22 Kasım 2024

III. Richard: Bir kral olsam, zulmedip dursam

Ostermeier’in III. Richard’ı, dünyanın birbirinden çılgın adamlar tarafından yönetildiği/yönetileceği günümüz politik karanlığına çok güzel bir ayna tutuyor

III. Richard oyunundan bir kare

Adam kambur ve kötürüm, fakat kral soyuna doğmuş. Adam kambur ve kötürüm olduğu için hayat boyu krallığı elde edemeyeceğini düşünerek kendinden ve kendinden şanslı olanlarda nefret etmiş. O kadar güçsüz ki, sonsuz güce ihtiyacı var. Ve bu gücü elde etmeye dair korkunç planları… Adam, III. Richard, dönem Orta Çağ, mekân İngiltere…

İstanbul Tiyatro Festivali’nin son oyunu, Berliner Schaubühne’de sekiz yıldır neredeyse kapalı gişe oynayan, Shakespeare’in erken oyunlarından III. Richard’ın efsane Alman yönetmen Ostermeier yorumuydu. Sahnede Elizabeth dönemi tiyatrosunu, Shakespeare’in Globe’unu birebir çağrıştıran bir dekor vardı; yarım ay sahne, metal aksamlı balkonlar, kapı yerine geçen bir halı. (Sahne Tasarımı: Jan Pappelbaum) Ayrıca oyun boyunca sık sık kullanılan bir davul seti ve davulcu… Ve tepeden sallanarak sahneye inen bir kablonun ucuna takılı mikrofonla kamera… Bunlar, daha oyun başlamadan, Ostermeier’in tarzı olduğu üzere, yine oyunun geçtiği dönemle modern unsurları bir arada kullanacağının işaretini verdi. Arkadan, salona girilen kapıdan bir gırtlak temizleme sesi geldi sonra, gürültüler ve kahkahalar… III. Richard (Lars Eidinger) ve ailesi ellerinde kadehler, konfetiler ve pırıltılar eşliğinde seyircilerin arasından partilerine devam etmek üzere sahneye çıktıklarında, daha bu ilk dakikalarda, çok iyi bir şey izleyeceğimiz belli oldu.

III. Richard oyunundan bir sahne

York hanedanı “Güllerin Savaşı”nda Lanchester’ları yenmiş olmalarını kaba ve gürültülü bir biçimde kutlarken Richard/Lars ayrık otu gibi etraflarında dolaşıyor ve kutlamaya pek katılmıyordu. Sonunda tepeden sallanan mikrofonu eline alıp elektronik altyapının üzerinde çalan davul eşliğinde oyunu başlatan meşhur cümleyi haykırdı: “Şimdi hoşnutsuzluğumuzun kışı, York’un bu güneşiyle görkemli bir yaza dönüşüyor…” Ve arasız 2.5 saat hiç sıkmadan izleten müthiş şov, işte asıl o zaman başladı.

Shakespeare’in erken dönem oyunlarından, bazen tarihler bazen de trajediler kategorisinde değerlendirilen III. Richard, sakat, hırslı ve zalim Richard’ın, York hanedanının iç savaştan galip çıktığı barış döneminde türlü çeşit entrika, cinayet, manipülasyon ve kötülükle tahtı ele geçirmesini ama öte yandan kendi sonunu hazırlamasını konu eder. Ostermeier’in rejisinde, oyunu başlatan partinin parıltılı konfetileri çamurumsu zemine yapışıp oyun boyunca oraya dökülen kan ve yemek artıklarıyla birleşerek adeta şaşaanın, gücün ve zenginliğin insan hırsı yoluyla kirletilmesini temsil ediyor. İnsan olmaya dair bütün kötülük, pislik ve musibetin hiç çekinilmeden seyirciye sunulduğu çiğ, kaba, çıplak ve müthiş bir prodüksiyon bu.

III. Richard oyunundan bir sahne

Ostermeier III. Richard’ı bir rockstar, bir stand-upçı, manipülatif bir sosyopat, kendi kötülüğünün aşırı farkındalığı onu ürkütücüden çok gülünç yapıyor. Lars Eidinger, büründüğü bu aşırı narsisist karakterin her anının tadını çıkarıyor ve seyirciye de çıkarttırıyor. Fakat, yaşlı kraliçe Margaret rolünde Eidinger’den 2.5 saatlik “solo” şovunun yaklaşık beş dakikasını çok net çalan şahane Robert Beyer dışındaki diğer oyuncular, özellikle de kadınlar (kraliçe Elizabeth ve kraliçe Anne) kulede tutulup sonra öldürülen çocuk prensler yerine geçen kuklalar gibi oldukça pasif, sanki bırakmışlar Lars parlasın… Ölüme gönderilenler kendi ölümlerine adeta kayıtsız…

