02 Kasım 2024

Ermenistan’ın aklı almadı; Gomidas’a hayat veren Fehmi Karaarslan anlatıyor: Sarılıp hüngür hüngür ağladılar!

"Dizilere bağımlı olmamak ve sanatçı kalabilmek için rehberlik yapıyorum. Bu, alışkanlıkların dışına çıkmak ve yeni insanlarla tanışmak için de imkân tanıyor"

İstanbul’da dünyaya gelen Fehmi Karaarslan, meslek lisesinde elektrik ve elektronik bölümünde okurken, dile olan merakı onu İngilizce ve Fransızca öğretmenliği okumaya itti. Karaarslan, 22 yaşındayken, Daniel Mesguich, Alexandre del Perrugia, Anatoly Vasiliev gibi önemli ustaların öğrencisi olacağı Fransa'ya gitti.

En son Comédie-Française’e oyuncu yetiştiren Paris Devlet Yüksek Konservatuarı'nda eğitim alan tiyatrocu, Fransızca ve Türkçe birçok oyunda yer aldı. 2011 yılında döndüğü Türkiye'de Muhteşem Yüzyıl, Kirli Sepeti, Bahar gibi dizilerde oynayan Karaarslan, Mutluyduk Belki Bugüne Kadar, Red Speedo, Gomidas ve son olarak 2024 yılında prömiyerini yapan Tebdil gibi birçok oyunda hayat verdiği karakterlerle tiyatrodan hiç kopmadı.

Ayrıca profesyonel bir hobi olarak turizm rehberliği de yapan tiyatrocu Fehmi Karaarslan; iki dilde oyunculuk yapmayı, mekân tiyatrosunu, son dönemde büyük beğeni toplayan Gomidas ve Tebdil oyunlarını T24'e anlattı.

- Öncelikle sizi tanıyarak başlayalım. Tiyatroyla tanışmanız ve tiyatroyu profesyonel olarak yapma kararınız nasıl oldu?

Tiyatro önce amatör olarak lise yıllarının sonlarında başladı sonra üniversite tiyatrosunda yoğun olarak devam etti. Eskişehir Anadolu Üniversitesi’nde İngilizce ve Fransızca Öğretmenliği okuyordum. Tiyatroyla tanışınca da hayalim tiyatrocu olmak oldu. Bölümleri de bırakmak istemedim, çünkü dil öğreniyordum ve oyunculuk eğitimi için yurtdışına gitmek istiyordum. İkisini de bitirdiğim zaman Eskişehir Üniversitesi konservatuarını kazandım ve girdim. Aynı zamanda Fransa'ya gittim. Lyon Bölge Konservatuarı sınavlarına girdim, orayı da kazandım ve Eskişehir’i bırakıp Lyon’a gittim.

Lyon Bölge Konservatuarı’nda fiziksel komedi okulunda okudum. Ardından Uluslararası Sirk Sanatları Okulu’nda ve en sonunda Comédie-Française’e oyuncu yetiştiren, Fransa’nın en büyük devlet konservatuarı Paris Devlet Yüksek Konservatuarı Tiyatro Oyunculuğu Bölümü’nde eğitim aldım. O dönem Türk oyuncu olarak tek ben vardım. Orada okurken birçok tiyatro oyununda oynadım, Avignon Festivali’nde oyunumuz oldu, Sedef Ecer’le çok sık çalıştık.

Fehmi Karaarslan, Richard Dubelki ve Estelle Meyer (soldan sağa)

Biraz Türkiye'de neler olup bitiyor görmek için 2011 yılında Türkiye'ye döndüm. Çünkü yedi, sekiz sene yoktum burada ve kimseyi tanımıyordum. Buraya gelince ilk seçmesine girdiğim Ömer Akgüllü’nün rejisiyle sahnelenen Leş diye bir oyunda başladım. Bir teklif geldi ve Muhteşem Yüzyıl dizisinde Ayas Paşa diye bir karakteri oynamaya başlayınca, bir daha dönemedim. İki buçuk, üç sene elim kolum bağlandı ve Türkiye'de tiyatro yapmaya başladım. Dönem dönem Fransa'ya gidip geldim ve yıllardır böyle devam ediyor.

