Başlık, provokatif gelebilir. Ama yeteri kadar insana provokatif gelmediğinden olsa gerek, seçim hazırlığındaki siyasi partilerin birçoğu bu soruyu sormaya ve bu soruya kendi yanıtlarını paylaşmaya devam ediyor.
Zafer Partisi Genel Başkanı Ümit Özdağ'ın, deprem bölgesindeki mültecilerin "yağma" ve "hırsızlık" yaptıkları iddiaları bir bir asılsız çıktı. Ama depremde yarattığı mülteci düşmanı siyasi söylem, başka partileri etkilemeye devam ediyor.
Hatırlayalım, Özdağ, enkazda çalışmalara katılan bir itfaiye erinin cep telefonunun çalındığını iddia ettiği videoyu paylaşarak, "Mavi yağmurluklu Suriyeli canlı yayında itfaiye erinin cep telefonunu çalıyor" demişti. Özdağ'ın "Telefon çalan Suriyeli" diye hedef gösterdiği deprem gönüllüsü A. B. ise açıklama yapmak zorunda kalmış, "Suriyeli değilim" demişti.
İnsanları "Suriyeli değilim" demek zorunda bıraktıran siyasal ve toplumsal iklim bir yana; Özdağ'ın yalnız olmadığı, komplo teorilerinin hızlıca dolaşıma girdiğini görmek endişe verici.
O komplo teorilerinden biri de KYK Mersin Kırkkaşık Kız Öğrenci Yurduna ilişkindi. Yurtta "Suriyelilerin nargile içip keyif çattığı" iddiası sosyal medyada dolaşıma sokuldu. Özdağ, Mersin'de KYK Kız Yurduna Suriyelilerin yerleştirilmesi iddiasına ilişkin de paylaştığı tweetle Mersin'e gideceğini söyledi.
Özdağ'ın iddiaları sosyal medyada o kadar büyüdü ki depremin ilk gününden beri deprem bölgesinde çalışmalara yardımcı olan CHP Milletvekili Ali Mahir Başarır, işini gücünü bırakıp Mersin'e gitmek zorunda kaldı. Yurdu inceleyen Başarır, çıkışta iddiaların asılsız olduğunu açıkladı.
Kuyuya atılan taşın sonucu, depremin akut döneminde bir milletvekilinin yardım çalışmalarına ara verip Mersin'e gitmek zorunda kalması ve bu arada insanların zihinlerinde yalanın yuva yapması oldu. Bütün iddiaları çürütülse de Özdağ'ın ektiği tohumlar, birçok kişinin zihninde hâlâ yer ediyor.
Ediyor ki, Millet İttifakı'nın seçim vaatlerinden biri "Suriyelileri ne yapmalı" sorusuna yanıt aramak oluyor.
Altılı Masa'nın depremden önce, Ocak ayında açıkladığı Ortak Politikalar Mutabakat metninde göç politikaları yaklaşımın ilk sinyalleri verilmişti. Sınırlara elektro optik kuleler, insansız hava araçları koymaktan tutun da geri gönderme merkezlerinin sayı ve kapasitesini arttırmaya kadar bir dizi "vaat" yer buldu kendisine.
Oysaki Türkiye'nin geri gönderme merkezi eksikliği sorunu olmadığını anlamak için uzunca bir araştırma yapmaya gerek. Hızlıca bakıldığında bile bu merkezlerin daha çok işkence ve kötü muamele iddialarıyla gündeme geldiğini görmek mümkün.
İçişleri Bakanlığı Göç İdaresi Merkezi'nin verilerine göre Türkiye'de ikisi geçici olmak üzere 30 geri gönderme merkezi bulunuyor. Merkezler, coğrafi olarak ülkenin her yerine dağılmış durumda.
Peki, herhangi bir kişi uluslararası hukukun kendisine sağladığı iltica hakkından faydalanmak isterse nereye başvurabilir?
Türkiye'de bu soruya yanıt bulmak sizi uluslararası göç hukukundan, yakın dönem tarih dersine uzun bir yolculuğa çıkartıyor. İlgilisi için güzel bir araştırma alanı. Ama savaştan kaçıp gelenler için can pazarı.
