16 Kasım 2024

Roma tarihine ‘Güç ve Onur’ sloganı eşliğinde yolculuk

Film, belki çok uzun (148 dakika), çok karmaşık, aşırı dramatik gözüküyor. Ama yine de görmeye değer...  

GLADYATÖR 2       

X  X  X

(Gladiator 2)

Yönetmen: Ridley Scott
Senaryo: David Scarpa, Peter Craig, David Franzoni
Görüntü: John Mathieson
Müzik: Harry Gregson-Williams
Oyuncular: Connie Nielsen, Paul Mescal, Pedro Pascal, Denzel Washington, Joseph Quinn, Derek Jacobi, Fred Hechinger, Rory MacCann, Matt Lucas, Peter Mensah, Yuval Gonen, Alexander Karim, Chi Lewis Parry, Tim Macİnnery

Paramount filmi, 2024

İşte haftanın, hatta son dönemin belki en merakla beklenen filmi. İlk Gladyatör tam 2000 yılında yapılmıştı. Ridley Scott’un yönettiği ve başrolde o zaman çok tanınmayan Russell Crowe’un oynadığı filmi X X X vererek hayli övmüş ve bir yerinde şöyle yazmışım:

“Gladyatör uzun zamandır hasret kaldığımız Roma tarihine gerçekten parlak bir dönüş ve her şeyiyle etkileyici bir ‘spektakl’ filmi.  Ama filmin bu türün Spartaküs, Roma İmparatorluğunun Çöküşü, iki Joseph Mankiewicz filmi Jül Sezar ve Cleopatra, hatta özelikle yarış bölümüyle Ben Hur kadar kalıcı ve sinema sanatı açısından önemli olmadığını düşünüyorum.” (Hayatımızı Değiştiren Filmler, 1995-2005- Remzi Kitabevi)

Gladyatör 2 filminden bir sahne

Tam 24 yıl sonra hikâyenin devamı yine Ridley Scott’un yönetimiyle perdeye yansıyor. M. Ö. 180 yıllarında bilge imparator Marcus Aurelius, çöküşün eşiğine gelmiş antik Roma İmparatorluğunu yeniden canlandırmak ve bunun için büyük general Maximus’u işbaşına getirmek istiyor. Ama yaşlı imparator da yiğit Maximus da öldürülecek ve tarihin yolu değişecektir. Hikâye kaldığı yerden başlıyor ve büyük bir prodüksiyon olarak doğrusu hayli göz kamaştırıcı bir biçimde karşımıza geliyor. Buna rağmen belli kusurlar ve eksiklikler içererek...

Gladyatör 2 filminden bir sahne

Animasyon tadında jeneriklerle açılan filmde önce Roma’nın çevresini görüyoruz. Uzakta, son bağımsız kent Numidya’da savaş başlamıştır; General Acacius’ün komutasındaki kuşatmayla... Yakınlarda köylüler tarlada aşk yapar; bir kadın erkeğini giydirir. Bir zamanların efsane Roma’sı çökmüş, yerini vahşet ve hırs almıştır. Ve esaret tarihte görülmemiş ve görülmeyecek kadar yaygındır: Antik çağın kendine özgü tuhaf gemilerinde kürek çekenler; çağın eğlencesi Arenalar’da gladyatör döğüşleri; bunların zamanımızın boks ringlerini andıran şekilde, ama sonu mutlaka ölümle biterek yaşanması...

Gladyatör 2 filminden bir sahne

Ve biz ana kişilikleri tanımaya başlarız. Önce hikâyede Lucius ya da daha ’amiyane’ biçimde Hanno diye adlandırılan ana kişi. Babası Maximus ve annesi Lucilla’dır. Ki o da şimdi General Acacius’la evlidir ve hikâyenin tek önemli dişisi olarak ekrana gelir. Hırslı silah taciri siyahi Macrinus (enfes bir Denzel Washington kompozisyonu); iki gencecik kardeş imparator olan Geta ve Caracalla... O bitmeyen savaşların birinde dişi savaşçı ve Lucius’un büyük aşkı Arishat öldürülür. Cesedini suda bulan adam çılgına döner. Dokunaklı bir antik çağ aşkı...