Fransa'yla bağlarımı koparmıyorum, orada da oyunlarda oynuyorum. Özellikle 2016 yılında yine Sedef Ecer’le e-multeci.com diye bir oyun yaptık. İstanbul'da Meltem Cumbul’la oynadık, Fransa'da da aynı oyunu Estelle Meyer diye ünlü bir Fransız oyuncuyla beraber oynadım. Burada Türkçe, orada Fransızca oynadım. Gomidas’ı da aynı şekilde oynadık. Hem Türkçe çalıştım hem de Fransa’da Fransızca oynadım. Gomidas’ı bu geçtiğimiz yaz, temmuz ayında Avignon Festivali’nde, bir kilisede 22 temsil Fransızca oynadım.

Fehmi Karaarslan (solda) Leş oyununda

- Aynı oyunu iki farklı dilde oynamanın zorlukları ve kolaylıkları neler?

Ayrı bir çalışma disiplini gerekiyor. Bir eser çevrildiği anda o dilin ahengine estetik yapısına bürünüyor diyebilirim. Oradaki tonlamalardan dilin gramatikal yapısına, aksanına kadar her şey sizde yeni bir duygu canlandırıyor. Nasıl biz şu an Türkçe konuşurken tınılarımız işin melodisi bile size başka şeyleri çağrıştırıyorsa, dil değişince bu da aynı şekilde değişiyor. O yüzden olay sadece bir anlamı ya da bir durumu birebir çevirmek değil, bir duyguyu aktarmak. Sonuçta farklı genler, farklı kültür yapıları; dil değişince kültür de değişiyor, algı da değişiyor, oradaki şiirsellik de değişiyor. Bu bağlamda iki tane farklı çalışma yapıyorum, Türkçede başka türlü çalışıyorum, Fransızca çalışırken de başka türlü. İki tane farklı Gomidas oluyor benim elimde. Tabii ki hikâyesi aynı ama biri Türk aktörün duygusuyla canlandırılmış Gomidas, diğeri yine Türk ama Fransa'da da yıllarca yaşamış ve Fransa kültürünü de bilen tırnak içinde Fransızlaşmış bir aktörün Gomidas’ı oluyor.

- Gomidas, Kumkapı’daki Surp Vortvots Vorodman Kilisesi’nden sonra turneye çıktığı için İtalyan sahnelerde oynamaya başladı. Kilise atmosferinden sonra İtalyan sahnelerde oynamak nasıl ve ilgide bir değişiklik oldu mu?

Burada, seyircinin algısı ve içeriden benim oynarkenki hissimle alakalı iki farklı durum var. Ben oynarken kilisedeki ritüelistik yapı, ayinsel durum, tarihi bir yapının içinde oynama, seyirciyle ilişki durumu falan tabii ki başka bir duygu getiriyor. Seyirciler ön sıralardan orta bloğa kadar otururken çok rahatlar ama arkalara doğru gittikçe hem akustikten dolayı hem de mesafe uzadığı için bire bir tiyatro salonunun konforu yok, o yüzden seyircide bazı kayıplar olabiliyordu.

Şimdi sahneye geçtiğimizde daha bir tiyatro oyunu durumuna bürünüyor tabii ki ama ben kilisede 100’e yakın oyun oynadığım için o duyguyu tiyatroya aktarabiliyorum. Yani ben orada ha kilise ha tiyatro diye hissimi taşıyabiliyorum. Ben kendi konforumu yakalıyorum, seyirci de bazı İtalyan salonlarda oyuna daha da hâkim olabiliyor. Çünkü her şeyi çok rahat duyuyor ama olayın estetik boyutunda ise işte Kumkapı’ya gelme durumu zamanında Gomidas’ın da yürüdüğü sokaklarda yürümek, bir Ermeni Kilisesi olması, Patrikhane’nin hemen karşısında olması, bir ayin izlercesine izlemesi, sonra koronun bir anda ortaya çıkması, ışık kullanımı içerideki akustik derken tabii ki seyirci oyunun bütününden estetik olarak daha çok etki alıyor. Ama oyunu anlamak, oyunu izlemek anlamında ise İtalyan sahnede kayıp yok, belki daha da artısı var, oyunu daha iyi kavrayabilirler.

