İzmir Demokrasi Üniversitesi Tıp Fakültesi öğrencileri, Özge Ceren Deniz ve İnanç Öktemay'ın hayatını kaybettiği yere çiçek bıraktı. Fotoğraf: Bahar Emreoğlu (Evrensel)
Evden ya da işten çıktın. Belki dışarıdaydın da, dönüyordun. Yağmur şiddetli. Şemsiye almışsın. Islanmamak için. O sırada en büyük endişen ve tedbirin öyle.
Su "şehir seli"ne dönüşmüş. Fırtına da mı var? Şemsiyeyi bile açamadan hızlı hızlı gitmek istiyorsun. Aklından o sırada başka neler geçiyor?
"Cadde" denen bir boşluğa adımını atıyorsun; isterse ayakların sırılsıklam olsun artık. Çantanı omuzundan avucunu indirmişsin. Bir adım atıyorsun. Düşüyorsun. Cansız elin sımsıkı çantana yapışmış. Öldün. Oysa doktor olmana az kalmıştı. Hayat kurtaracaktın. 23 yaşındaydın. Özge Ceren Deniz'di ancak ölümünle öğrendiğimiz adın.
O sırada sen de oradasın. Başkaları da var. Düşen genç kızı tanıyorsun. Dünyanız daha güzelleşsin diye, belki bu dünya daha güzel görünür diye sevdiğiniz için ikiniz de aynı yerde müzik çalışıyormuşsunuz.
Görür görmez düştüğünü genç kızın, kimseyi beklemeden, hiç düşünmeden o suya giriyor, elini uzatıyorsun. Elin vicdanın olmuş. Belki başka birine de el uzattın bugüne kadar, belki de artık devlet marifetiyle katledilmek istenen bir sokak hayvanını sevdin defalarca. Elin uzanırken bedenin saniyede tükeniyor. Vicdanınla öldün. 44 yaşındaydın. İnanç Öktemay'dı ancak ölümünle öğrendiğimiz adın.
O sırada orada olmasaydınız, yaşıyordunuz.
O suya adım atmasan yaşıyordun.
Yardıma koşmasan yaşıyordun.
Siz olmasaydınız, siz ölmeseydiniz, arkadan gelenlerden biri belki…
Buna hemen "kader" diyorlar. Belki herkes değil, ama "kötü kader" böyle tarif ediliveriyor. O onda orada olmak "kader" sayılıyor.
Oysa böyle "kader" aslında insanların ve kurumların umursamazlığı, özensizliği, duyarsızlığı ile, insan aklıyla ihmal, insan eliyle imal edilmiş bir tuzak.
"İş kazası" denen nice cinayet, hatta katliamın "kader"le ne ilgisi var? O sırada o iş yerinde, atölyede, fabrikada, madende, tersanede olmasa mıydın? Başkası olacaktı. Başkası ölecekti Biz, unutana kadar onun adını duyacaktık.
Ülke, insan yapısı ölüm tuzaklarıyla dolu. Başka düşman gerekmez. "Terör" bile her yerde, her köşede bu tuzakların ağına yetişemez.
Fabrikadan tarlaya, madenden tersaneye, haneden sokağa, "maganda kurşunu"ndan lunapark cinayetine, angaryaya koşulan 25 askerin paramparça olduğu, ailelerin DNA için taşları kazıdığı cephanelikten açlıktan veya soğuktan ölen bebeklere; ihmalin, boş vermişliğin, fırsatçılığın pençesinde "kader ağları" arasında, sözde kendi hayatı kendi elinde insanlar zannederken kendini; başka birilerinin kurduğu tuzakların arasında ölümüne bir "slalom"a dönüşmüş hayat.
O an aklından geçenle hiç aklına gelmeyen arasında incecik bir ip var. Her an koptu kopacak. Sen gündelik bir derdi, bir sevinci, bir hayali, bir umudu yaşarken; maazallah mazgallar ile sinsi kablolar bir tuzak kurmuş işte.
Bir şarkının mutlu edebildiği, teselli verebildiği, hayat sevinci katabildiği hayatın; tüm hayalleri, tüm umutları, tüm dertleri, tüm sevinçleriyle birlikte bir saniyede, hem de zamlı, "yol, su, elektrik" olarak bitiveriyor.
Akbelen'i de yağmalayan iktidar kankası holdingin baraj kapaklarını açmasıyla çoluk çocuk ölmüştü piknik alanındakiler.
Donmuş göldeki elektrik hattını tamir için deniz bisikletiyle gönderilen işçiler buz denizinde can vermişti.
Daha yeni, "ince ruhlu" kabloların yüzünden tutuşan anızla onca Diyarbakır, Mardin köylüsü bayrama "kurban" olmuştu.
Tersanelerde, yıllarca yazdığım gibi, elektriğe kapılan kaç işçi artık yaşamıyor, biliyor musunuz?
