruz; CHP’lisi de, AKP’lisi de, MHP’lisi de, DEM’lisi de... Mutluluk Reçetesi bunun için yazıldı. Önce kendimizden başlayarak ülkeyi değiştirmek mümkün.

Ayşe Acar kimdir?

Ayşe Acar 10 Ağustos 1974'de doğdu. İstanbul Teknik Üniversitesi Fizik Mühendisliği bölümünü bitirdikten sonra 1996 yılında Sabah Gazetesi'nin reklam departmanında işe başladı. Sonraki yıllarda NTV ve Vatan Gazetesi'nin reklam departmanlarında yönetici olarak çalıştı. 

Kariyerini değiştirmesine yol açan olay, 2004 yılında ikizlerine hamile kalmasıyla gerçekleşti. Yazı işlerindeki arkadaşlarına hamilelik maceralarını anlatırken, kendini hafta sonu eklerinde köşe yazarı olarak buldu. 

Ayşe'nin İkizleri'nin ilk yazısı Vatan Gazetesi'nde 11 Eylül 2004'de yayımlandı ve çocukları Defne ile Ege'nin ilkokula başladığı 2011 yılına kadar sürdü. 

Nisan 2009'da "Anneee! Anne oluyorum!" isimli ilk kitabı yayımlandı. Bu süre zarfında Vatan Gazetesi'nin hafta sonu eklerinde spor, sanat, siyaset, iş, moda dünyasının etkili isimleriyle röportajlar yaptı. 

Ayşe 2017'de, ikizleri ve dört ayaklı çocuğu Mişka ile Kanada'nın Vancouver şehrine göçtü. Kanada'nın iklimine, kültürüne ve farklı bir dilde yaşamaya alışırken ortaya göç sürecinde yaşadığı zorlukları ve düştüğü gülünç durumları esprili bir dille anlattığı ikinci kitabı "Kanadalılaştıramadıklarımızdan mısınız?" (2019-Kara Karga Yayınları) çıktı. 

2019 yılında T24'te Göç Hikâyeleri köşesini yazmaya başladı. Yeniden başlamanın gücünü anlattığı ve Kanada'da yaşam ile ilgili ipuçları verdiği yazıları, birçok yeni göçmen için rehber niteliğinde oldu. 

Ayşe Acar aynı zamanda Oksijen Gazetesi için yurt dışında yaşayan başarılı göçmenlerle röportajlar yapıyor ve Vancouver'da çok dilli kampanyalar yürüten bir reklam ajansında müşteri ilişkilerini yönetiyor.

Yazarın Diğer Yazıları

Klinik psikolog Nur Akpınar: Bu kadar mutsuzluk, toplumsal ölçekte bir ruhsal çöküşün göstergesi; Türkiye’nin kendisi terapiye gitmeli

Bu hafta göçmen Psikolog Nur Akpınar ile otorite figürü olarak Türkiye’nin evlatlarına yaşattıklarını, mutsuzluğun ve özgürlüklerin kısıtlanmasının psikolojik sonuçlarını ve olayları uzaktan izlemek durumunda kalan göçmenlerin psikolojisini konuşuyoruz

Enes Hocaoğulları: Hastalığımız demokratik gerileme, semptomumuz İmamoğlu’nun tutuklanması

Bu haftaki konuğumuz, geçtiğimiz hafta Avrupa Konseyi Yerel ve Bölgesel Yönetimler Kongresi'nin 48’inci oturumunda yaptığı “demokrasi” konuşmasıyla adından söz ettiren 23 yaşındaki Enes Hocaoğulları. Hocaoğulları bize sokaktaki gençlerin profilini, taleplerini ve bugünkü boykot ile ilgili görüşlerini anlattı

Hak, hukuk, hayaleet!

İmamoğlu tutuklaması, Prof. Dr. Selçuk Şirin’in gençlik ve adaletle ilgili hatırlattıkları, üç yaşındaki yeğenimin “Hak, hukuk, hayalet” diye bağırması, Vancouver’dan destek protestosu, Türkiye için rejim vakti, ya şimdi ne olacak?

"
"