06 Aralık 2024

Kadın özgürlüğüne adanmış çok özgün bir komedi

Mukadderat; bir yandan yalnız bizde değil, tüm dünyada da var olan aile kurumunun miras denen olayla boğuşmasını ele alır. Öte yandan bu yaşlanmayı kabul etmeyen bir kadının portresidir

MUKADDERAT        

X  X  X  1/2

Yönetmen: Nadim Güç
Senaryo: Erdi Işık, Senem Birlik, Karden Kasaplar
Görüntü: Barış Işık
Müzik: Güldiyar Tanrıdağı
Oyuncular: Nur Sürer, Aslıhan Gürbüz, Osman Sonant, Şerif Erol, Osman Aklaş, Vem Zeynel Kılıç, Şirin Sultan Saldmamlı, Sacide Taşaner, Deniz Özerman, Necmettin Çobanoğlu, Kenan Demirok

Soros Film, 2024

İşte büyük bir hızla çoğalan yerli yapımlardan biri daha... İlk haftasında kaçırdım; ama sonra uyandırdığı yankılar sayesinde gidip gördüm. Kuşkusuz son derece kendine özgü ve farklı bir film. Keşke o sulu komediler, eskimiş aşk hikayeleri veya- en kötüsü- Türk usulü korku filmleriyle uğraşanlar da bu tarz filmler yaratmaya sıvansalar!..

Hikâye, Karadeniz’in bir sahil kasabası olan Cide’de geçiyor. Ve tümü orada çekilmiş. Hemen söyleyeyim: Bu doğal dekoru kullanması harika... Yalnız denizi, yeşili, ormanlarıyla değil, çarşısı, meydanları, sokakları; gündelik hayatı içindeki hareketliliğiyle yakalanmış her şey... Hemen görüntünün başındaki Barış Işık’ı kutlayalım...

Hikâye bir ölümle açılıyor. Ana kahramanımız Sultan uzun süren bir hastalıktan sonra eşini kaybediyor. Oğlu Nevzat, kızı Reyhan, onların eşleri ve çocukları (yani Sultan’ın torunları) olayı üzüntüyle karşılıyor, normal formaliteleri yerine getiriyorlar. Elbette bunların arasında babanın vasiyeti de vardır. Mirasın paylaşılması açısından... Ama ilk faktörün belli bir matem süresi olması da gerekir.

Ama Sultan için öyle değildir. O yalnızlığa dayanamaz; erkeksiz yaşayamaz. Açıkça söyler: “Ben mutlaka evlenmek istiyorum” diyerek... Ve yeniden bir koca aramaya girişir!.. Bir kasabada, hele hele Laz kültürünün egemen olduğu bir çevrede, o kendi başına davranıp erkek peşinde koşmaktan çekinmez. Örneğin eski göz ağrısı olan bakkala gidip evlenme teklif eder. Resmen!.. Olmayınca, başka erkeklerin peşine düşer. Ve böylece bu aykırı filmin gerçek yapısı ortaya çıkar: Bu bir komedidir. Ve ana teması da kadının başına buyrukluğu ve özgürlüğüdür.

Ama Sultan yorulmak bilmez. Erkek bulamasa bile o kendi başına çare arar. Bahçesinde yetiştirdiği meyve-sebzeyle çarşıda bir tezgâh açar. Yanı başındaki eril zihniyetli erkeklerle tartışarak... Üç katlı evinin üst katını pansiyona çevirir. Böylece pazarcılık ve pansiyonculuk ona tam bir özgürlük getirir. Oysa aynı günlerde iki çocuğu miras kavgası yüzünden birbirlerine girmekle uğraşmaktadırlar. Ne ayıp!..

Film bir yandan yalnız bizde değil, tüm dünyada da var olan aile kurumunun miras denen olayla boğuşmasını ele alır. Öte yandan bu yaşlanmayı kabul etmeyen bir kadının portresidir. Bu açıdan, günümüzün tüm dünyada, ama en çok bizde hâkim olan kadın ve onun özgürlüğü temasına yeni ve yürekli bir bakış getirir. Bir yerde ‘adam olmak’ deyimiyle dalga geçilir: “Niye kadın olmak denmiyor?” diyerek... Bu arada kimi unutulmaz sahneleri de yönetmen adına analım. Örneğin camiin önündeki kavga... Veya tüm meydan ve satış sahneleri... Ve film sonunda perdede gözüken “Tüm emekçi kadınlara ithaf edilmiştir” cümlesiyle sona erer.  

Son Antalya festivalinde büyük ödül alan, ayrıca İzmir ve Boğaziçi’nde de ödül kazanan film, bizde de hayli beğenildi. Uğur Vardan’dan T24’ün ‘konuk yazarı’ Ertuğrul Özkök’e bol övgüler alarak...

Yönetmen Nadim Güç 1983 Malatya doğumlu. Kısa filmler ve TV dizileri yönetmiş. Bu onun ilk uzun filmi. Ve övgüyü hak ediyor. Filmin Güldiyar Tanrıdağı imzalı müziğini de sevdim.

Ve elbette oyuncular. Hepsi iyiydi; ama ben özellikle Nur Sürer üzerinde durmak istiyorum. Öylesine bir oyun veriyor ki, o belalı Sultan rolünde... Tam anlamıyla dört başı mamur... O olmasaydı; o biraz yorgun, ama hala inanılmaz bir enerji içeren yüzünü bu filme bağışlamasaydı... Bu film olmazdı. Onu candan kutluyor ve daha nice başarılar diliyorum.


