14 Ekim 2024
Hilal Köylü, Cumhurbaşkanı Erdoğan’a, Meclis’te soru sorma olanağına kavuşabilen ender gazetecilerden. Köylü, “DEM Parti'yle de iş birliğine açık olduğunuzu söylediniz ama onlar somut adım yok diyorlar. Somut adım olabilir mi, bekleyelim mi?” diye sordu. Ama Erdoğan yanıt vermek yerine A Haber Muhabiri Rüya Akkuş’a dönerek, “Rüya ne diyorsun sen?” dedi.
Bir gazetecinin sorusuna, Cumhurbaşkanı yerine başka bir gazeteci neden cevap versin? Ama Rüya Akkuş, öyle düşünmemiş olacak ki, Erdoğan rolüne soyundu hemen. “Somut adım beklemeksizin siyasetteki ılımlı havayı sürdürelim” dedi. Köylü, “Ilımlı hava sürecek mi?” diye ısrar etse de Erdoğan, “Rüya verdi cevabı” diyerek yürüdü gitti yanlarından.
Gazeteci olarak orada soru sormanın amacı Erdoğan’ın tavrını öğrenmekti. Ama Rüya Akkuş onun yerine konuşarak Erdoğan’ın DEM’e ilişkin tavrının öğrenilmesini engellemiş oldu. Hem de kendisini siyasetçinin yerine koyarak temas mesafe kuralını çiğnedi.
Mizah yazarı Erdinç Utku, isyanını bir süredir sosyal medyadan sürdürüyor. Orada yazdıklarını bana da gönderdi. “Gırgır’da yayınlanmış karikatürleri üzerindeki imzaları silerek yayınlamasını Sözcü’ye yakıştıramıyorum” diyordu.
1971’de yayına başlayan mizah efsanesi Gırgır dergisinin ek haline gelmesi başlı başına üzücü bir vaziyet. Oğuz Aral’ın Gırgır’ı, haftalık tirajı 500 bini aşan bir karikatür okuluydu, hem de politik karikatürün okulu. Akbaba’dan gelen karikatür geleneğini zirveye taşımıştı.
Gırgır efsanesinin sonunu getiren Haldun Simavi’nin, 1989’da Oğuz Aral ile yaşadığı anlaşmazlık oldu. Simavi, Oğuz Aral ve ayrılan karikatüristlerin çekmecelerini boşaltmalarına bile fırsat vermeden derginin arşivine el koydu; dergiyi Ertuğrul Akbay’a devretti. O tarihten itibaren Gırgır, aralıklarla 2017’ye kadar yayımlansa da bir daha o eski mizah dergisi olamadı.
Gırgır şimdi de Ertuğrul Akbay’ın oğlu Burak Akbay'ın sahibi olduğu Sözcü gazetesinin eki olarak yayımlanıyor ama eski halinden eser yok. Erdinç Utku’nun yakınması da son derece haklı. Karikatüristlerin güncel çizgileriyle donanmış bir mizah dergisi yerine eski Gırgır’daki karikatürlerin tekrarlanmasıyla yetiniliyor. Nedense politik olmayanlar seçiliyor bir de…
Sözcü’nün Yazı İşleri’nin mutlaka bir açıklaması vardır. Ancak eski karikatürlerdeki imzaların çıkarılarak yayımlanmasının ahlaki bir açıklaması olamaz. Gırgır’ın telif haklarının Sözcü’de olması, sanatçıların imzalarının silinmesini haklı göstermez.
Örnek vermek gerekirse, “İpsiz Osman”, Orhan Alev ve Ergün Gündüz’ün yarattığı bir karikatür serisi. Sözcü, bir kenarına “Gırgır nostalji” yazarak aynen yeniden basıyor her hafta ama yazar ve çizerinin imzası, ismi yok.
