Bugünlerde, "Aşk-ı Memnu" dizisi Kanal D ekranlarında yeniden yayınlanmaya başladı. On beş yıllık aradan sonra dizinin tekrar yayınlanması, yaz mevsiminde "ekran doldurma" projesi olabileceği gibi geçen zamanın, diziye duyulan özlemi duyurmuş olması da olabilir. Dizi ve dolayısıyla da adını aldığı roman eksenindeki ahlak tartışmalarını bugünlerde gördüğüm bir gazeteci paylaşımıyla birleştirince konuya değineyim istedim, o kadar.
Halit Ziya Uşaklıgil'in 1900'de kitap olarak basılan romanı Aşk-ı Memnu, ilk kez TRT 1 ekranlarında (19 Nisan 1975-24 Mayıs 1975) altı bölümlük dizi olarak yayınlanmıştı. Kadroda kimler yoktu ki… Salih Güney (Behlül), Müjde Ar (Bihter), Şükran Güngör (Adnan Bey) Çolpan İlhan (Matmazel de Courton), Itır Esen (Nihal), Neriman Köksal (Firdevs Hanım)… Veda etti oyunculardan bazıları, onları saygıyla anıyoruz. Aynı Aşk-ı Memnu romanı, Kanal D ekranlarında (4 Eylül 2008-24 Haziran 2010) yetmiş dokuz bölümlük dizi olarak yayınlanmıştı. Şimdilerde her biri alanlarının tanınmış isimleri oyunculardan kadroda kimler yoktu ki… Kıvanç Tatlıtuğ (Behlül), Beren Saat (Bihter), Selçuk Yöntem (Adnan Bey), Hazal Kaya (Nihal), Zerrin Tekindor (Matmazel de Courton), Nebahat Çehre (Firdevs Hanım)… Dizi 2024'te tekrar yayınlanırken bazı oyuncular gençliklerine bazıları da belki acemiliklerine bakıyorlardır, uzun ömürler kendilerine… Ekranlarda benzer pek çok dizi yayınlanıyor elbette ancak romanlardan uyarlananlar, hiç olmazsa bir süreliğine adını aldıkları romanı çok satılanlar arasına ekliyor, belki biraz da yazarı anımsatmış oluyordur. Aşk-ı Memnu, yüz yirmi beş yıllık roman lakin romanda anlatılan mevzu bugün de gündemin başat meselesidir.
Halit Ziya Uşaklıgil
Yazıya adanmış bir ömür Halit Ziya ve onun bir romanı çevresinde dolaşacağım yazımı, vaktiyle sanal ortamda yayımlanmış "Mai ve Siyah Yazmamış Bir Halit Ziya Düşünebilmek…" (Aksi Sanat, 27 Mart 2021) başlıklı yazımın ilk cümleleriyle açayım: "Edebiyatımızda roman türünün gelişim sürecinde ‘ustalık' belgesini edinenlerin ilki olarak bilinen Halit Ziya Uşaklıgil (d.1867), yazı yaşamını roman türüyle sınırlı tutmayıp edebiyatın hemen bütün alanlarına yaymış bir isimdir. Henüz yirmili yaşlarına varmamış yıllarında başlayan öykü, roman, mensur şiir, tiyatro, deneme, gezi, çeviri, mektup, vb. yazılarıyla adını duyuran ve sonrasında dönemini aydınlatacak anılarıyla belleklere yerleşmiş Halit Ziya, roman yolunda izini süren Ahmet Hamdi Tanpınar'ın deyişiyle 'yaratılıştan romancı' olan bir yazardır. Mai ve Siyah romanının otuz yaşındaki yazarı, tartışmasız ‘usta' bir romancıdır ancak bu gerçeğin edebiyat kamuoyunca onaylanması, 27 Mart 1945'te ölen Halit Ziya için bir veda yazan Tanpınar'ın, 'Bizde asıl romancılık Hâlid Ziya ile başlar.' ve 'Hâlid Ziya, Türk romanının başındadır.' (Ülkü, 1 Nisan 1945) yargılarıyla gerçekleşmiştir denilebilir."