Gomidas oyunu

- Birisi Gomidas Vartabed dediğinde benim aklıma artık sadece sizin yüzünüz geliyor, hatta birçok kimse için de benzer bir durum olduğunu gözlemledim. Siz de bu tür geri dönüşler alıyor musunuz?

Gomidas’la buluşmam, tanışmam, onun müziklerini dinlemem beni etkilemiş olabilir. İlk oyunu oynadığımız dönemde saçlarımı daha kısa kesiyordum, sakallarım daha uzundu ve bir şekilde yüz ifadesi de giderek simya gibi sizi etkiliyor. Ruhunuz değiştikçe o adama yaklaşıyorsunuz aslında. Belki öyle bir dönüşüm oldu. Bundan dolayı mutluyum. O, bir şeyi iyi becerdiğimizi de gösteriyor. Gomidas’a yaklaştıysak eğer ne mutlu.

Bazen siz bir şeyi çok sahiplendiğinizde fiziki olarak benzemeseniz bile anlattığından daha öteye geçebiliyorsunuz. Tiyatronun en büyük gizemi, büyüsü bu. Çok normal, sıradan veya her zaman ulaşır olan bir şeyi sahneye taşındığınızda ya da onu bir esere dönüştürdüğünüzde daha parlak hale getiriyorsunuz ve o parlama ister istemez insanlarda “evet daha gerçek” duygusunu yaratıyor, özdeşleşme durumu getiriyor olabilir.

Diğer taraftan da tabii sokakta ilginç olan -genelde dizilerden, filmlerden tanırlar- “siz Gomidas değil misiniz” diye soranlar oluyor. Tiyatro üzerinden tanınıyor olmaktan keyif alıyorum, mutluluk duyuyorum.

- Oyunu Ermenistan’da da oynadınız, oyundan sonra nasıl tepkiler aldınız?

Ermenistan çok ilginçti. Çünkü bir Türk oynuyordu, onlar için akıl almaz bir şey. “Bu nasıl olabilir” diye bakıyorlardı. Hatta biz sokaklarda gezerken, Türkçe konuştuğumuzu görünce bizim yanımıza gelip ne işiniz var burada gibi eleştiriler de aldık. Ben hemen Gomidas’ın afişini çıkarıyordum, “Bakın ben oynuyorum” diyordum ve şaşırıyorlardı. Onlardan bazıları oyuna geldi, oyun sonunda çoğu ağlayarak çıktı.

Mesela, genç bir kız geldi yanıma “Babaannemle sizi tanıştırmak istiyorum çünkü sizin Ermeni olmadığınıza ikna edemiyorum” dedi. Dışarı çıktım, Türküm deyince tuhaf bir şekilde baktı ve “Türk müsünüz?” diye defalarca sordu. Ondan sonra sarılıp hüngür hüngür ağladı. Bir milletvekili, bir oğlu Azerbaycan’la olan savaşta ölmüş, hayattaki diğer oğluyla geldi, onlar da sarıldılar.


Bu kültürlerin barışması, toplumların barışması adına ana çıkış noktasıydı ama Gomidas’ın ne kadar evrensel, iki kültürün ortak paydası olduğunu da gördüm. O müziğiyle, yaşadığı travmalarla, Anadolu topraklarının bütün Mezopotamya'nın acısını da sembolize ediyor gibi geliyor. İzleyen herkes Ermeni, Türk, Fransız ya da Kürt fark etmiyor, benzer etkileri aldılar, Ermenistan'da olması daha da etkiledi.

Benzer şekilde Fransa’nın Nice şehrinde oynadığımda da kalabalık bir Ermeni Komitesi geldi, hayatımda oynadığım en ilginç oyunlardan biriydi. Tiyatro sahnesi olmayan, ışığın zor olduğu falan böyle kötü bir sahnede oynadım ama hayatımdaki en iyi oyunlardan biriydi. Çünkü seyirciyle inanılmaz bir ahenk içindeydik. Finalde bütün salon hüngür hüngür ağlıyordu. Bu etki çok değerli geliyor.

