Instagram veya Tik Tok kullanan herkes günde birkaç kez denk geliyordur yemek videolarına. Ama ben sıradan yemek videolarından bahsetmiyorum. Özellikle sulu, akışkan, değişik yemeklerin fotoğraf ve videolarını paylaşmak artık trend oldu. Kimisi acayip hareketlerle yemek yaparken videolarını paylaşıyor, kimi uzun uzun yemeği yediği anları... Nerdeyse hepsinin ortak noktası da kullanılan etiket: #foodporn. Bu etiketle Instagram’da şimdiye kadar 300 milyondan fazla gönderi paylaşılmış. Her geçen gün sayı artıyor. Gönderilerin altı beğeni ve yorumlarla dolu.
Hem dünyada hem de Türkiye’de yemek pornosu çılgınlığı bir süre daha sosyal medya gündemini işgal edecek gibi. Böyle olunca sorular da peş peşe geliyor: Mesele sadece sosyal medya mı? Daha önce de yok muydu #foodporn meselesi? Veya bu, gerçekten de bir çılgınlık mıdır? Neden başka insanların yemeklerini izlemekten keyif alıyoruz? Ne yediğini söylemenin ayıp sayıldığı günlerden, her yemeği teşhir ettiğimiz günlere nasıl geldik?
Bütün bu soruları ve fazlasını sosyolog Dr. Erhan Akarçay’la konuştuk. Türkiye’de yemek sosyolojisi üzerine çalışan az sayıda isimden biri olan Akarçay, meselenin sadece sosyal medyayla alakalı olmadığını, yemekle ilişkimize bakmanın topluma dair de çok şey söylediğini anlattı.
“Yemek, erotizm ve cinsellik iç içe geçiyor”
-Sıfır noktasından başlarsak, nedir bu yemek pornosu?
Sosyal medyanın toplumun merkezini neredeyse işgal etmesiyle beraber, #foodporn etiketi ve kavramını daha fazla görmeye başladık. Sosyal medyada en çok paylaşılan ve beğeni alan gönderiler arasında yer alıyor. Food porn kavramının tarihi de çok eski değil ama sosyal medya öncesi döneme dayanıyor. 80’lerden itibaren akademik literatürde görmeye başladığımız bir kavram. Tam olarak ne olduğundan ziyade aslında neden böyle bir şeye ihtiyaç duyulduğu ve nasıl ortaya çıktığına dair bir şeyler söylemek lazım. Yemekle pornografinin yakın bir ilişkisi var. Özellikle yemek dediğimiz şey, cinsel arzuyu anıştıracak, anımsatacak bir dolu malzeme ile çok yakından ilişkili. Cinselliği anımsatan çok fazla imge taşıdığı için, insanların da üzerine çok konuştuğu ve ilgisini çeken bir şey haline geliyor.
-80’lerde sosyal medya yokken, yemek pornosu var mıydı?
Tabii ki. Bu mesele sosyal medya ile hayatımıza girmedi. Yemeklerin pornografik bir şekilde, erotizmin sınırlarını da aşan imgelerle sergilenmesini reklamlarda, dergilerde, kitaplarda, filmlerde zaten görüyorduk. Nispeten yakın dönemden bir örnek, “food porn” denen hadisenin ne olduğunu iyi anlatabilir. Masters of Sex dizisi vardı bir dönem. O dizinin intro’su tipik bir örnek. Çünkü doğadaki bir sürü bitkiden, yiyecekten yola çıkarak seks ve cinsel arzuyla nasıl ilişkili olabileceklerini gösteren bir örnek. Hayal gücümüzü çalıştırarak, doğrudan göstermeden zihnimizde bir şeyler yaratıyor. Göstergebilimin imkanlarından faydalanarak bu görüntüleri incelediğimizde; bugün hâlâ birçok endüstriyel gıda firmasının reklamlarında cinselliği ve cinsel arzuyu çağrıştıracak imgeleri kullandığını çok net bir şekilde görüyoruz. İmgelerin yanı sıra sözcükler, bazen bir ses, bazen yaratılan ortamla yemek ve cinsellik iç içe geçiyor.
-Hangi reklamlardan bahsediyorsunuz? Örnek verebilir misiniz?
Karam Gurme’nin reklamları buna çok iyi örnek. Veya senelerce Magnum reklamları bunu çok fazla kullandı. Firmalar, hedef kitlelerine göre bazı değişiklikler yaparak, yemek pornosunu bir tür satış taktiğine dönüştürüyor. İletişimci değilim, çok fazla ahkam kesmek istemem ama sosyolojik açıdan baktığımızda 24 saat boyunca yemek yayını yapan televizyon kanallarının çıkması da bu meseleyle ilişkili bana kalırsa. 80’lerden bu yana yemek programlarına bakalım. Adım adım şefin profilinin değiştiği, erkek şeflerin daha fazla bedenleriyle görünür olmaya başladığını görüyoruz. Benzer şekilde kadın şefler açısından da bir değişim söz konusu. Fit, arzulanabilir bedenler; yemekle iç içe geçiyor, birbirinden ayrı düşünülemez hale geliyor.