Hakkındaki en yetkin cümleyi Tanpınar'ın kurduğu Halit Ziya, belleklere Aşk-ı Memnu yazarı olarak yerleşmiştir lakin üstadın yalnızca bir romanıyla bilinmesi doğru değildir elbette. Yasak aşkın romanı Aşk-ı Memnu ile anılmak, romanın konusu gereği daha çok okur kitlesine ulaşması ve iki ayrı televizyon kanalında dizi olarak yayınlanması nedeniyledir. Aşk-ı Memnu, yazarının da öncülerinden olduğu edebiyat topluluğunun yayın organı "Servet-i Fünun" dergisinde tefrika (9 Şubat 1899-17 Mayıs 1900) edilmiş, ardından kitap olarak yayımlanmıştır. Sonrasında Kırık Hayatlar romanının tefrikası (23 Mayıs 1901-27 Şubat 1902) yarım kalmış aynı dergide, yazarını edebiyat kamuoyuna üstat olarak onaylatan Mai ve Siyah romanı daha önce tefrika (4 Haziran 1896-8 Nisan 1897) edilmişti.
Üç romanın tefrikasından söz ederek "Servet-i Fünun" adını özellikle verdim. İlgili ve bilgililerinin hoşgörüsüne sığınarak belirteyim Servet-i Fünun, edebiyatımızda 1896-1901 yılları arasında etkili olmuş, diğer bir adı Edebiyat-ı Cedide (Yeni edebiyat) olan modern edebiyat topluluğun adıdır. Ahmet İhsan Tokgöz'ün sahibi olduğu, gazete biçimiyle de yayımlanmış "Servet-i Fünun" (Fenlerin Serveti) dergisi, zamanın edebiyat dünyasının hatırı sayılır ismi Recaizade Mahmut Ekrem'in çabalarıyla yeni edebiyat yanlısı gençlere verimli bir yazı ortamı olmuştur. 1896'da, yine Recaizade'nin himmetiyle Tevfik Fikret'in derginin sorumluluğunu üstlenmesiyle "edebi topluluk" da kurulmuş olur. Çalışmalarını İzmir'de sürdüren ve oradayken birkaç romanı yayımlanmış Halit Ziya'nın da İstanbul'a gelip dergi ortamına girmesiyle güçlenen toplukta; romancı Mehmet Rauf, şair Cenap Şahabettin, gazeteci Hüseyin Cahit Yalçın ve eleştirmen Ahmet Şuayb, önemli simlerdir.
Halit Ziya'nın, Aşk-ı Memnu romancısı olmaktan çok daha başka bir şey oluşu gibi Servet-i Fünun da yalnızca bir "dergi" ya da "edebi topluluk" değildir. Hasan Asaf adlı gencin "Burhan-ı Kudret" (7 Kasım 1895) şiirindeki "abes-muktebes" sözcükleriyle başlayan eski edebiyat-yeni edebiyat tartışması giderek edebiyat ekseninden çıkıp başka boyutlara evrilir, toplumsal-politik bir kutuplaşmaya dönüşür. Mustafa Nihat Özön'ün, Son Asır Türk Edebiyatı Tarihi (1941) adlı lise ders kitabındaki şu belirlemesi durumu açıklayıcıdır: "Edebiyatı Cedideyi, türlü maksatlarla kötülemek için ve hatta jurnal eder mahiyette kullanılmış olan dekadanlık, alafrangalık ve millî olmamak isnatları yapıldığı zaman dinî bir hedef te gözetilmişti." Recaizade Ekrem'in büyük oğlu için konağa getirilen sütannenin söz yerindeyse "çulsuz" oğlu Tahir, fırsatları değerlendirip zamanın iktidarıyla yakın ilişikler kurarak güç toplamış ve yeni edebiyatçılara açılan savaşa Baba Tahir olarak öncülük etmiştir. Beş yıl boyunca şiiri, öyküsü, romanı ve eleştirisiyle modern anlamda bir edebiyatı oluştururken bir yandan da yoğun eleştirilere cevap vermek durumunda kalan Servet-i Fünun Topluluğu, siyasal iktidarın başlarına indirdiği "müthiş bir yumruk" ile susturulur. Hüseyin Cahit Yalçın'ın Fransızcadan çevirip yayımladığı "Edebiyat ve Hukuk" adlı yazıyı bahane eden iktidar, 16 Ekim 1901'de "Servet-i Fünun" dergisinin sesini keser. Servet-i Fünuncular, dergilerini kaybetmişler, haklarındaki ölüm cezasından güçlükle kurtulmuşlardır buna karşılık kendilerine saldıranlara "Dekadanlar" yazısıyla bayraktarlık yapan Ahmet Mithat Efendi'yi özür diletmiş, edebiyatın tarihindeki seçkin yerlerini almışlardır. Ben de "80 Yıl Sonraki Soru: Servet-i Fünun edebiyat dergisi miydi yoksa ihtilal çetesi mi?" (Mavi Yeşil 147, Mayıs-Haziran 2024) yazımda dönemin sanatçılarının tanıklıklarıyla bu süreci anlatmaya çalıştım.
