26 Eylül 2024

Paris’te aşk, seks ve romans

Sürekli konuşmalar normalle kitabi olmak arasında gidip geliyor. Arada biraz canlanıyor. Evet, burası Fransa’dır, yani “L’amour, cest toujours l’amour” diyen; metres ya da ‘amant’ (yasal olmayan aşık) gibi terimleri icat etmiş ülke...

BİR GECE

X X

(Strangers By Night)

Yönetmen: Alex Lutz
Senaryo: Alex Lutz, Karin Viard, Hadrien Bichet
Görüntü: Eponine Momenceau
Müzik: Vincent Blanchard
Oyuncular: Karin Viard, Alex Lutz, Jerome Pouly, Noemie De Lattre, Kenza Fortas, Nicole Kalfan

Fransız filmi, 2024

İşte bu haftanın iddialı filmlerinden biri. Ama iddiası ölçüsünde başarılı olduğunu söylemek mümkün değil.

Belki en ilginç yanı tam anlamıyla bir ekip çalışması olması. Öyle bir ekip ki sanki birbirlerine iyice kilitlenmiş; filmin yönetimden senaryoya, oradan oyunculuğa tüm çabasını yüklenmiş. Ama dediğim gibi bunun tam bir sükse olduğunu söylemek kolay değil.

Öncelikle bu bir Paris filmi. Adının İngilizce olduğuna bakmayın: Dilinden içerdiği romans duygusuna, oradan Fransız usulü cinsellik ve seks kullanımına... Paris metrosunda açılan film orada tanışan bir çiftin kavgasıyla başlıyor. Sonra istasyonun koridorlarında iki yabancı alel-acele seks yapıyorlar: Bir telefon kulübesinin içinde... Evet, bu film bitmez bir cinsellik içeriyor. Bunu sevenlere ne mutlu!..

Böylece erkek kahraman Aymeric’i iyice tanırız. İnanılmaz bir konuşma yeteneği olan –zaten bu son dönemde gördüğüm en geveze film!- ve bunu özellikle kadınlar üzerinde kullanan seksi bir genç adam...Yazar ve editör. Ve ilk baştaki acele sekslerden sonra tanıştığı, hepsinden daha yaşlı Nathalie’ye tutuluyor. Kadın öylesine yetenekli ki... Amatör tiyatrocu; Beckett, İonesco, Marivaux oynamış. Ve bir bölümde sürpriz olarak itildiği sahnede ünlü bir oyundan uzun bir tiradı öylesine iyi okuyor ki... Marifetleri yaşını örtüyor, saklıyor sanki...

Strangers By Night filminden bir sahne

Aslında sürekli ve bol yakın planlarla, sinema açısından çok donuk biçimde anlatılmış bu film... Sürekli konuşmalar normalle kitabi olmak arasında gidip geliyor. Arada biraz canlanıyor: Örneğin bir partiye gidiyorlar: Girmek için gerekli olan code- şifreyi bilmedikleri halde... İkisi de vaktiyle evlenmiş, ikisi de ikişer kız sahibi olan çiftimiz, inanılmaz tuhaflıkta diyaloglar da yapıyorlar. Örneğin birbirlerini koklayıp ikisinin de çok kötü koktuğunu söyleyerek!.. Bir brasserie veya cafe’de buluşarak... Evet, burası Fransa’dır, yani “L’amour, cest toujours l’amour” diyen; metres ya da ‘amant’ (yasal olmayan aşık) gibi terimleri icat etmiş ülke... Ve bir gece Aymeric kadına bir at hediye ediyor.

Film ayrıca figüran azlığıyla dikkat çekiyor. Örneğin lokantalardaki boşluk seyirciyi şaşırtıyor. Kadınlardan söz ederken, bir ara Sophia Loren anılıyor: Onun gibisi yoktu türünden bir iltifatla... Ama tüm bunlar filmi kurtaramıyor ve gerçekten çekici hale getiremiyor.


Bir not: Filmi Özdilek sinemalarında izledik: 4 numaralı salonda... Ve hayli karanlık bir projeksiyonla... Bu da belki alabileceğimiz zevki çok azalttı. Çıkışta bunu olay yapıp şikâyet ettim. Bilmiyorum bunun etkisiyle mi; ama hemen sonrasındaki Megalopolis filmini orada değil, 3 numaralı salonda oynattılar. Harika bir projeksiyonla... Böylece filmin tadını çıkarabildik. Filmciler bundan sonra dikkatli olsunlar lütfen...

Yarın: MEGALOPOLİS

Atilla Dorsay kimdir?

Atilla Dorsay. 1939 İzmir, Karşıyaka'da doğdu. Çocukluğu zor savaş yıllarında geçti. O yıllardan her şeyin karneyle alındığını, radyolardan yayılan savaş haberlerini ve ilk sinema deneyimlerini oluşturan savaş üzerine filmleri hatırlıyor.