Beef and Fish dergisi
Derslerde de gösterdiğim bir dergi var, Beef and Fish. Neredeyse tamamen erkekleri hedef kitle olarak belirlediğini söyleyebiliriz. “Hoş geldin balık” başlıklı sayısında kırmızı bir çamaşır giymiş kadın, kocaman bir balık tutuyor elinde. Öğrencilerime genelde bu kapakta balığın mı, yoksa kadın bedeninin mi ön planda olduğunu soruyorum. Yanıt çok açık. Derginin içindeki görseller çok daha çarpıcı. Yemek dergisi bu. Detaylara baktığımız zaman yemekten çok kadın bedeninin ön plana çıkartıldığını görüyoruz. Yemek dergilerinin de yemek içeriği üreten internet sitelerinin de yemeğin pornografik şekilde kullanımı konusunda çok “mahir” olduklarını görebiliyoruz.
Eriyen peynir, akışkan sufle, poşe yumurta: Yemeğin cinselliği anımsatacak şekilde kullanılması
-Yemek pornosu denildiğinde açıkçası benim aklıma ilk olarak, yemeklerin de dahil olduğu cinsel eylemlerin görüntüleri gelmişti. Ancak #foodporn etiketini arayıp gezindiğimde başka bir şey olduğunu fark ettim…
Yemeğin, cinselliği ve belki de pornografiyi anımsatacak şekilde kullanılması diyebiliriz aslında. Son dönemde en çarpıcı örnekleri genelde eriyen peynirlerdir. Eriyen peynir görüntülerine bu kadar sık rastlamamız şaşırtıcı değil. Dönem dönem farklı yiyecekler bu şekilde moda oluyor. Yemek modası dediğim, bir dönem modaya dönülen bu yemek ya da malzemelerde çoğu zaman akışkanlık, vücut sıvılarını anımsatma gibi ortak özellikler var. O akışkanlık, cinsellik ve aslında pornografideki bazı görüntülerle özdeşleştirilip, onları anıştıran şekilde teşhir ediliyor, onları anımsatan imgeler olarak kullanılıyor. Suflenin masaya gelip bir bıçak darbesiyle kesilmesi ve içindeki çikolatanın akışkan halde gösterilmesi çok sık yapılıyor mesela. Poşe yumurta için de aynısı yapılır. Bunlar artık klişeleşmiş yemek pornosu örnekleri.
-Etlerle ilgili de benzer bir durum var sanki değil mi? Nusret’in etlere şaplak atması geliyor aklıma…
Nusret’inki sosyal medya ajansıyla çalışmadığı dönemleri de düşündüğümüzde biraz farklı olsa da evet, bedene şiddet uygulayan görüntüleri Nusret’te de görüyoruz. Kasaphaneye gidiyor mesela ve kocaman bir kuzu bacağına vuruyor ya da yağla masaj yapıyor. Bunlar çok ses getirmişti. Bunlar da birtakım pornolardaki imgeleri anımsatıyor. Nusret’te bir yandan son dönemde kendi bedenini öne çıkarmaya başlamayı da görüyoruz. Spor yaptığı görüntüler, fitness fotoğrafları… Bunu, güçlü ve iktidar sahibi insanlarla çektirdiği fotoğraflarla birlikte düşündüğümüzde; et ve iktidar arasındaki ilişki de çok kolayca ortaya seriliyor.
Tarih boyunca et ve et yemek hem erkeklikle hem de iktidarla ilişkilendirilmiş bir mesele. Vegan hareket ve feminist hareketle birlikte, bu durumu eleştirel bir süzgeçten geçirerek tartışabiliyoruz. Ve bu durum bu coğrafyayla sınırlı da değil. Küresel ölçekte bir alıcısı ve karşılığı var diyebilirim. Yemek üzerinden pornografik içeriğin nasıl üretileceğinin malzeme vermesi açısından “iyi” örneklerinden birisi Nusret.
-Biscolata erkekleri fenomeni var bir yandan da…
Bu tür ürün reklamlarında bir hedef kitle belirleniyor. Bazı yiyecekler, spesifik olarak kadın ve erkek arasında da ayrıştırılıyor. Salatayı daha çok kadınların tükettiği, beden formlarına dikkat etmek istedikleri için sebze ağırlıklı beslendiklerine dair bir algı var. Çikolata için de benzer bir durumdan söz edebiliriz. Sanki çikolatayı daha çok kadınların tükettiğine dair algıdan yola çıkarak, hedef kitle belirleniyor ve bu hedef kitleye uygun yemek pornosu diyebileceğimiz reklamlar çekiliyor.