Servet-i Fünunculara dolayısıyla da Halit Ziya'ya yönelik bu edebiyat eleştirilerini genel çizgileriyle "dil" ve "içerik" başlıklarında toplamak mümkündür ki sorun kendi toplumuna "yabancılaşma" yani millî olma yerine kozmopolit bakış çizgisine çekilmiştir. Bu yazımda adını öne çıkardığım yazarı ve romanını özellikle ilgilendiren konu, zaman zaman polemiklerle de olsa sıkça tartışılmış ve tartışma, kültürel bir sorun olarak süregiden politik bağlama eklenmiştir. Bizdeki "asıl" romancılığın kendisiyle başladığı belirtilen yazar, ustalığıyla bir yandan imrenilen bir romancıyken diğer yandan hem kendisine hem de adı geçen romanına mesafeli yaklaşılmıştır. Bu sözümü örneklerle somutlaştırmadan önce vurguladığım "dil" ve "içerik" eleştirisi bahsine iki kitabın adıyla katkı sağlamak isterim. Servet-i Fünun Edebiyatı'na, yöneldiği kaynakla etkileşimi açısından bakan bizde benzerini görmediğim bir "inceleme" çalışması Gül Mete Yuva'nın Modern Türk Edebiyatının Fransız Kaynakları (2011) adlı kitabıdır. İkincisi de Cahit Kavcar'ın, Batılılaşma Açısından Servet-i Fünun Romanı (1985) kitabıdır.
Aşk-ı Memnu hakkında, "Halit Ziya'nın Aşk-ı Memnu romanı, dört yüz elli sayfa süren bir şiir bütünlüğü ve güzelliğiyle edebiyat tarihimizde yerini alan güzel değil, çok güzel bir eserdir." (Şerif Aktaş, Türk Dili 529, Ocak 1996) deyip geçebilseydik keşke lakin durum öyle değildir ne yazık ki… Romanın yazarı, Suut Kemal Yetkin'e yazdığı mektupta onun, "Aşk-ı Memnu ne gibi etkiler altında ve nasıl yazıldı?" sorusuna cevap verirken hayli güçlük çekiyor ve ekliyor: "Aşk-ı Memnu yazılırken İstanbul'un belli çevrelerinde, özellikle Boğaziçi'nde Melih Bey Takımı'nı andıran aileler vardı. Nitekim bugün de öyledir. Yazar, bunları uzaktan yakından bilir ve tanırdı. Hayalinde birikmiş karmakarışık izlenimler vardı. Bunları billurlaştırarak bir toplam çıkarmak için imgelemini kamçılamak yeterdi. Bu demek değildir ki, Aşk-ı Memnu gerçekte var olan birtakım yüzlerden kopya edilmiştir. Eserde birçok kişiler vardır. Bunların hiçbiri belli birtakım kişilerin benzeri değildir. Ama genel toplamıyle birçok kişilerden eğretilenmiş dağınık eczadan bileşen bir varlıktır. Doğruluğu da bundan ibarettir." (Ulus, 5.9.1943; Türk Dili 154, Temmuz 1964)
Romanın tefrika edildiği sıralarda "Servet-i Fünun" dergisindeki yazısında Mai ve Siyah ile Aşk-ı Memnu romanlarını konu edinen, sonrasında kendi öyküsü "muzır" bulunarak askeriyeden ihraç edilecek (1910) Mehmet Rauf, her iki romanı da "Çünkü burada 'hayatımız' yok. Bizi biz yapan, öbürlerinden ayıran hayatımız, içinde yaşadığımız, üzüntü ve mutluluk duyduğumuz, ezildiğimiz bu 'hayat' yok…" (1899) sözleriyle eleştirir. Tevfik Fikret