İstanbul Tiyatro Festivali İKSV’nin çatısı altında 1990’larda ilk başladığında her yıl düzenlenirdi. (Tarihçeye göre aslında ilki 1989 yılında gerçekleştirildi.) Sonra, uzunca bir dönem iki yılda bir yapıldı, uluslararası çok özel yapımlara ulaşabilmek ve yerli sıra dışı, nitelikli, özel işleri izleyebilmek için iki yıl beklememiz gerekirdi. Yıllar boyu ne ufukları açmış ne çok genç tiyatro heveslisine ilham olmuş sayısız efsane oyunu/oyuncuyu İstanbul seyircisiyle buluşturan değerli festivalimiz bir süredir neyse ki yine her yıl yapılıyor ve 2022’den beri yeni bir yaklaşım belirledi. Artık her yıl programın küratörlüğünü tiyatroya verdiği hizmetlerle kendini kanıtlamış bir tiyatro insanı yapıyor. Bu yıl 22 Ekim-19 Kasım tarihleri arasında düzenlenecek 28. Uluslararası İstanbul Tiyatro Festivali’nin küratörü, son derece yaratıcı, bol ödüllü, dünya standartlarında yapımları ve üretkenliğiyle tiyatromuzun gururu Mehmet Birkiye. Tabii Birkiye’nin birikimi ve yetkinliği programa son derece yansımış. Uzun zamandır bana en heyecan veren tiyatro festivali programı diyebilirim. Beşi yabancı, 14’ü yerli toplam 19 yapımın neredeyse her biri çok özenle seçilmiş, ilginç, merak uyandırıcı. Mümkün olsa hepsini izleyeyim/izleyelim derim ama tabii ayakları yere basmak ve bir seçim yapmak lazım. Yabancılardan başlayalım, onlarda gerçekten hiç boş yok ve hepsi özel ilgiyi hak ediyor.
Mehmet Birkiye
FARUK EKİCİ'NİN SÖYLEŞİSİ | 28. İstanbul Tiyatro Festivali küratörü Prof. Dr. Mehmet Birkiye: Herkese sanatçı diyebilirsiniz, bir beis yok; insan beyni namussuzun tekidir, her şeyi düşünebilir
Yabancı konuk ülkeler Almanya, Fransa, Japonya, Sırbistan ve Romanya ve seçkide sıra dışı Shakespeare yorumlamaları öne çıkmış. Beş yabancı oyundan üçü Shakespeare’in en çok sahnelenen oyunları… Öncelikle çağdaş tiyatronun ve festival seyircisinin “star” yönetmeni Ostermeier’le bir kez daha buluşacağımızın müjdesini verelim. Klasiklere getirdiği çağdaş ve sıra dışı yorumlarına bayıldığımız Ostermeier, daha önce Nora Bir Bebek Evi, Hamlet ve Bir Halk Düşmanı rejileriyle büyülemişti. Bu yıl topluluğu Schaubühne Berlin ve Shakespeare’in III. Richard’ıyla seyirci karşısına çıkacak. III. Richard’ı 10 yıl önceki efsane Hamlet performansı bazılarımızın hala aklında olan Lars Eidinger’in canlandırıyor olması muhteşem. “Kötülüğün var olduğunu kabul etmek zorundasınız” diyor Ostermeier bir röportajında “Bence şunu sormalıyız: Eğer içinde yaşadığı dünya ona hazır olmasaydı, Richard var olabilir miydi?” Shakespeare’in ilk eserlerinden olan III. Richard oyununun baş kahramanı grotesk görüntüsü, hırsı, azmi ve ahlaksızlığından aldığı keyifle tiyatro tarihinin en kötü ama izlemesi en zevkli karakterlerinden. İlk kez 1500’lerin sonunda sahnelenen oyunda çirkin, kambur ve sakat Richard Gül Savaşları’ında kardeşi Edward’a cinayetlerle iyi hizmet etmiş, savaş zaferle bitmiş ve Edward kral olmuştur. Fakat Richard huzur bulamamıştır, tek amacı kendinden üstün hiç kimse kalmayana dek herkesi birbirine düşürüp kan dökerek taht yolunda ilerlemektir. Tabii kötülüğünün ve bitmez nefretinin kökeninde kendisinden nefret etmesi yatar. Ostermeier’in rejisinin baştan çıkarıcı, rahatsız edici, düşündürücü ve bu korkunç karaktere karşı bile merhamet uyandırıcı bir derinlikte ve de şahane olacağını ön görmek hiç de zor değil.