-“Seks satar” cümlesinin yemek pornosuna dönüştüğünü mü görüyoruz sizce?
İzleyicinin daha yoğun olduğu saatlerde gösterilebiliyor bu reklamlar. Demek ki burada aslında kimse doğrudan “seks satar” mesajı vermiyor. Ama arka plana göstergebilimle ya da reklam analiziyle baktığımızda örtük de olmadığını görüyoruz bir yandan. Örtük olmanın çok çok ötesinde hatta. Magnum reklamlarını düşünelim. Kızgın kumlardan serin sulara girmekten tutun, dondurmadan ısırık alma biçimine, öne çıkartılan “femme fatale” kadın oyuncuya kadar bir sürü görsel öge var.
“Biz, gözetlemeyi seven bir toplumuz”
-Sosyal medya kısmında, daha doğrusu özellikle Instagram’da ne oluyor? İnsanların akışkan yemekleri yedikleri hallerini neden izliyoruz? Neden ilgimizi çekiyor?
Biz gözetlemeyi seven bir toplumuz. Bize özgü açıklaması bu. Herkes sorduğunuz zaman belgesel izliyor televizyonda. Özellikle belli bir sosyal ve ekonomik statüde olan, kültürel sermayesi belli düzeyde olan insanlara sorduğunuzda belgesel izliyorlar. Ama işte aslında aynı insanlar, gastro pornografik ya da food porn içeriklerini de o gözetim toplumunun bir parçası olarak izliyor, tüketiyor.
Bir yandan Türkiye'ye özgü bir şey de değil food porn. Küresel toplumda da bunun çok büyük bir karşılığı, alıcısı, satıcısı ve takipçisi var. Bu da içinde yaşadığımız çağda sosyal medya üzerinden yeni toplumsallıkların kurulması ile ilişkilendirebileceğimiz bir mesele. Sosyal bilimcilerin teşhir toplumu dediği meseleden bahsediyorum. Yemek, fizyolojik ihtiyacın karşılandığı bir şeyin ötesinde. Ve bunu göstermek, dışarıyla paylaşmak istiyoruz. Ve bunu da en iştah açıcı, diğerlerinin de canının çekeceği biçimde yapmak istiyoruz. İster evde yiyelim, ister dışarıda yiyelim ya da ister pandemi sırasında olduğu gibi evde kendimiz için, sadece kendimizin tüketebileceği şeyler yapalım. Food porn meselesinde en büyük patlama pandemi döneminde oldu mesela. Normalde ofiste çalıştığı için yemek yapmaya vakti olmayan insanlar artık evde yaptıklarını daha fazla teşhir etmek istedi.
Sosyal medyayla birlikte birbirimizi hem daha fazla gözetlediğimiz hem de kendi mahremimizi de dışarı vurduğumuz bir çağdayız. Yemek de gündelik sıradanlığın bir parçası olarak en çok paylaştığımız şeyler arasında yer alıyor. Bir yandan da nasıl ki pornografik içeriği izleyen bireylerde göreli olarak bir rahatlama, belli birtakım ihtiyaçları giderme söz konusu olabiliyorsa; food porn için de benzer bir şey söylemek mümkün olabilir. Sonuçta orada yapılan ya da yansıtılan yemek içeriğinin aynısını biz hiçbir zaman yapamayabiliriz. Bunun çeşitli nedenleri olabilir. Bu neden ekonomik olabilir, beceriyle ilgili olabilir. Ama izlemek bir yandan bizde yemişçesine bir tür duygusal rahatlama da yaratıyor.
Yıldız Tar kimdir?
Sıfatsız gazeteci, Boğaziçi terk, Cranberries hayranı, fantastik roman müptelası. 2013 yılında gazeteciliğe başladı. Etkin Haber Ajansı'nda editör, Özgür Radyo'da program yapımcısı ve sunucusu olarak çalıştıktan sonra 2014'ten beri LGBTİ+ internet gazetesi KaosGL.org'ta sırasıyla muhabir, editör ve yayın yönetmeni olarak çalıştı. Halen bu görevi sürdürüyor.
Sol, sosyalist siyasi partilerle LGBTİ+ hakları üzerine röportajları "Yoldaş Ben İbneyim" başlığıyla, trans kadınlarla röportajları "Dönmelere Doyamadık" ve Türkiye'deki LGBTİ+ hareketinin tarihine ilişkin sözlü tarih çalışması "Patikalar: Resmî Tarihe Çentik" ismiyle kitaplaştı.
Kaos GL Derneği'nin senelik medya izleme raporunu kaleme alıyor. Çeşitli gazete, dergi, kitap ve dijital mecralarda LGBTİ+ hakları, hafıza çalışmaları, edebiyat, nefret söylemi ve medya okur yazarlığı üzerine yazıları yayımlanıyor.
T24'te "İnsan Manzaraları" başlıklı portre röportajlar yapıyor.
|