Ve sonra Roma kentini görürüz. Devasa yapıları, anıtları, çeşmeleri, heykelleri, Kolezyumları, pazar yerindeki konserleri; çok kalabalık bir figüran ordusunun hayat verdiği halkı. Sürekli bağırıp çağıran; yumruk sıkan, ölüm ya da hayat işaretleri veren... Ve daha neleri... Köpekle sırtlan arası vahşi hayvanlar; bir gergedanın ortalığı altüst edişi. (Sahi, o sahiden bir gergedan mıydı?) O Roma’nın filmde canlandırılışı doğrusu olağanüstüdür. Bir yerde şöyle denir: “Bu şehir hastalıklı; dokunduğu herkesi hasta eder!”

Gladyatör 2 filminden bir sahne

Ve de gladyatörleri elbette... Ki onlar şu deyişle anılır: “Bir gladyatör özgürlüğünü satın alabilir. Ama bir esir asla...” Zaten bu kendine özgü filmin bir de sözü vardır. Güç ve Onur. Sık sık yinelenince hikâyenin sloganı olur çıkar.

Bugün 87 yaşındaki İngiliz yönetmeni Ridley Scott, maşallah bu zor işin altından kalkmış. Kardeşi, yine yetenekli yönetmen Tony Scott’u yıllar önce kaybettiğini hatırlıyorum. John Mathieson’ın görüntüleri, Harry Gregson-Williams’ın müziği yeterince iyi. Oyunculardan Lucius’de dokunaklı oyunuyla Paul Mescal, Macrinus’da hayli mizahi bir kişilik çizen Denzel Washington, Lucilla’da yine gözlerimizi yaşartan Connie Nielsen özellikle ön plana çıkıyorlar.  

Gladyatör 2 filminden bir sahne

Evet, işte böyle... Film bu haliyle belki çok uzun (148 dakika), çok karmaşık, aşırı dramatik gözüküyor. Ama yine de görmeye değer...  


NOT: Sevgili okurlarım. Bugün (Cumartesi) yaklaşık bir ay önce Beyoğlu’daki özel olaylar nedeniyle bitiremeyip ortasında bıraktığımız bir etkinliği gerçekleştireceğiz. Beyoğlu belediyesinin de isteğiyle... Ve akşam saat 18.00’de Tünel’deki Metro Han’da son kitabımızı özellikle o gün gelip de alamayanlara imzalayacağız. Umarım mümkünse gelirsiniz.

Atilla Dorsay kimdir?

Atilla Dorsay. 1939 İzmir, Karşıyaka'da doğdu. Çocukluğu zor savaş yıllarında geçti. O yıllardan her şeyin karneyle alındığını, radyolardan yayılan savaş haberlerini ve ilk sinema deneyimlerini oluşturan savaş üzerine filmleri hatırlıyor.

10 yaşındayken ailesi sırf onu Galatasaray Lisesinde okutabilmek için İstanbul'la göç etti. Böylece Fransız kültürüyle yetişti.

Güzel Sanatlar Akademisi'nde (şimdiki Mimar Sinan Üniversitesi) mimarlık okudu. Hayatta her koşulda koruduğu estetik bakışını bu temele borçlu olduğunu söyler.

Rehberlik, gazetecilik ve eleştirmenlik yaptı.

1966'da başladığı Cumhuriyet gazetesindeki yazılarını 27 yıl boyunca sürdürdü.

Bu aralıkta Leman Dorsay'la evlendi. İki çocuk ve üç torunu oldu.

Sonraki yıllarda Cumhuriyet'ten kendi isteğiyle ayrıldı. Kısa bir süre için Milliyet'te devam eden ve hâlâ süren dergi yazarlığı yaptı.

