Türkiye'de yangınlar, pek çok canlının hayatını kaybetmesine, yerinden edilmesine ve tüm bir ekosistemin zarar görmesine neden olurken, devleti yönetenlerin genellikle sessiz kalması, ses verenlerin ise akla zarar açıklamalar yapması yönetim ve yönetişimden hiçbir şey anlamadıklarını gözler önüne seriyor. Tabii bu cehennem karşısında çoğu insanın çaresiz, umutsuz ve kasvet içinde olmalarının sebebi de aslında bu. İktidarların sadece Türkiye'de değil tüm dünyada ekoloji politikalarını kapitalizmin ve antroposentrik çağın gerekleri ölçüsünde şekillendirmeleri doğanın topyekûn bir yok oluşa maruz bırakılmasına neden oluyor.
Yangınlar konusunda ne yazık ki daha çok kimin bunları çıkardığı ve yangından etkilenen yerlerin nasıl rehabilite edileceği ile ilgili sorular tartışılıyor. Halbuki kimin çıkardığından daha çok nasıl ve hangi şartlarda çıktığı ve rehabilitasyondan çok yangınla mücadele politikalarının neden işe yaramadığı tartışılmalı. Ormanların güvenliğinden devlete bağlı organlar sorumludur. Sorumluluk alanları ile ilgili detaylar gerek anayasada gerek ilgili mevzuatta zaten tanımlanmış ve bunlar pek çok yazar ve uzman tarafından dile getiriliyor. Ben, Tarım ve Orman Bakanlığı'nın resmî web sitesinde Tarım ve Orman Bakanı, sitedeki haliyle Dr. Bekir Pakdemirli'nin, “Hakkında” sekmesinde yer alan şu sözlerini alıntılamak istiyorum: “Çiftçimizin yüzü gülsün, çocuklarımız ormanlarla büyüsün!” Öz yaşam öyküsünde lisans ve lisansüstü çalışmalarını işletme ve iktisat alanında yaptığını öğrendiğimiz Pakdemirli şüphesiz kapitalizmi de sermaye-rekabet-kar-akılcılık gibi kapital literatürün olmazsa olmaz kavramlarını da çok iyi biliyordur. Sitedeki fotoğrafında hasat ettiği üzümden çok akıllı saati dikkat çeken Pakdemirli'nin “serbest girişimcilik”, “şirket kuruluşu ve yönetimi”, “gıda şirketinde üst düzey yöneticilik”, “TURKCELL, BIM, AlBaraka Katılım Bankası'nda yönetim kurulu üyeliklerinde” bulunduğunu öğreniyoruz. Hobileri ise “deniz kaptanlığı, pilotluk ve amatör telsizcilik” imiş. Şimdi tüm bu bilgileri toparladığımızda sayın bakanın uzmanlık alanının ormanlar, doğa ve doğal yaşam gibi kavramların tam karşısında duran -hem sembolik olarak hem de sosyokültürel, sosyo-politik ve eko-eleştirel olarak- bir yerde olduğunu rahatlıkla görebiliriz. Kültür-doğa dikatomisinin tam somut bir örneği olan yeşil akıllı saati, bu yüzden ima ettikleriyle bu fotoğrafta çok kıymetli. Profesyonel uzmanlığı bir yanda hobileri de yine topraktan ve ormandan uzak. Ormanlar yanarken, “Ormanların yanmasına müsaade etmek zorunda kaldık” diyen ve bölge halkının kendisinden uçak ve helikopter talep ettiği bakanın amatör pilot olması da işin bir başka ironik yanı. Yani aslında lafı çok uzatmaya gerek yok. Kurumsal web sitesinde paylaşılan bilgiden de anlaşılacağı üzere gerek iş tecrübesi gerekse “hobileri” konusunda doğaya ve doğal yaşama dair herhangi bir ibare yok. Örneğin, orman hayvanlarının korunmasına yönelik, vegan beslenmeye yönelik, botanik çeşitliliğinin sürdürülebilirliğine yönelik bir tecrübesi ya da “hobisi” yok. Ya da var ama yazmaya gerek görmemiş. Bu da yukarıda alıntıladığım “çocuklarımız ormanlarla büyüsün” mottosunu ne yazık ki samimiyetten daha da önemlisi gerçeklikten uzak kılıyor. Kısaca, sayın Pakdemirli'nin doktorluğunun ekolojik yaşamın savunusunun yapıldığı yerin tam tersi istikamette olduğunun altını çizmek gerek. Tam da bu yüzden ne bakış açısı ne kriz yönetim şekli ne de açıklamaları şaşırtıcı.
