Futbolda doğruların ekrana yansıdığı tek yer VAR MONİTÖRÜ. Maç izlerken en aklı başında insan bile pozisyonun ilk gösteriminde eylem ne olursa olsun, yerinden kalkıp ekrana doğru bir hamle yapar ya da uzaktan kumandayı televizyona atmak ister. Derken pozisyonun tekrarı ekrana gelir ve “Ama”lar, “Fakatlar” başlar. “Ama ya ayağına gelseydi?”, ya da “Avrupa’da buna kırmızı verirler abi!”
Maç biter, onlarca TV kanalında, sosyal medyada yorumcular, gazeteciler, eski futbolcu ve hakemler başlarlar konuşmaya. O programlara, seçilmiş TFF başkanları bağlanır, stat önlerinde hakkının yendiğini düşünen kulüp yöneticileri açıklama yapar daha tansiyonları düşmeden hem de! Devrisi gün yine spor programları, bu kez “Ama”lar “Fakat”lar daha yüksek tondan dillendirilir. Argümanı zayıf, ellerinde sadece alakasiz CV’si olan ve tribüne oynayan “Konuşan kafalar”.
Futbol bu kadar keyifsiz bir şey değil. Aksine çok keyifli, muhteşem bir oyun. Sahadaki kötü niyetli oyunculardan, kötü yorumculara, neden orada olduğunu bilmediğimiz yöneticilerden, top toplayıcılara kadar, herkes bu oyun nasıl çirkinleştirilir, onun peşinde. Top toplayıcılar çünkü; bu çocuklar ev sahibi takımın 14-16 yaş grubu altyapısından görevlendirilir ve kötü niyetli olarak eğitilir (!) “Takımın öndeyse topu rakibe geç ver, gerideysek çabuk kullan”. Topun sahada kaldığı süreyi hesaplıyorsunuz ya? Bunu da es geçmeyin bi zahmet. Çirkinleşmeyin, çirkinleştirmeyin.
Farkında mısınız bilmem ama dün İngiliz hakem hiç monitörün başına gitmedi. Bırakın monitörü, kulaklığından çok önemli bir pozisyon için bile uyarılmadı. İşte aramızdaki küçük fark. Maç sahada oynandı bitti.
İçimi böyle döktükten sonra İsveç’te, sadece futbolun konuşulduğu yerde şöyle sakin kafayla, TFF başkanının tribünde oturmadığı (!), hesapları olmayan hakemlerin evinde kaldığı yerde ağız tadıyla bir maç izleyelim dedik ama Galatasaray'ın sahadaki futbolcularına değil yedek kulübesindeki çocuklarına baktık ve ''Eyvaaah!'' dedik. Yaş ortalaması 17 dört genç isim, küskün Hakim Ziyech, aklı sözleşmesinde olan Nelson, Kerem Demirbay ve Muslera'nın yedeği Günay. Olsun! Kalan sağlar bizimdir diyerek sahaya çıkan bir Galatasaray.
Hava Sivas'tan soğuk, rakip Sivas'tan çok daha iyi ama şanssızlık yine Sarı-Kırmızılı formanın peşinde. Hücumda her türlü alternatifi üreten Galatasaray bu sezon en çok arıza çıkan bölge olan savunmada bu kez Davinson Sanchez'i kaybetti. 30. dakikada Sanchez de oyundan çıkınca oyun kurgusu yine değişti. Okan Buruk yine şapkadan bir tavşan çıkarttı. Özlemle oynamayı bekleyen Kerem Demirbay'ı oyuna aldı. Kerem'in asisti, acabalarla dolu Jelert'in ilk golüne kavuşmasına neden oldu.
Yedek kulübesinden gelmesine alışık olduğumuz Batsuhayi'yi bir anlamda işini yaptı. Çünkü atılan 2 gol de onun boşalttığı alanlardan geldi. Ama İcardi yok, Osimhen yok top sende. Bir gol çok şey değiştirirdi. Bir topa da dokun be arkadaş. Neyse istemek kolay. Bazen olmuyor. Batsuhayi'ye gelene kadar, yedek kulübesinin rahat ve sıcak koltuğundan kalkmak bile istemeyen Nelson'a neler söylemeli?
Bunca beklenmedik gelişme içinde Galatasaray, İsveç'ten 1 puanla dönüp Avrupa Ligi'nde ilk 8 için avantajını sürdürüyorsa bu genetik bir durum olmalı. Yazının başında belirttiğim gibi U-19 takımından 3 genç kulübü kuruluş amacınına yakından tanık olurken, Efe Akman ilk kez Avrupa'da forma giydi, Jelert kabuğunu kırdı ve özgüvenine yeniden kavuştu.
Sivas'ta olduğu gibi senarist tüm tuşlara bastı, 90 dakika içinde ne kadar olasılık varsa yaşandı. Film kötü başladı, başroldeki iyi adam ölmedi, seyirci salondan çıkarken öyle ya da böyle az da olsa mutluydu.
Mustafa Ersoy kimdir?
1967 yılında Adana'da doğdu.
1987 yılında başladığı gazetecilik yolculuğunda Sırasıyla Cumhuriyet, Sabah, Star, NTV Spor, Lig TV dolayısıyla beIN Sports'ta çalıştı.
Cumhuriyet, Sabah ve Star'da Galatasaray muhabirliği yaptı.
NTV ve Lig TV'de istihbarat şefliği, beIN Sports'da ise haber müdürlüğü görevinde bulundu. 2020 yılında kendi köşesine çekildi.
|