Oyun elbette tamamen III. Richard’ın üzerine kurulu ama yine de onun bu kadar parlayıp diğerlerinin bu derece gölgede kalması kaçınılmaz olarak biraz dengesizlik yaratıyor. Fakat oyunculuklardaki bu dengesizliği, zalim kralın gittikçe yalnızlaşmasını sembolize eder gibi, kalabalık başlayıp gitgide ufalan ve en sondaki savaş sahnesinde Richard’ı öldürdüklerinin hayaletleri ve kendi kafasının içindeki çürümüşlükle baş başa bırakan şahane dramaturji (Florian Borchmeyer), yönetmenin müthiş sahne ritmi, bu karanlık ortama çok yakışan vulgar müzik (Nils Ostendorf), siyah-beyaz hakimiyetindeki olağanüstü şık kostüm tasarımı (Florence von Gerkan) ve tabii 2.5 saat boyunca herkesi kendine hayran bırakan şov yıldızı Lars Eidinger’in üstün performansı fazlasıyla telafi ediyor.

III. Richard oyunundan bir kare

Ostermeier’in yöntemi, yani bir yıldız oyuncuya odaklanmak ve klasik eserleri metinde çok büyük değişiklikler yapmadan, herhangi bir döneme birebir oturtma derdine de düşmeden eklektik bir karışımla sahneye koymak, bir kez daha iyi işleyen bir yöntem olduğunu kanıtlıyor. Ve elbette, dünyanın birbirinden çılgın adamlar tarafından yönetildiği/yönetileceği günümüz politik karanlığına çok güzel bir ayna tutuyor Ostermeier’in III. Richard’ı.

Bu oyunla kapanmak suretiyle tiyatro festivali de Ostermeier ve Lars Eidinger usulü, “şov yaparak” bitmiş oldu. Mehmet Birkiye’nin küratörlüğünde, oldukça iyi seçimlerden oluşan, dolu dolu, heyecan veren bir festivaldi. Bakalım gelecek yıl nasıl bir programla karşılaşacağız…

Zeynep Aksoy kimdir?

Zeynep Aksoy İstanbul’da doğdu. Sankt Georg Avusturya Lisesi’nden sonra ABD’de University of Rochester ve Eastman School of Music’te müzik ana dal, sahne sanatları ve sanat tarihi yan dallarında lisans eğitimini tamamladı.

ABD’nin en prestijli üniversitelerinden Brown University’de tiyatro çalışmaları alanında yüksek lisans yaptı. Bir süre New York’ta çeşitli tiyatro ve film şirketlerinde çalıştıktan sonra Türkiye’ye dönüp Radikal İki ve Milliyet Sanat’ta sahne sanatları eleştirileri yazmaya başladı.

20 yıla yakın eleştirmenlik kariyerinde basılı neredeyse her medyada yazıları yayımlandı. “Denizkızı” adlı romanı 2003’te yayınlandı.

T24’teki Haftalık yazıları dışında Milliyet Sanat’ta opera bale yazıları, #tarih dergisinde sinema ve dizi yazıları yayınlanıyor.

Bu aralar bir oyun, bir film ve bir dizi senaryosu üzerine çalışıyor. Boş zamanlarında geziyor, çiziyor ve müzikle uğraşıyor. İki köpek üç kedi annesi…

 

Yazarın Diğer Yazıları

Çık aklımdan korkunç Macbeth, çık diyorum sana!

“Spot ışığının altında bir rüya” göremedim ben. Bu “çağdaş” yorum yerine Shakespeare’in 17. yüzyıldaki orijinal sahnelemelerine süper sadık kalan, tahta kılıçlı, kadife kostümlü, tozlu ve sıkıcı bir Macbeth’i kesinlikle tercih ederdim

“Zarif ve kırılgan”: Fransa’dan bir oyun, bir sergi ve bir konser

Oğlu için adalet arayışında devlet kurumlarını karşısına alan Nadia’nın asil ve zarif kırılganlığı, Fauré’nin geç romantik şarkılarının tül gibi uçuşan notalarında ve sözlerindeki zarif kırılganlık ve Vial’in portrelerinde, kendimizden çok uzak ve büyük gördüğümüz Hollywood ünlülerinin yeni uyanmış sıradan insanlara yakınlaşan, seçilen kareler ve mizansenler itibarıyla yine çok zarif ve kırılgan portreleri…

Karanlığın dansı butoh: Derin anlaşmazlık içinde nasıl seçkinleşti?

Dansçıların toz içindeki beyazlığı ve müzik sık sık Hiroşima ve Nagazaki’yi hatırlatmasa estetik ama duygulardan arındırılmış bile diyebilirim. Oysaki “karanlığın dansı” diye tanımlıyor kendini...

"
"