İlk olarak İkinci Dünya Savaşı sonrasına gidiyoruz. Türkiye, 1951 tarihli Birleşmiş Milletler Mültecilerin Hukuki Statüsüne İlişkin Cenevre Sözleşmesi'ne 1961 tarihinde taraf oldu. Oldu olmasına da Türkiye sözleşmeye taraf olurken coğrafi sınırlama şerhi koydu. Bu şerh bugüne kadar devam ediyor. Mülteci meselesindeki krizlerin en büyüğünü de bu şerh yaratıyor.
Sözleşmeye sınırlama ile taraf olan tek Avrupa Konseyi üyesi ülke olan Türkiye, Avrupa Konseyi üyesi olmayan ülkelerden Türkiye'ye sığınanlara mülteci statüsü tanımıyor.
Avrupa'dan biri neden Türkiye'ye sığınsın ki diye soracak olursanız, uzun bir tarih dersi sizi bekler. Ama o kadar uzatmayalım. Bu bilgiyi burada tutup devam edelim.
Peki Avrupa Konseyi üyesi olmayan ülkelerden gelenler olduğunda ne oluyor?
Suriye'deki savaştan önce, çeşitli sebeplerle ülkesini terk edip Türkiye'ye gelenler Birleşmiş Milletler Mülteciler Yüksek Komiserliği ve Türkiye'nin Göç İdaresi Müdürlükleri vasıtasıyla, ikili bir sistem üzerinden uluslararası korumaya başvurabiliyordu. Teoride hâlâ başvurmaları mümkün.
İdam cezasının olduğu İran'dan gelen LGBTİ+'lar senelerdir bu şekilde ilerliyor. Üçüncü ülke denilen, LGBTİ+ haklarının sağlandığı ülkelere gidene kadar Türkiye'de kalıyorlar. Bekleme süreleri ise her geçen gün artıyor.
Türkiye'de güvende olduklarına dair devletlerin sessiz uzlaşısının gerçeği yansıtmadığı aşikâr. Ancak bekleme süreleri azalmak yerine her geçen gün artıyor.
Suriye'deki savaşla birlikte kitlesel göç gerçeği, Türkiye ile AB arasında imzalanan ve mültecileri sanki kimsenin kabul etmek istemediği bir kargo gibi gören anlaşma sonucu üçüncü ülke sistemi de uygulanamaz hale geliyor. "Geçici koruma" altında Suriyeliler.
"Suriyeliler mülteci değil, o yüzden hepsini tek seferde yollayabiliriz" anlayışı da buradan çıkıyor. Suriyelilerin; uluslararası göç hukuku, Türkiye'nin Cenevre'ye coğrafi kısıtlaması, üzerine bir de AB ile anlaşma üçlüsü arasında kaldıkları statüsüzlüğünü vurgulamak için ısrarla mülteci dememek, sığınmacı ya da göçmen demek bile artık sizin meseledeki pozisyonunuzu belirliyor.
Ki, Millet İttifakı bileşeni İYİ Parti'nin seçim beyannamesinde tam da bu pozisyonun altı kalın çizgilerle vurgulanıyor. İYİ Parti'nin "vaatleri" ittifakın ortak politikalarını da aşıyor. Beyannamenin en sonunda yer alan "Güçlü ve İtibarlı Türkiye" bölümünde geri gönderme yöntemi uzun uzun anlatılıyor. İnsanları toplayıp, tecrit edip, sonra topluca yollamaktan tutun, sınırlara duvarlar örüp, Yunanistan'ın yaptığı gibi yeni gelmek isteyenlere "geri itme" politikası uygulanmasına kadar…
İYİ Parti'nin "Suriyelileri ne yapmalı" sorusuna yanıtı net anlayacağımız üzere. Hiçbir koşulda vatandaşlık verilmeyeceğini vaat eden İYİ Parti, bir yandan da mülteciler arasında ayrımcılık yapmayı da ihmal etmiyor. Söz konusu ucuz iş gücü olduğunda İYİ Parti'nin politikası beyannamelerinde yazdığı şekliyle şöyle:
"Türk vatandaşlarının tercih etmediği ve başta hayvancılık olmak üzere yoğunlukla ihtiyaç duyulan alanlarda istihdam edilmek üzere, öncelikle Türk kültürüne yakın olan yabancı şahıslara ikamet ve çalışma izni vereceğiz."