Az önceki sorunuzda olduğu gibi o benzeşmeyi onlar da yaşadı. Sanki Gomidas buradaydı ya da siz de Gomidas’ı görüyoruz gibi yorumlar çok aldım. Ne kadar benziyorsunuz diyenler oldu. Gomidas esmer bir adam, saçları açık falan ama o ruhsallıkta bence birbirimizi buluyoruz, yakalıyoruz. Bazen onun da gelip izlediğini hissediyorum.


FARUK EKİCİ'NİN SÖYLEŞİSİ | Tiyatrocu Ahmet Sami Özbudak: Gomidas’daki dert, insani bir dert; benim ölümle olan hesaplaşmam, ölümü çok sorguladığım bir metin


- Yakın tarihte peş peşe yaşanan olaylardan sonra delirmemek için kendimizi zor tutuyoruz ama bir de “delirmenin direnmek” olduğunu söyleyenler var. Bunu Gomidas özelinde ele alırsak, “delirmenin direnmek” olduğuna katılır mısınız?

Belki de finalde sessiz kalması da buna benzer bir şey, bir direnme şekli. Ağaçlara bakarak 18 sene hiç konuşmaması, kendi iç dünyasında konuşma hâli de deliliğin başka bir yönü gibi. Bazen intihar da edebilirdi, niye bunu seçmedi, hayatta kalmayı denedi diyorum. Bu da bir mücadele, direnme gibi geliyor.

Aynı zamanda bütün yaşadığı travmalar, ailedeki kayıplar, İstanbul'dan gönderilişi, Çankırı’da yaşadıkları, aşkına bir türlü kavuşamaması, gittiği her topraktan kovulması… Bunların hepsiyle mücadele ederken -zaten çok naif birisi- giderek ister istemez deliliğe kayıyor, kendini koruyor. Belki de dünyayla ilişki biçimini ancak bu şekilde sürdürebiliyor. Sığındığı tek yer de müzik. O yüzden müzik de kendi başına bir delilik hâli olabilir.

- Tebdil oyununa ise şu soruyla bağlayayım. Tiyatro sahnesinin dışında oynadığınızda daha kontrolsüz bir alanda olduğunuzu düşünerek zorlandığınız oluyor mu?

Tophane'de loft bir dairede oynadığımız Mutluyduk Belki Bugüne Kadar, havuzda oynadığımız Red Speedo, sonra kilisede Gomidas ve son olarak bir kafede oynadığımız Tebdil oyunu… Yani biraz idmanlıyım. Gomidas’ı aynı zamanda tiyatro sahnesinde de oynamak iyi bir meydan okuma oluyor. Bu kadar spesifik bir işi tiyatro sahnesine taşıyorsun, o bir dönüşüm aslında. Yani bir dekoder gerekiyor, buradaki gerçeklikle sahne gerçekliği aynı değil çünkü.

Sorunuza gelecek olursam seyirciyle yakın olmak, herkesin nefesini duyuyor olmasından dolayı fazla olan her şey göze batabilir. Bir anda abartılı oyunculuk yapabilirsiniz. Bu iyi bir meydan okuma, iyi bir risk ama altından kalktığınızda da çok keyifli. Çünkü seyirciyi çok büyük bir gerçekliğin içine hapsediyorsunuz, burada bizimle aynı nefesi soluyor. Her şey gerçek, sokak gerçek, kafe gerçek, hikâye çok gerçekçi. Bizler de o gerçekçiliği doğru uygulayabildiğimizde o buluşma çok keyifli oluyor. O yüzden bu tür işleri çok seviyorum.

- Peki, Tebdil oyununu da İtalyan sahneye taşımayı düşündünüz mü?

Tabii ki olabilir, çok da güzel olur, onu da düşündük. Mesela gelecek senelerde olabilir ama oyunun yeniden bir form değiştirmesi gerekiyor. Yani sahneye uyum sağlaması gerekiyor. Ona göre oyunculuk biçimi, seyirciyle iletişim şekli değişecek. Bunları düşünmeden olduğu gibi sahne taşıdığınızda o işin zaten devamlılığı olmuyor.