III. Richard oyunundan bir kare
Shakespeare’in bir diğer süperstar oyununu, Macbeth’i usta Shakespeare yönetmeni Sırp Nikita Milivojevic’in yorumuyla izleyeceğiz. Yönetmenin 30 yılı aşan kariyeri boyunca ülkesinde almadığı ödül neredeyse kalmamış, V. Henry’i Shakespeare’in tiyatrosu Globe’da yönetmiş… Özgün ve estetik olduğu kadar kışkırtıcı yorumlarıyla tanınıyor. Sırbistan Shakespeare Festivali için sahnelediği Macbeth’i hem zamansız hem de çağdaş gerçeküstü bir dünyada incelikle işlemiş. Temamız yine iktidar hırsı ve güç uğruna insanlıktan çıkıp ruhun karanlıklarında boğulma. Yönetmen çok titiz bir dramaturji çalışmasıyla eseri önce parçalarına ayırıp sonra farklı bir biçimde birleştirirken metinde gizli kalmış, ima edilen ya da söylenmemiş şeyleri harekete geçirmeyi amaç edinmiş. Macbeth’te rüya öğesi çok önemlidir. Cadıların kehaneti bildirmesinden itibaren Macbeth için gerçeklik bir kabusa dönüşür. Yönetmen bu gerçeklik/gerçekdışılık kavramıyla oynamış, gerçekle hayalin, kurguyla gerçeğin karıştığı, Macbeth’in iç dünyasına odaklandığı, seyircinin sezgilerine hitap eden bir reji yapmış. Kabare, pandomim ve gölge tiyatrosu öğelerini de kullanarak tam bir rüya dünyası yarattığından bahsediyor eleştirmenler. Ostermeier çok iyi ama daha önce üç rejisini izledik, tarzına aşağı yukarı vakıfız, Milivojevic’in dünyasını doğrusu çok merak ediyorum.
Macbeth oyunundan bir sahne
Gelelim üçüncü ama en megastar Shakespeare kahramanı Hamlet’e… O hırslarıyla dünyayı yıkan diğer iki kahramanın tam tersi; yapamayan, olamayan, karar alamayan, varoluşuna bir anlam bulamayan, “tutunamayan”, depresif ve trajik prensimiz. Hamlet’i 20 yıl aradan sonra tekrar İstanbul festival seyircisiyle buluşacak olan meşhur İrlandalı/İngiliz yönetmen Declan Donnellan yönetiyor, topluluk ise sadece Romanya’nın değil dünyanın önde gelen tiyatro topluluklarından Marin Sorescu Ulusal Tiyatrosu. Berliner Ensemble ve Royal Shakespeare Kumpanyası’yla kıyaslanan 165 yıllık bir kurum. Donnellan’ın eserde yaptığı en enteresan şeylerden biri, Horatio’yu yani anlatıcıyı tamamen çıkarmak olmuş. Hamlet bazen kendisi anlatıyor hikayesini, bazen de minimalist bir dekorda podyumun iki tarafına yerleştirilmiş seyirci anlatıcının yerini alıyor. Yönetmen tasarımları minimal tutup karakterlere odaklanmış. Oyunu da incelikli bir çalışmayla iki saate indirmiş. Hamlet’i canlandıran Vlad Udrescu’nun olağanüstü bir performans sergilediği belirtiliyor eleştirmenlerce. Bu da kaçmaz.
