11 Ocak 2025

Sessizliğin çığlığı!

Çocukları ve genç kızları, kadınları “itaat-biat kölesi” gören “erkek ve otoriter ve ayrımcı-kayırmacı” bir düzende, suçun önlenmesi bir yana, adaletin tecellisi bile, Narin’in katlinde olduğu gibi kamuoyu baskısına; Şirin’inkindeki gibi “itiraf eden bir çöp toplacıyıcı” olmasına mı bağlı?

Şirin’i hatırladınız mı? Bir Narin de oydu aslında. Tabii merak ve ilgi bakımından fark vardı: Narin “içinde olduğu, onu koruması gereken ailenin kurbanı”ydı ve muammalarla dolu bir “omerta”nın; Şirin ise “hiç tanımadığı çöp toplayıcının.”

Narin davasında, esasında “katledilişi” tam aydınlatılmadan “ağırlaştırılmış” müebbet cezalar verildiğini görmüşsünüzdür. Şirin’in katlinde ise, sanık hayatın kıyısında çöpler arasında dolaşırken, hayatının başındaki 6 yaşında bir çocuğu öldürdüğünü itiraf etti. Tek celsede “ağırlaştırılmış müebbet”e mahkûm oldu.

Şirin’in katilini “ağırlaştırılmış müebbet”e mahkûm ettiren iddianame ile mahkûm eden yargı kararları aklımızda bulunmalı. Çünkü “çöp toplayıcı”yı itirafıyla tek celsede mahkûm edebilen maddelerin, en azından kiminin, daha kuvvetli ilişkileri olanlara işleyip işlemediğine dair “içtihat” bir bakıma.

Ağırlaştırılmış müebbet talebi şurada temellenmişti: “Cinsel amaçla çocuğu ya da beden ve ruh bakımından kendisini savunamayacak durumda bulunan kişiye karşı kasten öldürme…” Yine iddianame “çocuğun cinsel istismarı” konusunda “18 yıldan az olmamak üzere hapis cezası” da ekledi. Nihayetinde “cinsel istismar” 30 yıl, “kişiyi hürriyetinden yoksun bırakma” 21 yıl cezayla karşılık buldu.

“Cinsel istismar” ve “kişiyi hürriyetinden yoksun bırakma.”

Nice çocuğun ve kadının da başına gelen; kimi sessizlikle, kimi kollamayla, kimi “rıza” denerek, kimi “aile ve namus adına” yumuşatılarak, kimi “tahrik”le hafifletilerek; bazen cinayetle de sonuçlanan çok yaygın suçlar. Buna “suç ve iddianame”ye dönüşmemiş istismar ve “hürriyetten yoksun bırakma”yı eklemek lazım ama nasıl ekleyeceksiniz? Binlerce kadın ve çocuğun bunlara maruz kalıp sessizliğe mahkûm edilişini aklımızdan çıkaracak mıyız? Peki, zorlayarak bir çocuğu, dayatılan çocuk evliliklerini? 16 yaşından küçüklere sosyal medya yasaklamayı tasarlayanlar, çok daha küçük kız çocukların “evlilik” adı altında istismarını “Aile Yılı”nda da kutlarlar herhalde!

Peki cezalar? Ölçü, standart, ayrımsızlık, kayırmasızlık, eşitlik, adalet duygusu hepsinde geçerli mi? Bir önceki paragrafın ilk cümlesindeki ifadelere katılıyorsanız, bunların örneklerini görmüş, tanık olmuş, okumuş, izlemişseniz; hatta öfkelenmişseniz veya öfkeniz bile unutulanlar mezarlığına atılmışsa da bu paragrafın ilk cümlesindeki soruya “evet” demenin mümkün olmadığını biliyorsunuz zaten.

Neden? O da bilinen vakalarla, 20 yılda 4,5 kat artan bir suç “çocuk istismarı.” İnsan Hakları Derneği’nin tespitine katılır mısınız: “Çocuk istismarının yükselmesinde; etkin yargılama yapılmaması, failin kim olduğunun yargılamaya etki etmesi, koruyucu ve önleyici politikaların eksikliği büyük rol oynuyor. Çok sayıda davada da somut olarak gördük ki failler cezasızlıktan, siyasal iktidarın söylem ve eylemlerinden güç alıyor. Çocuğun insan haklarını tanımak, ihlal etmemek, korumak ve gereğini yerine getirmekle yükümlü olan devlet; yasalarını, uygulamalarını, fiillerini yani her türlü politikasını çocuğun yüksek yararı ilkesine göre yapmak zorundadır. Ancak Türkiye’de çocuğun değil, kurumların, kişilerin “itibarı” ve “üstün yararı” ön planda tutuluyor.”

Bunların kimi örneğini “din eğitimi” adı altında faaliyet gösteren kurumlarda gördünüz belki de. Başka örnekleri de var. Bir zamanların “N.Ç. davası”nda bir kız çocuğu defalarca istismar edenlerin çoğunun “kamu görevlisi” olması, neredeyse çocuğun cezalandırılmasıyla sonuçlanmıştı.