Fehmi Karaarslan, Gülşah Fırıncıoğlu, Erkan Akbulut, Burak Üzen ve Özge Borak (soldan sağa) | Tebdil oyunu

- Biraz da Tebdil’in sürecinden bahseder misiniz, bir kafede oynama fikri nasıl ortaya çıktı?

Ahmet Sami Özbudak’ın projesi bu, hikâye birkaç senedir kafasında vardı. Sonra yazmaya başladı. O zaten yaz aylarında Alanya'da kapanır ve iki, üç tane oyun yazar gelir. Sonra sezon başlar. Bu da o projelerden biriydi.

Hep bu mekânda yapmak istediği bir işti. Bir de onun yaptığı bütün mekân işlerinde beraber çalıştık neredeyse. Hep böyle bir hayalimiz vardı. Sami burada sokağı da biraz işin içine sokma durumunu istedi. Balat sakinlerinin de işin içinde olduğu, hikâyenin de biraz buradan çıktığı bir iş istedi.

Sami aslında Balat’a büyük bir yatırım yapıyor, burayı bayağı kalkındırdı. Monologlar Müzesi’yle, Yuvakimyon Rum Kız Lisesi’yle, şimdi de Pop’s Balat’la; kültürle, sanatla İstanbul'un Suriçi tarihi dokusunu dönüştürüyoruz.

- Oyunlar sırasında ilginç bir olay yaşadınız mı ve mahallelinin oyuna tepkisi nasıl?

Sokaktan geçenler anlamıyor tabii, hayat devam ediyor sokakta. Bazen bağrışmalara falan tepkiler olabiliyor. Bir kere işte Yunus Polisleri geçiyordu, çaktırmadan “oyun var devam edin” diye anlatmak zorunda kalıyorsunuz. Bazen oyun oynarken çöp arabası duruyor, bağıranlar çağıranlar oluyor. Biz içeriden onlara tepki verip, oyunun içine dahil ediyoruz. Sokak gerçekliğini kabul edip onunla birlikte oynamak da bu işin bir parçası. Bu da bir meydan okuma çünkü ne zaman ne olacağı belli değil. Bu bir risk, bunu yönetmek de çok keyifli.

Bir sahnede Maviş (Burak Üzen) ve Hakkı (Erkan Akbulut) karakterleri bağırarak dışarı çıkıyor. Bir kere eziliyorlardı sokakta, tam o sırada motor geçiyordu son anda durdu. Ondan sonra dikkat etmeye başladık. “Çıkarken sağa bakın” demeye başladık, çünkü sokak burası.


FARUK EKİCİ'NİN SÖYLEŞİSİ | tiyatrolar.com.tr'nin kurucusu Murat Temel: Tiyatro sözümona altın çağını yaşıyor gibi ama aslında ekonomik olarak öyle değil


- Yanlış anlaşılmalara karşı kafenin dışında ekipten kimse oluyor mu?

Oyunun bir ekibi var ve sokaktaki insanlar gibi de görünüyorlar. Mecburen yapıyoruz ki dengeyi kuralım. Bir figürasyon var.

- Kendinizi Süleyman'ın yerine koysanız, onun Talat için yaptığını siz de yapar mıydınız?

Çok boyutlu bir şey o, ona iyilik mi yapıyor yoksa kötülük mü bunu da bilmiyoruz. Yani oyun buna tam bir cevap vermiyor, zaten o cevapsızlık hâli güzel. Seyirci, “neden bunu yaptı” sorusuyla baş başa kalsın istiyoruz.

- Bir de turizm rehberliği yaptığınızı okudum, bu kadar işin arasında buna nasıl vakit ayırıyorsunuz?

Ben yılda beş tane yurt dışı turu yapıyorum. 20-25 yıldır orada da bir kariyerim oluştu, dünyayı gezmeyi çok seviyorum. O da şöyle oluyor; benim adımla özel gruplar oluşturuluyor. Fehmi’yle Norveç Fiyortları, Fehmi’yle Japonya gibi.

