Diyelim ki bir adam gelip suratınıza bir tokat atıyor ve sonra hızla kaçıp gidiyor.
Burada hakaret vardır. Ama aşağılama yoktur.
Diyelim ki bir adam gelip suratınıza bir tokat atıyor ama sonrasında hiçbir yere kaçmadan, öylece karşınızda dikilip duruyor.
Burada hakaret de vardır aşağılama da.
Eşsiz Don Kişot'ta geçen bir meseldir bu; hakaretin elbette iyi bir şey olmadığını ama aşağılamanın bundan besbeter bir şey olduğunu anlatır.
Tokat atanın hiç çekinmeden öylece durduğu yerde durması, tokadı yiyen için hakikaten de korkunç bir aşağılamadır. Tokadı atan böylelikle "Hiç çekinilecek biri değilsin, zerrece kıymetin yok" demeye getiriyordur; "Kimsin ki sen? Hiç umurumda değilsin!"
Direniş sanatı
Türkiye toplumu yıllardır, bu anlamda, hem "hakarete uğruyor" hem de "aşağılanıyor". Türkiye toplumu yıllardır sağlı sollu bir yığın tokat yiyor ve o tokatları atanlar (kaçıp gitmek de ne demek) hiçbir yere kımıldamadan, durdukları yerde öylece duruyorlar.
Mesela… Her gelen "Sosyal devlete harcayacak paramız yok!" diyor ama hepsi de kamu bütçesiyle, yani halkın parasıyla, kendi dönemlerinin zenginlerini bir güzel yaratıveriyor.
Burada hakaret de vardır aşağılama da: "Zerrece kıymetin yok!"
Mesela… Hem uluslararası bütün ölçeklerde insan ve yaşam kalitemiz her geçen gün aşağı doğru iniyor, hem de toplumun kendisini ilgilendiren konularda karar alma süreçlerine demokratik katılımını engelleyen kısıtlamalar kademeli biçimde artmaya devam ediyor.
Burada hakaret de vardır, aşağılama da: "Umurumda değilsin!"
Ve daha nicesi…
"Hakaret" ve "aşağılama" aşikâr ama muhatap olan toplumun tepkisi net olarak açığa çıkmış değil. Açığa çıkacak bir tepkisinin olup olmadığı da muamma.
Ama belli de olmaz.
Zira, belki de "direniş sanatı" denilen türden bir taktiktir onunki de! Bu toplumun da belki bir "kamusal" bir de "gizli" senaryosu vardır, kim bilir! Hani şu "akıllı köylü" gibi, efendisinin önünde yerlere kadar eğilirken sessizce osuran…
Kendini aldatmaya bırakma
Direniş sanatları deyimi, bildiğiniz gibi, devlet ve piyasa ile dolaysızca karşı karşıya gelerek yüzleşmekten kaçınan yönelimler için kullanılıyor. Mesela kendini muhalif zanneden bir kesimin atılan tokatlara sosyal medya coşkunluğuyla cevap vermesi, esprili caps'ler, "laf sokma"lar, nükteler ve mavralarla bezeli "şenlikli muhalefet"i, tastamam böyle bir şey.
Bir kesim bunu tercih etmiş ve halihazırda sürdürmekteyken, toplumun geneli de direniş sanatının bir başka türü olarak "kendini aldatmaya bırakmış" olabilir.
"O da ne demek!" demeyin. Aslında biliyorsunuz. Ama ille de hatırlatmak gerekirse… (Çünkü okuma yazma bilmeyen köleye geometri problemi çözdüren Sokrat'a göre, bilmek hatırlamaktır...) Evet, ille de hatırlatmak gerekirse…
Ama bunun için teorinin çetin diline hiç bulaşmayalım, dilerseniz edebiyattan yardım alalım.
Stendhal, Kızıl ve Kara romanında, manastır bürokrasisi içinde yükselmenin yolunu bulmuş Sixte-Quint adlı papazın sırrını dile getirirken, aslında "kendini aldatmaya bırakma" denilen direniş sanatının bir örneğini verir. Papazın sırrını şöyle ifade ediyor büyük yazar:
"Her dakika ikiyüzlülük etmek de ne kadar zor şey! Herakles'in gördüğü ağır işler bunun yanında soluk kalır. Yeni çağın Herakles'i, kendisini bütün gençliğinde kibirli diye tanıyan kırk kardinali ardı ardına tam on beş yıl tevazu göstererek aldatan Sixte-Quint'dir."
İşte böyle.
Belki bu toplum da yeni çağın Herakles'i… Belki o da toplumları bütün geçmişinde öfkeli ve gururlu diye tanımış muktedirleri kırk yıldır tevazu göstererek aldatıyor, kim bilir!