İlginçtir ki, İYİ Parti'nin beyannamesinde tüm bu krizi yaratan anlaşmadan, yani AB-Türkiye mülteci anlaşmasından pek bahsedilmiyor. Bu anlaşmadan tek taraflı çekilme, yazılı bir vaat olarak yer almıyor. "Bu anlaşmayla ülkemizi mülteci deposuna çevirdiler" diyen İYİ Parti, AB'yi de karşısına almadan ilerliyor.
İttifakın Cumhurbaşkanı adayı Kemal Kılıçdaroğlu İYİ Parti'nin söylemlerinden bir ton aşağıda. O da geri göndermeden bahsediyor ama bunun ırkçılık yapmadan olacağını söylüyor. Bunun nasıl olacağı şimdilik muamma.
Madalyonun diğer yüzünde, sorunun çözümü konusunda en gerçekçi öneriler ise Emek Özgürlük İttifakı bileşeni Emek Partisi'nden geliyor. Kitlesel göçün ilk gününden beri mültecilerle birlikte örgütlenmeye gayret gösteren EMEP, seçim bildirgesinde "Suriyelileri ne yapmalı" diye sormak yerine şöyle diyor:
"İnsanlığa karşı suç işleyenler hariç Türkiye'ye sığınanlara mültecilik statüsü tanınmalıdır. Mülteci işçilere "işveren rızası" şartı olmadan çalışma izni verilmelidir. Mülteci ve göçmen işçilere sendikalara üye olma hakkı tanınmalıdır. Depremzede mültecilere karşı yapılan ayrımcılığa son verilmeli, yapılan yardımlardan eşit biçimde yararlanmaları sağlanmalıdır. Türkiye'yi AB'nin göçmen deposu haline getiren "Geri Kabul Anlaşması" iptal edilmelidir. Dönmek isteyen mülteciler için bölgede barış ortamı sağlanmalı, kalanlara eşit yurttaşlık için gerekli altyapı oluşturulmalıdır."
Seçimler gelip geçecek. Ama Türkiye'deki Suriyeli mülteciler artık hayatımızın bir gerçeği olmaya devam edecek. Zorla geri yollama da çözüm değil, hamasi nutuklar da. Savaşın ilk günlerinde ailesiyle birlikte gelen çocuklar ilkokulu bitirdi. Çocuk yaşta Türkiye'ye gelenler anadillerini bile unuttu. Zaman akıyor, mültecilerin arafta bekleyişi sürüyor…
Yıldız Tar kimdir?
Sıfatsız gazeteci, Boğaziçi terk, Cranberries hayranı, fantastik roman müptelası. 2013 yılında gazeteciliğe başladı. Etkin Haber Ajansı'nda editör, Özgür Radyo'da program yapımcısı ve sunucusu olarak çalıştıktan sonra 2014'ten beri LGBTİ+ internet gazetesi KaosGL.org'ta sırasıyla muhabir, editör ve yayın yönetmeni olarak çalıştı. Halen bu görevi sürdürüyor.
Sol, sosyalist siyasi partilerle LGBTİ+ hakları üzerine röportajları "Yoldaş Ben İbneyim" başlığıyla, trans kadınlarla röportajları "Dönmelere Doyamadık" ve Türkiye'deki LGBTİ+ hareketinin tarihine ilişkin sözlü tarih çalışması "Patikalar: Resmî Tarihe Çentik" ismiyle kitaplaştı.
Kaos GL Derneği'nin senelik medya izleme raporunu kaleme alıyor. Çeşitli gazete, dergi, kitap ve dijital mecralarda LGBTİ+ hakları, hafıza çalışmaları, edebiyat, nefret söylemi ve medya okur yazarlığı üzerine yazıları yayımlanıyor.
T24'te "İnsan Manzaraları" başlıklı portre röportajlar yapıyor.
|