de dergide aynı yıl yayımlanan yazısında Bihter karakteri üzerinde durur: "Bir 'Bihter' bütün ihtiyar kocalı genç kadınları arkasından sürüklemez; fakat Bihter karakterinde, onun 'terbiyesinde', onun ahlakında, ya da ahlaksızlığında, onun serbestliğinde, hâsılı onun durumunda bulunan kadınlara, bunların ahlak güçsüzlükleri arasında, pek uğursuz bir kılavuz, pek zehirli bir düşme örneği olacağında kuşku yoktur." (Baha Dürder, Roman Anlayışı,1971)
Mustafa Nihat, lise üçüncü sınıflar için hazırladığı Metinlerle Muasır Türk Edebiyatı Tarihi (1930) kitabında Halit Ziya'yı, "Eserleri biz buyuz, hayatımız şöyledir diyemedi, yalnız işte bir şey öyle anlatılır, etraf şöyle görülebilir diyebildi." cümlesiyle eleştirir. Edebi Yeniliğimiz (1932) yazarı edebiyat tarihçisi İsmail Habib Sevük'ün şu görüşlerini, Tuncay Birkan'ın hazırladığı Dünya ile Devlet Arasında Türk Muharriri 1930-1960 (2021) kitabından aldım: "Türk saffeti, kahramanlığı, hıçkırığı, türk adetleri, meyelanları, hususiyetleri; türk halkının yaşayışı, türk vatanının manzarası; türk şehrinin hali, türk köyünün melâli, türkteki o derunî, o vakur, fakat derin bir girdibat gibi homurtusu işitilmiyen sessiz ıstırap… Halid Ziya'nın romanı bunların hiçbirini aksettirmedi. En kıymetli romanları mensup oldukları cemiyetin canlı bir in'ikası, bazen tarihten bile mühim bir vesikası telâkki edenler; Halid Ziyanın romanlarında türk milletini görmek isterlerse bulamazlar."
Beni Aşk-ı Memnu konusunda asıl şaşırtan, Refik Halit Karay'ın Edebiyatı Öldüren Rejim (2014; haz. T. Birkan) kitabındaki çelişkili yazılarıdır. 2 Nisan 1945 tarihli yazısında, "Bir aralık bazı gençler koca Halid Ziya'nın yarım asır önceki tiplerini yadırgayarak bunları Frenk edebiyatından alınmış özenti mahlûklar, kuklalar sanmışlardı. Hayır; bizim gibi çocukluğunda da olsa Aşk-ı Memnu zamanını görmüş olanlar birçok Behlül'lerin, Nihal'lerin aramızda dolaştığını ve hayatı sürüklediklerini bilirler. Halid Ziya da Hüseyin Rahmi gibi –hatta mübalağaya düşmeden- bize bizden tipler vermiş, bizim bir çeşit cemiyetimizin hayat tarzını belirtmiştir." diyen Refik Halit, aynı yılın sonundaki yazısında başka düşünür. Aşk-ı Memnu romanının klasik sayılarak öğrencilere okutturulmasına karşı çıkar: "Aşk-ı Memnu gibi koskoca, upuzun, zinalarla, intiharlarla süslü ve ölmüş kelimelerle dolu bir romanın tahlil yükü henüz çocukluktan çıkmamış bir gencin dimağına vurulur mu?" Aynı Refik Halit, 16 Ağustos 1952'deki bir ankette, "En son okuduğunuz?" sorusuna, "başından sonuna kadar okuduğu" iki romanın Aşkı Memnu ile Eylül olduğu cevabını verir, "Halide Hanım'ı, Yakup'u hep okurum amma, Aşkı Memnu'ları okuduğum gibi değil…" diye de ekler.