Sadece “İpsiz Osman” bandında değil, sekiz sayfalık Gırgır ekindeki karikatürlerin büyük çoğunluğunda imza yok. Sanırım sadece ekin kapağı güncel, onda Sözcü’nün karikatüristi Ergin Asyalı’nın çizimi ve imzası var. Onun dışında bir tek “Hasbi Tembeler” bandında Mort Walker imzası göze çarpıyor; muhtemelen o da yabancı bir çizer olduğu için…
Hatta bazı karikatür bantlarının üzerinde karakterin ya da öykünün adı da yok. Karikatürlerin daha önce ne zaman yayımlandığı bile belli değil. Hiçbirine orijinal tarihi konulmamış. Savruk ve gelişigüzel hazırlanmış bir ek görünümü veriyor bu haliyle.
Gırgır’ı bu şekliyle yayımlamak o mizah efsanesine hakaret. Karikatüristlerin imzalarının çıkarılması da etik açıdan sorunlu bir davranış. Sanatçıyı kendi yaratısından, yaratısını da bağlamından koparmış oluyorlar.
Telif haklarının sahibi olması Sözcü’ye, derginin yayın haklarını vermiş olabilir ama bu onlara sanatsal ürünlerde değişiklik yapma ve sanatçıyı eserinden koparma hakkı vermez.
Tarım ve Orman Bakanlığı, 3 Ekim’de gıdada sahtekarlık yapan firmaları açıkladığında medyadaki haberlerin çoğu eksikti. Milliyet dışındaki gazetelerde firmaların isimleri yazılmayarak, “ürünlerinde taklit ve tağşiş yapan firmalar” korunuyordu. Gazetelerin tersine haber sitelerinin çoğunda yaygın markaların adları yazılarak tüketiciyi korumaya öncelik verildi.
Asıl gazetecilik çalışması, Tarımdan Haber sitesi yazarı Sadettin İnan’dan geldi. İnan, bakanlığın, taklit ve tağşiş ürünler listesini 32 ay beklettikten sonra açıklamasını eleştirdi. TV5 yayınında da “ünlü bir köfte zincirinin ürünlerinde domuz eti tespit edildi ama firma mahkemeden yürütmeyi durdurma kararı aldırarak listede adına yer verilmesini engelledi” dedi.
Köftecinin adını o vermedi ama şüpheler Köfteci Yusuf’un üzerinde toplanıyordu. İki gün sonra sosyal medyada TT olunca haber siteleri isim vermeye başladı. Şirketin avukatı Ali Uslu’nun, Gazete Pencere’nin sorusuna “bilgisi olmadığı, açıklama yapamayacağı ve iddialara cevap veremeyeceği” yanıtını vermesi, dolaylı da olsa ilk doğrulamaydı.
Yine de gazete ve televizyonlar, haberlerinde Köfteci Yusuf’un adını gizlemeyi sürdürdü. Fakat T24’ün, şubat ve mart aylarında iki şubede tutulan raporları bulup, 9 Ekim’de yayımlaması sözü edilen “ünlü köfteci zinciri”nin Köfteci Yusuf olduğunu netleştirdi. Raporlar ortaya çıkınca beş gün susan Köfteci Yusuf, açıklama yapmak zorunda kaldı; “komplo” diye savundu kendini.
İş bu raddeye gelince Tarım ve Orman Bakanlığı da daha fazla dayanamadı; Köfteci Yusuf’u da taklit ve tağşiş ürünler listesine aldı. Neden o güne değin listeye konulmadığını Karar, manşetten sorguladı. Ama mahkemeden yeni alındığı fısıldanan karar ortaya çıkarılamadı.
Daha da enteresanı, o güne kadar olayın üzerine gitmeyen Sabah, Sözcü, Türkiye ve Yeni Akit gibi gazetelerin aniden Köfteci Yusuf’u savunmaya girişmesiydi. En keskin manevrayı da 10 Ekim’de “Domuzluğun hesabı sorulsun” manşetiyle çıkan ama 11 Ekim’de “Mafya domuzla tehdit etmiş” haberi yayımlayan ve iki yazarı Köfteci Yusuf’u savunan Yeni Akit yaptı.