Şirketler özelse, hemen "sorumluluk" insanlara, kurbalara, "kader"e yükleniyor. İzmir cinayetinde de ilk refleks o olmadı mı? Fatura gecikse elektriği kesen şirket, çamurlu ellerini hemen yağmur suyunda yıkıyor. Oysa yıllardır aynı yer için uyarılar gelmiş. Belediye elektrik dağıtım şirketini kablolar nizami derinliğe gömülmemiş ve ilgilenilmemiş diye suçluyor; şirket ise belediyenin su geçirmez mazgallarını.
Özge Ceren ile İnanç öylece bakıyorlar. Binbir mücadeleyle kurmaya çalıştıkları bir hayatın, bir saniyede yol, su, elektriğe kurban edilişine.
"Yolsuelektrik kurbanı" İnanç; 10 yıl önce, yani 34 yaşında, Albert Camus'den alıntıyla, "Bir ülkeyi tanımak istiyorsanız, orada insanların nasıl öldüğüne bakın" diye yazmış. 10 yıl sonra, öylece bakıyoruz İnanç'ın cansız bedenine, ayaklarından bağlanıp sopayla çekilişine.
Camus'nün o sözü "Veba" kitabının ilk sayfalarındandı:
"Bir şehri tanımanın uygun bir yolu, orada nasıl çalışıldığına, nasıl sevdiğine ve nasıl ölündüğüne bakmaktır."
"Veba"nın ülkesi Cezayir, o şehir ise Oran'dır romanda. Esasen tüm Avrupa'dır; "veba" da faşizm. İnsanlar "kader" karşısında çaresiz midir? Geriye tek bir şey kalır, o da "direniş."
İkiz çocuklarına "Veba" ve "Kolera" lakaplarını takan Camus, 46 yaşında, "kader" denen bir otomobil kazasında, yayıncısı Michel Gallimard'la birlikte ölür. Kimi iddiaya göre, "Camus'nün sert suçlayıcı yazılarına öfkelenen SSCB Dışişleri Bakanı Şepilov'un düzenlediği bir suikastta otomobilin lastiklerinin patlatılması sonucu" kader ağlarını örmüştür!
Size göre bu ülkede "kader" nedir? O veya şu şehirde insanlar nasıl çalışır, nasıl sever sevilir, nasıl ölür? İzmir'in "yolsuelektrik" kurbanları nasıl çalışırdı, nasıl severdi, bilmesek de, nasıl öldüler, biliyoruz artık!
Özge Ceren ne düşünürdü kader için, İnanç neye inanmalıydı!
Umur Talu kimdir?
Umur Talu, ilk, orta, liseyi Galatasaray Lisesi'nde yatılı okudu. 1980'de Boğaziçi Üniversitesi Ekonomi'den mezun oldu.
Üniversite döneminde Demiryolu İşçileri Sendikası ve Marmara Boğazları Belediyeler Birliği'nde çalıştı. Günaydın gazetesinde başladığı gazeteciliği, Güneş, Cumhuriyet, Milliyet, Hürriyet, tekrar Milliyet, Star, Sabah, Habertürk'te sürdürdü. Muhabirlik, ekonomi servisi yönetmenliği, yazı işleri müdürlüğü, genel yayın yönetmenliği, köşe yazarlığı, kısa süre Paris temsilciliği yaptı.
Medyakronik başta olmak üzere, çok sayıda web sitesi ile dergide makaleleri yer aldı.
Birkaç dönem Türkiye Gazeteciler Cemiyeti Yönetim Kurulu'na seçildi, başkan yardımcılığında bulundu.
İstanbul Üniversitesi, Bilgi Üniversitesi ve Bahçeşehir Üniversitesi İletişim fakültelerinde ders verdi.
Türkiye medyasında ilk "ombudsman"lik kurumunun kurulmasını gerçekleştirdi. 1998'de Türkiye Gazetecileri Hak ve Sorumluluk Bildirgesi'ni hazırladı.
Çalışmaları Türkiye Basın Özgürlüğü Ödülü, iki kez Türkiye Gazeteciler Cemiyeti Köşe Yazısı Ödülü, Çağdaş Gazeteciler Derneği Ödülü başta olmak üzere, çeşitli mesleki ödüllere değer görüldü. Aynı yıl, üç farklı gazetecilik örgütünden köşe yazarı ödülü aldı.
Bodrum: Yüzyıllık Yolculuk, Kadınımızın Hatıra Defteri gibi belgesellerde metin yazarlığını yaptı.
Sosyal Demokrasi, Fransa Bölümü (Turhan) Uçuran Bey Postanesi (Milliyet), Dipsiz Medya (İletişim), Bedelli Gazetecilik (Everest) , Senin Adın Corona Olsun (Literatür) kitapları yayımlandı. Keynes'in (O. E. Moggridge, Afa Yay.) çevirisini yaptı.
|