İHD, kimi örneği, biz unutsak da hatırlatıyor:

6 yaşında bir çocuğun, bir tarikat zincirinde “evlilik” yoluyla istismarı yıllar sonra ortaya çıktığında, devletin “sorumlu ve yetkili” zirvelerinin “Münferit” diyebilmesi, fazla fazla “tatsız bir olay” diye geçiştirmesi bir asır önce değildi. 2017 yılında, sadece beş ayda, sadece bir hastaneye, 150 çocuk “hamile” olarak getirilmişti. Sadece “yenidoğan bebek çetesi” değil söz konusu olan; “hamile çocuk” istismar ve örtbas ağı da var belli ki.

Bir tarikat yurdunda 45 çocuğun istismara maruz bırakıldığı ortaya çıktığında, sadece tek kişi ceza almış, “Aile” Bakanı, bir kadın, bir anne “Bir kere olması karalamaya gerekçe olmaz” deyivermişti. Bunlar çocukların istismara bırakılıp istismarcıların kollandığı örneklerin sadece birkaçı. Kaç çocuk “kaza”da, kaç genç kız ve kadın “intihar veya yüksekten düşme”de ölüyorsa, canımız da o kadar acıyıp durmalı.

Çocukları ve genç kızları, kadınları “itaat-biat kölesi” gören “erkek ve otoriter ve ayrımcı-kayırmacı” bir düzende, suçun önlenmesi bir yana, adaletin tecellisi bile, Narin’in katlinde olduğu gibi kamuoyu baskısına; Şirin’inkindeki gibi “itiraf eden bir çöp toplayıcı” olmasına mı bağlı?

Bu tür bir adaletin topluma, gençlere, kadınlara ve çocuklara yayılan bir “duygusu” mümkün mü? Belki de, ah ne belkisi; binlerce kadın, genç kız ve çocuk; nasıl “cinsel istimara uğradıklarını ve uğramakta olduklarının” ve onun dışında da “hürriyetten yoksun bırakıldıklarının” hüznüyle, acısıyla, korkusuyla, endişesiyle, travmalarıyla, sessizliğiyle, gözyaşlarıyla yaşıyor. Yaşamaksa!

Böyle bir sessizliğin bile çığlığı vardır. Duymak da o kadar zor değil!

Umur Talu kimdir?

Umur Talu, ilk, orta, liseyi Galatasaray Lisesi'nde yatılı okudu. 1980'de Boğaziçi Üniversitesi Ekonomi'den mezun oldu.

Üniversite döneminde Demiryolu İşçileri Sendikası ve Marmara Boğazları Belediyeler Birliği'nde çalıştı. Günaydın gazetesinde başladığı gazeteciliği, Güneş, Cumhuriyet, Milliyet, Hürriyet, tekrar Milliyet, Star, Sabah, Habertürk'te sürdürdü. Muhabirlik, ekonomi servisi yönetmenliği, yazı işleri müdürlüğü, genel yayın yönetmenliği, köşe yazarlığı, kısa süre Paris temsilciliği yaptı.

Medyakronik başta olmak üzere, çok sayıda web sitesi ile dergide makaleleri yer aldı.

Birkaç dönem Türkiye Gazeteciler Cemiyeti Yönetim Kurulu'na seçildi, başkan yardımcılığında bulundu.

İstanbul Üniversitesi, Bilgi Üniversitesi ve Bahçeşehir Üniversitesi İletişim fakültelerinde ders verdi.

Türkiye medyasında ilk "ombudsman"lik kurumunun kurulmasını gerçekleştirdi. 1998'de Türkiye Gazetecileri Hak ve Sorumluluk Bildirgesi'ni hazırladı.

Çalışmaları Türkiye Basın Özgürlüğü Ödülü, iki kez Türkiye Gazeteciler Cemiyeti Köşe Yazısı ÖdülüÇağdaş Gazeteciler Derneği Ödülü başta olmak üzere, çeşitli mesleki ödüllere değer görüldü. Aynı yıl, üç farklı gazetecilik örgütünden köşe yazarı ödülü aldı.

Bodrum: Yüzyıllık Yolculuk, Kadınımızın Hatıra Defteri gibi belgesellerde metin yazarlığını yaptı.

Sosyal Demokrasi, Fransa Bölümü (Turhan) Uçuran Bey Postanesi (Milliyet), Dipsiz Medya (İletişim), Bedelli Gazetecilik (Everest) , Senin Adın Corona Olsun (Literatür) kitapları yayımlandı. Keynes'in (O. E. Moggridge, Afa Yay.) çevirisini yaptı. 

Yazarın Diğer Yazıları

Karış karış barış!

“Barış” verin, isteriz. Ama “umut” da verin, içinizde bir yerde öyle bir arzu da kalmışsa. Vaat değil, zigzag değil, bir ileri iki geri değil, korku ya da tehdit değil; sadece “demokratik ve ekonomik umut"

Harp ve Sulh ile Ecinniler!

Bu iktidar, halkının “silahsız” kendi halinde mensuplarının önemli kısmını bile kolayca düşman görüyorken, samimiyet, ilke, tutarlılık, “iyi niyet” çoğu zaman “Kurt”un “Kırmızı bayraklı kız”a tuzağından ibaret hale geliyor!

Kızlarıma yeni yıl telgrafı!

Yeni yılınız size içtenlikle gülümsesin kızlarım; seçtiğiniz, koştuğunuz, sizi siz yapan yollarınız daha da açık ve gönlünüzce olsun. Babasız büyümüş bir babanın da, size yoldaş olmuş, sizinle gurur duymuş babanızın da tüm babalık duyguları ve tükenmez sevgisiyle özlüyorum sizi

"
"