İyi ki gazeteciler ve sosyal medya var! Uzman gazeteci Sadettin İnan, bu olayı gündeme getirmese, sosyal medya ayağa kalkmasa, haber siteleri üzerine gitmese ve T24 de o raporları bulmasa, Köfteci Yusuf’un köftelerinde domuz eti çıktığını bilemezdik, kapanıp giderdi.
Bir de eleştiri. Sadettin İnan, Köfteci Yusuf’un adını en baştan vermeliydi. Gazeteci, toplum sağlığını gözetir, sahtekârlık yapan firmaların adını yazmaktan ve söylemekten kaçınmaz. “O köfteci kim” arayışına yol açmaz; bütün köftecileri zan altında bırakmaz.
“İsrail bunu da hak etti demek doğru değil sonuçta zarar gören siviller. Askeri noktalar hedef alınmış olsa bile füzelerin etkisinden çok sayıda sivil zarar görebilir endişesindeyim.”
NTV Dış Haberler Müdürü Ahmet Yeşiltepe’nin bu sözleri üzerine hazırda bekleyen linç müfrezeleri hemen harekete geçti. Vay efendim, nasıl olur da İsrail’de sivillerin zarar görmesinden endişe edermiş!
Sözcü TV yayınında Fatih Portakal’ın “Tel Aviv maalesef füze saldırısı altında. Şehirde patlamalar var” sözleri de yine aynı linç müfrezelerinin hedefindeydi.
Bir gazetecinin sivillerin zarar görmesine karşı çıkması ne zamandan beri suç oldu? Ben de füze saldırılarında İsrailli sivillerin mağdur olmasına üzülürüm. Filistinli, Lübnanlı sivillerin sürülmelerine, öldürülmelerine de çok üzülüyorum; hatta kahroluyorum.
Haydut devlet İsrail’in saldırganlığı, bölgeyi terörize etmesi ve soykırımı karşısında, İran ve Hizbullah’ın füzelerle yanıt vermesi elbette anlaşılabilir. Ama anlamamız, sivillerin zarar görmesine üzülmemizi engellememeli.
Savaşlarda savaşmayan taraftır siviller. Gazeteciler de savaşmaz, savaşların kötülüğünü aktarır; her daim insanı ve barışı savunur. Kızgınlığımız, isyanımız, insanlığımızı unutturmamalı.
Haber başlığı aynen şöyleydi:
“Ünlü adli tıpçı Prof. Dr. Sevil Atasoy, Narin cinayetini çözecek ipucunu verdi: Olay yerinde…”
Karar’ın web sitesindeki bu başlık merak uyandırıyor, haberi açıyorsunuz. Eski bilgilerin yığıldığı 23 satırı okuduktan sonra Atasoy’un “arşivinden çıkardığı eski yazılarıyla soruşturmaya dair kritik mesajlar verdiği” bilgisine ulaşıyorsunuz. Mesaj ise şöyle bir cümleyle aktarılıyor:
“Atasoy’un bu arşiv yazılarını tekrar gündeme getirmesi, Narin Güran cinayetinde ihmallerin olduğunu ve olay yerinin dikkatli incelenmediğini ima ediyor olabileceğini gündeme getirdi.”
Müthiş! Atasoy ima dahi etmemiş, eski yazılarını paylaşarak ima ediyor olabileceğini gündeme getirmiş, onun üzerinden uzun bir haber kurgulanmış!
Peki, başlıkta vurgulanan “cinayeti çözecek ipucu” nerede? O yok, okur kandırılmış. İpucu olabileceği ima edilerek yapılan ve maalesef haber sitelerinde sık rastlanan gazetecilik oyunu bu.