Not: Sevgili okurlarım. Milliyet-Sanat dergisinin bu son sayısında, Sinemanın Hazineleri köşesindeki geleneksel yazımda The North Star- Kuzey Yıldızı filmini yazdım. 1943 yapımı filmi Lewis Milestone yönetmiş, Anne Baxter, Dana Andrews, Farley Granger, Walter Huston, Eric Von Stroheim, Walter Brennan gibi oyuncuları var. Dikkatinize...

Atilla Dorsay kimdir?

Atilla Dorsay. 1939 İzmir, Karşıyaka'da doğdu. Çocukluğu zor savaş yıllarında geçti. O yıllardan her şeyin karneyle alındığını, radyolardan yayılan savaş haberlerini ve ilk sinema deneyimlerini oluşturan savaş üzerine filmleri hatırlıyor.

10 yaşındayken ailesi sırf onu Galatasaray Lisesinde okutabilmek için İstanbul'la göç etti. Böylece Fransız kültürüyle yetişti.

Güzel Sanatlar Akademisi'nde (şimdiki Mimar Sinan Üniversitesi) mimarlık okudu. Hayatta her koşulda koruduğu estetik bakışını bu temele borçlu olduğunu söyler.

Rehberlik, gazetecilik ve eleştirmenlik yaptı.

1966'da başladığı Cumhuriyet gazetesindeki yazılarını 27 yıl boyunca sürdürdü.

Bu aralıkta Leman Dorsay'la evlendi. İki çocuk ve üç torunu oldu.

Sonraki yıllarda Cumhuriyet'ten kendi isteğiyle ayrıldı. Kısa bir süre için Milliyet'te devam eden ve hâlâ süren dergi yazarlığı yaptı.

Yeni Yüzyıl'da yepyeni bir gazeteyi yaratmanın keyfini yaşadı. Daha sonra Sabah gazetesinde devam etti. Buradan kendi deyimiyle, "ilkesel bir tavırla" ayrıldı: Bir yazısında, (Emek Yoksa Ben De Yokum) okuruna Emek sineması üzerine verdiği bir sözü tutmak için.

Dorsay, 2013'ten beri, "Özgür, serbest, hiçbir konu, yer ve zaman kısıtlamasına tabi olmadan... Ama artık maaşsız!.. Ve çok yakında tam on yılını dolduracak olan..." sözleriyle işaret ettiği T24'te yazıyor.

Dorsay'ın kültür-sanata dair birçok alanda çabaları oldu. İKSV'de çalışıp yıllar boyu İstanbul Sinema Festivali'nin kadrosunda yer aldı. Dünya çapında sayısız ünlüyü basın toplantılarında sundu, söyleşiler yaptı, fotoğraflarını çekti.

TRT'de, hem haftalık müzik programları yaptı, hem de filmler sundu. Özellikle sinemanın 100. yılının kutlandığı 1995 yılı ve sonrasında sayısız klasiği Murat Özer, Alin Taşçıyan, Müjde Işıl gibi genç meslektaşlarıyla birlikte tanıttı.

Sinema Yazarları Derneği'ni (SİYAD) kurdu ve uzun yıllar başkanlığını yürüttü. Ödül gecelerini özenle seçilmiş sunucular ve müzisyenlerle sundu. Yine kendi sözleriyle; "zamanı geldiğinde tüm bu görevleri genç arkadaşlarına bırakmayı da ihmal etmedi".

Dorsay'ın en büyük üretimleri kitapları. 1970'lerden itibaren eleştirisini yazdığı tüm filmleri Türk ve yabancı sinema olarak tasnif ederek pek çok kitapta topladı. Bu kitaplar, son 50 yılın bir dökümü niteliği taşıyor.

Aynı zamanda İstanbul, Beyoğlu, şehircilik; biyografiler (özellikle Türkan Şoray ve Yılmaz Güney), söyleşiler, seyahat notları, hikâye, hatta şiirler de yazdı.

Müzik merakını görkemli bir arşivle birlikte sunduğu bir eser yayımladı. Ne Şurup Şeker Şarkılardı Onlar adıyla yayımlanan bu kitap, 20. yüzyıl pop-müzik tarihini anlatıyor.

Tartışmalar, Polemikler, Kavgalar adı kitabı Eylül 2022'de yayımlandı.

Kitaplarının sayısı şimdilerde 60'ı aştı, ama daha sayısız projesi var. T24 Yazıları -Pandemi Günlerine Doğru: Sanat ve Siyaset Ekim 2023'te, "Unutulmaz İnsanlarımızla Konuşmalar" ve "Benim Sevgili ‘6 Silahşörler’im" 2024'te okurla buluştu. Ardından daha birçoğu da gelecek. Kendisinin dediği gibi "Allah kısmet ederse!.."

 

Yazarın Diğer Yazıları

Canlandırma sinemasına Disney el atarsa ne olur?

'Mufasa Aslan Kral' filminde; canlandırma hayvanların yüzlerinde, insan yüzlerinde görmeye alıştığımız tüm o ifade zenginliği vardır. İşte bu belki de o eskimeyen Disney damgasıdır ve filmin değerini bu yapar

Gizemli bir ‘sanat filmi’: Sevsek mi sevmesek mi?

"On Saniye" filmi sadece iki kadının bitmeyen diyalogları üzerine kuruludur. Bir sanat filmi için bile tam bir handikap! Kendi adıma şunu söyleyebilirim: Bunca lafı etmem bile, filme özel nitelikler kazandırmıyor mu?

Aksiyon sinemasında çekici ve modern bir zirve

'Avcı Kraven'de pek uyum sağlamayan, karmaşık ve biraz zıt motifler olduğunu biliyorum. Ama belki bu filmin gücünü oluşturan asıl öge. Bunca tema içinde böylesine çekici bir filme ulaşmak... Kolay olabilir mi?

"
"