Romanın yazarı Halit Ziya, Ekim 1921'deki F. N. imzalı anketin "Aşk-ı Memnu'nuz?" sorusuna verdiği karşılıkla eleştirileri cevaplandırır: "Gariptir ki beni gayrimillî âsâr yazmış olmakla itham edenler en ziyade davalarına senet olarak Aşk-ı Memnu'mu gösterirler. Bilmiyorum ki millî olmak için bir hikâye mutlaka sahnesini Edirnekapı'dan Taşkasap'tan, Molla Gürani'den ve Etyemez'den mi intihap etmelidir. İstanbul'da Boğaziçi yok mudur? Bugün İstanbul'da Şişli yok mudur? O zamanın Boğaziçi'si ile bugünün Şişli'sinde Firdevs Hanım'la Bihter ve Peyker, Adnan ve Behlül Bey yok mudur?"
Suut Kemal'in "Edebiyatta Ahlak" yazısını okurken öğrendim ki gazeteci Taha Kılınç, X'te şöyle bir paylaşım yapmış: "-Muhafazakâr bayanların karşısına gerçekten eş adayı olarak çıkarabileceğimiz müslüman erkeklerin sayısı çok az. - Müslüman erkekler daha çok seküler kızlara düşkünleşti." Hayli politik şarkının "nerden nereye" sözlerini anımsayıp "gençlerin ahlakını bozmak" suçuyla yargılanan Sokrates'e bir selam gönderdim ben de.
Hasan Öztürk kimdir?
Hasan Öztürk 1961'de Trabzon'un Araklı ilçesinde doğdu. Selçuk Üniversitesi Türk Dili ve Edebiyatı Bölümü'nden mezun oldu.
Yazıya 1980'li yılların ortalarında Yeni Forum dergisindeki yazılarıyla başlayan Hasan Öztürk, sonraki yıllarda; -bir iki yazısıyla adı geçenler sayılmazsa- Milli Kültür, Türk Edebiyatı, Türkiye Günlüğü, Polemik, Liberal Düşünce, Dergâh, Arka Kapak adlı dergiler ile K24, Gazete Duvar ve Aksi Sanat adlı sanal ortamlarda yazdı.
Bazı yazıları ortak kitaplar içinde yer alan Hasan Öztürk, kısa sürelik (2018/2019; 6 sayı) ömrü olan mevsimlik ve mütevazı Kitap Defteri adlı "kitap kültürü" dergisini yönetti ve dergide yazdı.
2000 yılının başından bu yana yayıma hazırladığı iki aylık Mavi Yeşil yanında, Roman Kahramanları ve Kitap-lık dergileriyle T24 Haftalık ve Sanat Kritik adlı sanal ortamlarda aralıklarla yazan Hasan Öztürk'ün; Kitabın Dilinden Anlamak (1998), Yazının İzi (2010), Aynadaki Rüya (2013), Kurmaca ve Gerçeklik (2014), Kendine Bakan Edebiyat (2016), Gündem Edebiyat (2017), Üç Duraklı Yolculuk (2021) ile İktidarın Gölgesi ve Roman (2022) adlı kitapları yayımlandı.
Hasan Öztürk'ün ilk yedi kitabını konu edinen "Hasan Öztürk'ün Eleştirel Denemeciliği" (Zeynep Şule Şahin, Ahi Evran Üniversitesi, Kırşehir 2023) adlı yüksek lisans tezi hazırlanmıştır.
|