Hamlet oyunundan bir kare
Bu yılki tiyatro festivalinin belki de en şahane sürprizi dünyanın en köklü ve önemli kurumlarından Comédie Française’i ilk kez Türkiye’de izleyecek olmamız. Topluluk, yine dünyanın en önemli tiyatro festivallerinden Avignon Festivali’nin direktörü Tiego Rodrigues’in yönettiği “Hekabe, Hekabe Değil” oyunuyla İstanbul’da. Yönetmenin kendi yazdığı ve Comédie Française’le ilk iş birliği olan yapım, Euripides’in oyunu, Truva Savaşı'nda her şeyini kaybeden kraliçe Hekabe’yle günümüzde Hekabe’yi canlandıran bir oyuncunun iç içe geçen hikayesini anlatıyor. Yönetmen aslında bu yaklaşımıyla kadınlığa dair meselelerin zamansızlığına vurgu yapıyor bir anlamda. Truvalı Hekabe emanet ettiği küçük oğlunu öldüren Trakya kralından intikam almaya çalışırken bahtsız kraliçeyi canlandıran Nadia provalar esnasında otizmli çocuğunun kaldığı kurumda kötü muameleye maruz kaldığını öğreniyor. Kurguyla gerçek, zamanlar arası bir adalet arayışı çerçevesinde bir araya geliyor. Hekabe, Hekabe değil aynı zamanda bu yaz Avignon’da prömiyerini gerçekleştiren, topluluğun en yeni oyunu. Daha ne olsun!
Hekabe, Hekabe Değil oyunundan bir sahne
Festivalin son yabancı konuğu da farklı ve esaslı: Japon Butoh dansının büyük ustası, bu yıl yaşamını yitiren Ushio Amagatsu’nun topluluğu Sankai Juku’nun koreografisi ve tasarımı Amagatsu’ya ait Utsushi eseriyle festivalde. Butoh, 1950’lerin sonunda batının dans tekniklerine bir meydan okuma sonucu doğmuş bir dans biçimi. Hiroşima sonrası kuşağın ön yargılarının önüne geçerek çağdaş Japon dansına radikal bir yaklaşım getiriyor. Yaratıcıları absürt, karanlık, tabu konulara eğilip ve Japonlara özgü yavaş, aşırı kontrollü hareket tarzını benimsemişler. Butoh bedenlerinin tamamı beyaza boyanmış, saçları kazınmış erkekler tarafından icra ediliyor. Butoh dansçıları bir “hiper-mevcudiyet” ve farkındalık içinde karşı cinse, bir ağaca, bir hayvana hatta tahtaya, taşa cama kadar her şeye dönüşebilme becerisinin peşindeler. Utsushi ise topluluğun yeni kaybettiği ustalarının 45 yıllık üretiminin özüne inen bir retrospektif. Uluslararası festivallerden gelen yoğun istek üzerine ustanın en sevilen koreografilerinden derlenmiş. Rüzgârda uçan kumların bile koreografinin bir parçasını oluşturduğu eserde, Japon felsefesine uygun bir biçimde her şey birbiriyle ilişki içinde. Bu da kesinlikle kaçmaz!
Utsushi eserinden bir kare
28. Uluslararası İstanbul Tiyatro Festivali’nin 5 yabancı konuğu da birbirinden özgün, değerli ve ilginç. Hepsi izlenebilse gerçek bir şölen olur, sadece biri bile izlense uzun süre akıllarda kalır.
Bu eserler bu kadar ayrıntılı bir yazıyı kesinlikle hak ediyordu. Yerli yapımlardan ilginç olanlar da gelecek yazıya kalsın.
Zeynep Aksoy kimdir?
Zeynep Aksoy İstanbul’da doğdu. Sankt Georg Avusturya Lisesi’nden sonra ABD’de University of Rochester ve Eastman School of Music’te müzik ana dal, sahne sanatları ve sanat tarihi yan dallarında lisans eğitimini tamamladı.
ABD’nin en prestijli üniversitelerinden Brown University’de tiyatro çalışmaları alanında yüksek lisans yaptı. Bir süre New York’ta çeşitli tiyatro ve film şirketlerinde çalıştıktan sonra Türkiye’ye dönüp Radikal İki ve Milliyet Sanat’ta sahne sanatları eleştirileri yazmaya başladı.
20 yıla yakın eleştirmenlik kariyerinde basılı neredeyse her medyada yazıları yayımlandı. “Denizkızı” adlı romanı 2003’te yayınlandı.
T24’teki Haftalık yazıları dışında Milliyet Sanat’ta opera bale yazıları, #tarih dergisinde sinema ve dizi yazıları yayınlanıyor.
Bu aralar bir oyun, bir film ve bir dizi senaryosu üzerine çalışıyor. Boş zamanlarında geziyor, çiziyor ve müzikle uğraşıyor. İki köpek üç kedi annesi…
|