Dil duyarlılığı yüksek olan Prof. Dr. Baskın Oran, bugünlerde haber okurken ya da izlerken üzülüyor; hatta acı çekiyor diyebilirim. Rastladığı bazı yazım ve telaffuz hatalarını bana özetledi:
“* Milyon'u yazıyla yazmak tamam da artık eşinle yemeğe giderken binlere muhtaç insanların ülkesinde 1.500'ü bile ‘bin 500’ diye yazmak tek kelimeyle okuru aşağılamak. İlkokul üç'e kadar okuyan herkes bu memlekette 1.500'ü bin beş yüz diye okur. O kadar okuması vardır.
* Yeddiemin, güvenli el, emin biçimde elinde bulunduran, emanetçi demek. Yedi rakamıyla ne ilgisi var da Yediemin diye yazılıp söyleniyor?
* Analiz etmek mi, analize etmek mi? Bu soru çıkmasın diye ‘tahlil etmek’ kullanılmalı.
* Fekkikabir, mezar kırma mezar açma demektir. Fetihle ne ilgisi var?"
* ‘Çok’ yerine ‘oldukça’ kelimesini kullanmamak lazım. Çünkü çok değil epey demek. ‘Olabildiğince'nin yerine yanlış yere kullanılıyor.
* “Taciz edildi’ ne demek allahaşkına? Rahatsız edildi mi demek, tecavüze uğradı mı demek, ne demek? Bu kadar hermafrodit (çift cinsiyetli) bir terim olabilir mi?”
-Akşam, Sabah, Türkiye, Y. Akit ve Y. Şafak, Anadolu Ajansı’nın “Avrupa'daki camiler eğitimden kültüre toplumun ihtiyaçlarını karşılıyor” haberini kaynak vermeden kullandı.
-Akşam, cinayet haberine “Platonik aşk” başlığı koyarak, bir kadının aynı işyerinde çalışmak dışında hiçbir ilişkisi olmayan bir erkek tarafından öldürülmesine gerekçe üretti.
-Sabancı grubu şirketi Çimsa, Bunol’daki yeni yatırımını tanıtmak üzere Hürriyet, Posta, Milliyet, Sabah ve Yeni Şafak yazarlarını, İspanya’ya götürüp orada ağırladı.
-Ekol TV, BirGün’ün, “Parkı parselleyip kapı takmışlar: İşgalcilere tembih” haberini kaynak göstermeden alıntılayıp, “iddialara göre” diye yayımladı.
-Yeni Şafak, iki tam sayfada AKP’li Ordu Büyükşehir Belediyesi’nin tanıtımını yaptı.
-Tele1 ve T24’ün Sözcü’den alıntıladığı “Çalışma Bakanı Işıkhan'ın arkadaşının aşçı olan damadının Almanya'ya ataşe olarak atandığı” haberinde “iddia” denilmesi yersizdi.
-Milliyet’in, ilk sayfadaki “DT’de kaç tane Meral Oğuz var” başlığında -yazıda olmadığı halde- “tane” denilmesi yanlıştı; Türkçede insanlar için “tane” kullanılmaz.
-BTK, hukuksuz şekilde LGBTİ+ haber portalı KaosGLorg’a “Güvenli net” uygulamasının aile ve çocuk profillerinden erişim engeli getirdi.