Bunu İlber Ortaylı, Pelin Batu, Serra Yılmaz da yapıyor. Özel gruplarla yapmak konforlu ve yeni döndüm 10 gündür Adriyatik’teydim. Oyunlarıma ya da çekimlerime engel olmayacak şekilde tarihlerimi önceden ayarlıyorum, yaz aylarında insanlar tatile gittiği zaman bir hafta, 10 gün ben de bunları yapıyorum.

Profesyonel bir rehber gibi yılın sekiz, dokuz ayı çalışmıyorum, bu işi yılda beş hafta yapıyorum.

- Son sorum ise süreç nasıl devam edecek? Hem sinema, dizi var mı hem de Gomidas ve Tebdil’in takviminden bahsedelim.

Pelin Esmer'in Rotterdam Film Festivali'nde dünya prömiyerini yapacak olan yeni filmi O Da Bir Şey Mi?’de oynadım.

Geçen sene Netflix için çektiğimiz Kasaba diye bir dizinin şu sıralar yayınlanması gerekiyor. En son Bahar dizisinde oynuyordum. Şimdi başka bir şeyler konuşuyoruz. Bakalım yeni şeyler olabilir.

Tiyatro yoğunluğu olan bir adam olduğum için sevdiğim, gerçekten içinde olmak istediğim bir şey olduğu zaman yapıyorum. Yoksa illa dizi yapacağım, televizyon yapacağım diye bir kaygım yok yani.

Zaten dizilere bağımlı olmamak ve sanatçı kalabilmek için de rehberlik yapıyorum. Bu, alışkanlıkların dışına çıkmak ve yeni insanlarla tanışmak için de imkân tanıyor.

Ayrıca Gomidas, 7 Kasım’da Zorlu PSM’de olacak. Işıkla ilgili bir fon arayışındayız. Çünkü kiliseye ışık götürülüyor, kuruluyor, kilise olduğu için altyapısı yok. O çok maliyetli bir şey. Bir fon bulursak yeniden kilisede görmeyenler için 8-10 oyun oynamak istiyoruz. Nisan-Mayıs gibi tekrar Kumkapı’da oynamak gibi bir isteğimiz var.

Tebdil ise her pazartesi olacak. Biletler hemen tükendiği için belki salı günleri de eklenebilir. Şu anda kapalı gişe gidiyoruz.


TIKLAYIN | 'Tebdil', Pop’s Balat’ta seyirciyle buluşmaya devam ediyor


 

Yazarın Diğer Yazıları

Bu çağın kafa karışıklığına 19. yüzyıldan derinlikli bir bakış: Martı mıyım?

“Martı’nın yaşadığımız çağın kafa karışıklığını, derinlikli, enteresan karakterlerle ortaya koyuşu, oyunu sahneleme isteğimi artırdı. Ama elbette bugünün anlatım biçimleri ile 19. yüzyıldaki anlatım biçimleri farklı. Çehov’un çoğu mektubunda değindiği, biçimsel arayışa yaptığı vurgu; benim de bugünde seyirciyle nasıl ilişki kurulmalı, ona nasıl ulaşmalı sorularımla birleşince bu tip bir uyarlama ortaya çıkmış oldu”

Cumhuriyet'in ilk kadın ressamlarındandı; paşa konağında doğdu, Fransa'da yokluk içinde öldü: Hale Asaf

"Hale Asaf'ın resme olan tutkusu ve çalışkanlığı, yaşarken değil ama bugün kazandığı başarı önemli bir hikâye. Yazarken onu daha geniş kitlelerin tanımasını hayal ettim. Bir sanatçı olarak tüm zorlu koşullara rağmen üretmeye devam ediyor. Hayatın anlamını orada buluyor"

Tiyatro yazarı Ebru Nihan Celkan: Alternatif inanç sistemleri, bireysel kurtuluşa çağırıyor, sanki hasta bizmişiz gibi…

"Kadın kahramanların ve LGBTİ+ karakterlerin hikâyesini anlatmak konusunda ne kadar ısrarcıyız ve onları National Geographic’te izlenecek unsurlar gibi değil de hayatın olağan akışında, gerçekten bu konularla karşı karşıya kalan insanlar olarak ele almaya hazır mıyız sorusu önemli. Açık söylemek gerekirse ben iyimser bir çaba olduğunu görüyorum"

"
"