Yeni Yüzyıl'da yepyeni bir gazeteyi yaratmanın keyfini yaşadı. Daha sonra Sabah gazetesinde devam etti. Buradan kendi deyimiyle, "ilkesel bir tavırla" ayrıldı: Bir yazısında, (Emek Yoksa Ben De Yokum) okuruna Emek sineması üzerine verdiği bir sözü tutmak için.

Dorsay, 2013'ten beri, "Özgür, serbest, hiçbir konu, yer ve zaman kısıtlamasına tabi olmadan... Ama artık maaşsız!.. Ve çok yakında tam on yılını dolduracak olan..." sözleriyle işaret ettiği T24'te yazıyor.

Dorsay'ın kültür-sanata dair birçok alanda çabaları oldu. İKSV'de çalışıp yıllar boyu İstanbul Sinema Festivali'nin kadrosunda yer aldı. Dünya çapında sayısız ünlüyü basın toplantılarında sundu, söyleşiler yaptı, fotoğraflarını çekti.

TRT'de, hem haftalık müzik programları yaptı, hem de filmler sundu. Özellikle sinemanın 100. yılının kutlandığı 1995 yılı ve sonrasında sayısız klasiği Murat Özer, Alin Taşçıyan, Müjde Işıl gibi genç meslektaşlarıyla birlikte tanıttı.

Sinema Yazarları Derneği'ni (SİYAD) kurdu ve uzun yıllar başkanlığını yürüttü. Ödül gecelerini özenle seçilmiş sunucular ve müzisyenlerle sundu. Yine kendi sözleriyle; "zamanı geldiğinde tüm bu görevleri genç arkadaşlarına bırakmayı da ihmal etmedi".

Dorsay'ın en büyük üretimleri kitapları. 1970'lerden itibaren eleştirisini yazdığı tüm filmleri Türk ve yabancı sinema olarak tasnif ederek pek çok kitapta topladı. Bu kitaplar, son 50 yılın bir dökümü niteliği taşıyor.

Aynı zamanda İstanbul, Beyoğlu, şehircilik; biyografiler (özellikle Türkan Şoray ve Yılmaz Güney), söyleşiler, seyahat notları, hikâye, hatta şiirler de yazdı.

Müzik merakını görkemli bir arşivle birlikte sunduğu bir eser yayımladı. Ne Şurup Şeker Şarkılardı Onlar adıyla yayımlanan bu kitap, 20. yüzyıl pop-müzik tarihini anlatıyor.

Tartışmalar, Polemikler, Kavgalar adı kitabı Eylül 2022'de yayımlandı.

Kitaplarının sayısı şimdilerde 60'ı aştı, ama daha sayısız projesi var. T24 Yazıları -Pandemi Günlerine Doğru: Sanat ve Siyaset Ekim 2023'te, "Unutulmaz İnsanlarımızla Konuşmalar" ve "Benim Sevgili ‘6 Silahşörler’im" 2024'te okurla buluştu. Ardından daha birçoğu da gelecek. Kendisinin dediği gibi "Allah kısmet ederse!.."

 

Yazarın Diğer Yazıları

Canlandırma sinemasına Disney el atarsa ne olur?

'Mufasa Aslan Kral' filminde; canlandırma hayvanların yüzlerinde, insan yüzlerinde görmeye alıştığımız tüm o ifade zenginliği vardır. İşte bu belki de o eskimeyen Disney damgasıdır ve filmin değerini bu yapar

Gizemli bir ‘sanat filmi’: Sevsek mi sevmesek mi?

"On Saniye" filmi sadece iki kadının bitmeyen diyalogları üzerine kuruludur. Bir sanat filmi için bile tam bir handikap! Kendi adıma şunu söyleyebilirim: Bunca lafı etmem bile, filme özel nitelikler kazandırmıyor mu?

Aksiyon sinemasında çekici ve modern bir zirve

'Avcı Kraven'de pek uyum sağlamayan, karmaşık ve biraz zıt motifler olduğunu biliyorum. Ama belki bu filmin gücünü oluşturan asıl öge. Bunca tema içinde böylesine çekici bir filme ulaşmak... Kolay olabilir mi?

"
"