ELEŞTİRİ, ŞİKÂYET VE ÖNERİLERİNİZ İÇİN: [email protected]
Faruk Bildirici kimdir?Faruk Bildirici Gaziantep'te doğdu. Ankara Üniversitesi İletişim Fakültesi'ni (BYYO) bitirdi. Gazeteciliğe, Haziran 1980'de Cumhuriyet'te başladı. 12 Eylül askeri döneminde sıkıyönetim ve eğitim muhabirliği, 1983 seçimlerinden sonra da Başbakanlık, siyasi parti ve parlamento muhabirliği yaptı. Bir süre Haber Müdürlüğü görevinde bulunduğu Cumhuriyet'ten, Nisan 1992'de ayrıldı. Sabah Gazetesi'nde beş ay süren parlamento muhabirliğinden sonra Ekim 1992'de Hürriyet'e geçti. Yaklaşık beş yıl Hürriyet Ankara Büro Şefi olarak görev yaptı. Bu dönemde yazı dizileri hazırladı; portre yazıları kaleme aldı. Araştırma kitapları yayımladı. Bir süre yine Hürriyet'te araştırmacı-yazar olarak çalıştıktan sonra Mart 2002'de Ankara Temsilci Yardımcılığı'na getirildi. 2002-2003 yıllarında Tempo dergisinde "Kırlangıç Yuvası" köşesinde yazdı. 31 Ağustos 2004- 14 Mart 2005 tarihleri arasında "Anlatsam Roman Olur" başlığıyla Hürriyet gazetesinde gerçek yaşam öyküleri kaleme aldı. Bu dizide kaleme alınan öykülerden hareketle hazırlanan aynı adlı televizyon programı Kanal D'de yayımlandı. TV8'de "Çuvaldız" (1999-2001), Cine-5'te "Üç artı Bir", Tv 8'de "Nerede kalmıştı?" (2009) adlı programlar yaptı. Hürriyet Pazar'da "Puzzle portreler" başlığıyla yayınlanan portre söyleşileri hazırladı. Uğur Mumcu Araştırmacı Gazetecilik Vakfı'nda üç dönem "Araştırmacı gazetecilik", Ankara Üniversitesi İletişim Fakültesi'nde de iki dönem (2014-2015) "Parlamento muhabirliği", Başkent Üniversitesi İletişim Fakültesi'nde de üç dönem (2016-2019) "Medyanın güncel sorunları" dersleri verdi. 19 Nisan 2010'dan Mart 2019 tarihine kadar Hürriyet gazetesinin Okur Temsilciliği (Ombudsman) görevini yürüttü. 3.5 ay kadar Radyo ve Televizyon Üst Kurulu üyeliği yaptı; Başkan Ebubekir Şahin'in birkaç yerden maaş almasına karşı çıkması üzerine AKP ve MHP kontenjanından gelen üyelerin oylarıyla RTÜK üyeliğine son verildi. Halen bağımsız "Medya Ombudsmanı" olarak, T24'ün yanı sıra bu misyonunu kabul eden ANKA, Gazete Duvar, Gazete Pencere, Gazete Kapı, Gerçek Gündem, BirGün, 12 Punto, Muhalif'te ve kendi web sitesinde medyadaki etik sorunlara dair yazılar kaleme alıyor. Yayımlanan kitapları: Gizli Kulaklar Ülkesi (Şubat 1998), Maskeli Leydi: Tekmili birden Tansu Çiller (Temmuz 1998), Üniforma Slogan Biber (Şubat 1999), Kuzum Bülent: Ecevit'e aileden mektuplar (Şubat 2000), Siluetini Sevdiğimin Türkiyesi (Temmuz 2000), Anıtkabir Racon Zambak (Nisan 2001), Hanedanın Son Prensi: Mesut Yılmaz ve ANAP'lı yıllar (Aralık 2002), Yemin Gecesi: Leyla Zana'nın yaşamöyküsü (Şubat 2008), Serkis bu toprakları sevmişti (Ekim 2008), Günahlarımızda yıkandık (2018) Medyanın ombudsmanı Saray’ın medyası (2021) |
Gazeteci, öncelikle bilgiyi eksiksiz yayımlamakla yükümlüdür; bilgiyi eğip bükmek propagandacıların işidir...
Ulusal Kanal Ankara Haber Müdürü Sezer Özseven’in “asgari ücretli gazetecileri” temsilen komisyona katılması, gazetecilerin ücretlerinin düzeyini göstermesi açısından önemli
Ülkesini, insanını ve barışı gözeten gazeteciliğin tam zamanı…
© Tüm hakları saklıdır.