10 yaşındayken ailesi sırf onu Galatasaray Lisesinde okutabilmek için İstanbul'la göç etti. Böylece Fransız kültürüyle yetişti.

Güzel Sanatlar Akademisi'nde (şimdiki Mimar Sinan Üniversitesi) mimarlık okudu. Hayatta her koşulda koruduğu estetik bakışını bu temele borçlu olduğunu söyler.

Rehberlik, gazetecilik ve eleştirmenlik yaptı.

1966'da başladığı Cumhuriyet gazetesindeki yazılarını 27 yıl boyunca sürdürdü.

Bu aralıkta Leman Dorsay'la evlendi. İki çocuk ve üç torunu oldu.

Sonraki yıllarda Cumhuriyet'ten kendi isteğiyle ayrıldı. Kısa bir süre için Milliyet'te devam eden ve hâlâ süren dergi yazarlığı yaptı.

Yeni Yüzyıl'da yepyeni bir gazeteyi yaratmanın keyfini yaşadı. Daha sonra Sabah gazetesinde devam etti. Buradan kendi deyimiyle, "ilkesel bir tavırla" ayrıldı: Bir yazısında, (Emek Yoksa Ben De Yokum) okuruna Emek sineması üzerine verdiği bir sözü tutmak için.

Dorsay, 2013'ten beri, "Özgür, serbest, hiçbir konu, yer ve zaman kısıtlamasına tabi olmadan... Ama artık maaşsız!.. Ve çok yakında tam on yılını dolduracak olan..." sözleriyle işaret ettiği T24'te yazıyor.

Dorsay'ın kültür-sanata dair birçok alanda çabaları oldu. İKSV'de çalışıp yıllar boyu İstanbul Sinema Festivali'nin kadrosunda yer aldı. Dünya çapında sayısız ünlüyü basın toplantılarında sundu, söyleşiler yaptı, fotoğraflarını çekti.

TRT'de, hem haftalık müzik programları yaptı, hem de filmler sundu. Özellikle sinemanın 100. yılının kutlandığı 1995 yılı ve sonrasında sayısız klasiği Murat Özer, Alin Taşçıyan, Müjde Işıl gibi genç meslektaşlarıyla birlikte tanıttı.

Sinema Yazarları Derneği'ni (SİYAD) kurdu ve uzun yıllar başkanlığını yürüttü. Ödül gecelerini özenle seçilmiş sunucular ve müzisyenlerle sundu. Yine kendi sözleriyle; "zamanı geldiğinde tüm bu görevleri genç arkadaşlarına bırakmayı da ihmal etmedi".

Dorsay'ın en büyük üretimleri kitapları. 1970'lerden itibaren eleştirisini yazdığı tüm filmleri Türk ve yabancı sinema olarak tasnif ederek pek çok kitapta topladı. Bu kitaplar, son 50 yılın bir dökümü niteliği taşıyor.

Aynı zamanda İstanbul, Beyoğlu, şehircilik; biyografiler (özellikle Türkan Şoray ve Yılmaz Güney), söyleşiler, seyahat notları, hikâye, hatta şiirler de yazdı.

Müzik merakını görkemli bir arşivle birlikte sunduğu bir eser yayımladı. Ne Şurup Şeker Şarkılardı Onlar adıyla yayımlanan bu kitap, 20. yüzyıl pop-müzik tarihini anlatıyor.

Tartışmalar, Polemikler, Kavgalar adı kitabı Eylül 2022'de yayımlandı.

Kitaplarının sayısı şimdilerde 60'ı aştı, ama daha sayısız projesi var. T24 Yazıları -Pandemi Günlerine Doğru: Sanat ve Siyaset Ekim 2023'te, "Unutulmaz İnsanlarımızla Konuşmalar" 2024'te okurla buluştu. Ardından daha birçoğu da gelecek. Kendisinin dediği gibi "Allah kısmet ederse!.."

 

Yazarın Diğer Yazıları

Canlandırma sinemasına Disney el atarsa ne olur?

'Mufasa Aslan Kral' filminde; canlandırma hayvanların yüzlerinde, insan yüzlerinde görmeye alıştığımız tüm o ifade zenginliği vardır. İşte bu belki de o eskimeyen Disney damgasıdır ve filmin değerini bu yapar

Gizemli bir ‘sanat filmi’: Sevsek mi sevmesek mi?

"On Saniye" filmi sadece iki kadının bitmeyen diyalogları üzerine kuruludur. Bir sanat filmi için bile tam bir handikap! Kendi adıma şunu söyleyebilirim: Bunca lafı etmem bile, filme özel nitelikler kazandırmıyor mu?

Aksiyon sinemasında çekici ve modern bir zirve

'Avcı Kraven'de pek uyum sağlamayan, karmaşık ve biraz zıt motifler olduğunu biliyorum. Ama belki bu filmin gücünü oluşturan asıl öge. Bunca tema içinde böylesine çekici bir filme ulaşmak... Kolay olabilir mi?

"
"