Aslında ben, tüm bu sistemsiz ve iyi yönetişimden uzak bir ortamda can çekişen geleceğe umuda dair birkaç söz söylemek istiyorum. Yukarıdaki karamsar tablonun ortasında iyi hali nasıl sağlayabiliriz; başta kendimizi ve sonra etrafımızdaki diğer özneleri nasıl karamsarlıktan çıkarabiliriz bununla ilgili kendi yöntemimi paylaşayım izninizle.
Evet bir karabasan hali var ama Türkiye'de çok sayıda vicdanlı insan da var. Sosyal medyada Instagram hesabından -eminim diğer mecralarda da vardır- takip ettiğim ve yaptıklarını gördükçe de içimde küçük küçük renkli kelebekler uçuşturan insanlar. Biraz bu renklerden bahsetmek ve onları tanımak bir nebze iyi gelecektir.
Yangınlar başladığından beri, bunları söndürmeye ve hesap sormaya haykırarak devam eden irili ufaklı gruplar içinde benim en çok dikkatimi çeken elbette vegan hareketi ve vegan bireyler. Türkiye'de -hatta küresel ölçekte- her ne kadar çok eleştirilse, yaftalansa, lanetlense de giderek artan bir hassasiyetle özellikle Z kuşağında bir hayatı sürdürme biçimi olarak vegan bireyler türcülüğün karşısında ve her bir yaşamın kendinden kaynaklı kıymetli olması duygusundan/fikrinden hareketle canlılar arası eşitlik ve adalet bilinciyle hareket ediyorlar. Yangın boyunca da gerek sahada gerek sosyal medyada farkındalık oluşturarak, somut eylem planlarıyla, çözüm odaklı, iletişimi güçlü bir şekilde birlikte hareket ederek adeta Türkiye'nin Vegan Hood'luğunu yapıyorlar.
Angels Farm Sanctuary TR bunlardan biri. Türkiye'nin ilk ve en büyük çiftlik hayvanlarını kurtarma çiftliği olan Hayvanlara ve Doğaya Ahbap Derneği, yangının başladığı andan itibaren olay yerlerine giderek buradaki hayvanları kurtarma işine girişti. İnekler, tavuklar, köpekler, güvercin yavruları gibi kiminle karşılaştılarsa yardıma ihtiyacı olan el uzattılar. Yardım için iletişim ağı da kuran dernek sosyal medyada pek çok kişinin örgütlenmesini sağlayarak pek çok canlının hayatının kurtulmasına, yaralarının sarılmasına derman oluyor. Benzer şekilde
Bağımsız Hayvan isimli vegan aktivist grup; Hayvan Özgürlüğü Komitesi, “Barış, tabağında başlar” diyen Barış Tolga Güden, Aydın Vegan Kolektifi, Ankara Animal Save, Vegan Kortej, Vegan Bakkal, İstanbul Animal Save, Denizli Vegan Aktivizm grubu, Kız Başına isimli eko-anksiyete ve birçok alanda farkındalık oluşturan ve şiddet türlerini azaltma amacıyla çalışan sosyal sorumluluk platformu, kitapları, makaleleri ve röportajlarıyla sürekli mücadele eden Zülal Kalkandelen, fark etmeye ve ettirmeye çalışan Onur Teşken, kendisini hem öğrencilerini hem de çevresini fark ettirmeye adayan İlkay Gökçe ve daha pek çok vicdanlı yürek. Hepsi de aralıksız gece gündüz demeden koşturuyorlar, canlıları kurtarıyorlar, yardım ediyorlar ve çözümün bir parçası oluyorlar. Bunu da insanlık adına değil kendiliğinden, öyle olduğu için, nefes alan canlıların birbirinden üstün olmadığını düşündükleri için yapıyorlar. Tam bir eko-eleştirel bilinçle. İktidar mekanizmalarının kullandığı sığ ekolojik bakış açısından uzak derin ekolojik bir yöntemle. Hümanizmin logosentrik, antroposentrik görüşünden uzak post-hümanist bir bilinçle. Ağırlığı gençlerden oluşan bu insanlar sayesinde hala umut var bence. Sadece bilişsel düzeyde değil duyuşsal ve psiko-motor düzeydeki becerileri de uyaran, harekete geçiren ve enerji katan bu insanların niteliksel olarak çok önemli bir yerde durduklarına ve hem eylemleriyle hem de haykırışlarıyla tüm bu karanlık sürece deva olacaklarına inanıyorum.
Sizlerin de bu grup ve kişileri takip ederek saha ve farkındalık çalışmalarına katkı sağlamanız dileğimle. Bir kitap okuma önerisi ile bitireyim. Cormac Cullinan, Vahşi Hukuk.