29 Mart 2025
Arkadaşım her zamanki gibi içtiği kahveden arta kalanlarda geleceğini arıyor.
“Şurada yüreğim kabarmış, büyük bir sıkıntı var. Ama bak, şuradan bir güneş doğuyor. Herhalde üç vakte kadar kaderim değişecek…”
Aptal aptal bakıyorum fincanın bulaşık öncesi haline ama şimdi içimden geleni söylesem bana kızar. Mecburen rol yapıyorum:
“Gerçekten de o güneş seni kurtaracak gibi. Hatta şu tepenin arkasında sana bir kısmet var sanki…”
Ciddi miyim diye dikkatle yüzüme bakıyor. Kısa bir tahlil sonrası beni hafif ve dostane bir küfürle cezalandırıyor.
Ben konuyu değiştiriyorum:
“Fallarda sadece kişisel ya da ailesel mutluluklar mu görünür? Memleketin hali sığmaz mı bu fincanlara?”
Yüzü buruşuyor.
“Ona da bakıyorum bazen. Orada da üç vakte kadar bir şeyler görünüyor ama çok karışık, hiç net değil…”
* * *
Üç vakte kadar…
Bu sefer gerçekten de üç vakte kadar bir şeyler epeyce değişecek gibi. Ama nereye doğru, orası belli değil.
Bu sefer arkadaşım bana soruyor:
“Sen ne diyorsun? Sonunda tam dibe vurduk, değil mi? Doğrusu ben bundan daha kötüsünü hatırlamıyorum.”
Masadaki hüznü dağıtmak için Rusların çok sevdiği o kısa diyaloğu anlatmaya karar veriyorum.
“Sen iyimserle kötümserin konuşmasını biliyor musun?”
“Yoo…”
“Kötümser demiş ki:
Her şey o kadar kötü ki, bundan kötüsü olmaz.
İyimser hemen itiraz etmiş:
Niye olmasın? Pekâlâ olabilir.”
Deminkinden bir tık daha sıkı bir küfür sallıyor.
* * *
Üç vakte kadar ne olur bilmiyoruz.
Aslında insan hayatının önemli bir özelliği de bu. Her şey mükemmel de olsa bir gün aniden başına bir şey gelebilir. Ağır bir hastalık, kaza, hatta ölüm...
Çok yakın bir arkadaşım açık kalp ameliyatı olduktan birkaç gün sonra bana şöyle dedi:
“İlk defa bu kadar büyük bir olay geçti başımdan. Sanırım hâlâ onun şaşkınlığını yaşıyorum.”
Aklından ve yüreğinden geçenleri merak ettiğim için sordum:
“Bu ameliyattan sonra insanlar hayatın değerini daha iyi anlar ve yeni kararlar alır diyorlar...”
Gülümseyerek cevap verdi, yani vermedi:
“Bakalım ben ne kararlar alacağım...”
Acaba ne kararlar alacak?
Robin Sharma'nın ünlü kitabında “Ferrari’sini satan” başarılı ve karizmatik avukat Julian Mantle, geçirdiği kalp krizinden sonra Hindistan’da ne aramış ve ne bulmuştu? Himalayalar’da yaşayan Sivana bilgelerinden neler öğrenmişti?
“Mutluluğun sırrı basittir: Gerçekten yapmayı sevdiğiniz şeyi bulun ve sonra bütün enerjinizi onu gerçekleştirmek için harcayın” cümlesinin anlamı nedir?
* * *
Ne diyordu Arthur Schopenhauer:
“Sıradan insan, hayatının mutluluğunu kendi dışındaki şeylere, mala mülke, şana şöhrete, kadın ve çocuklara, dostlara, cemiyete ve benzerine bağlar; dolayısıyla bunları kaybettiği yahut hayal kırıklığına uğratıcı bulduğu zaman, mutluluğunun temeli çöker. Bir başka deyişle, onun çekim merkezi kendi dışındadır.”
Dünyanın en önemli yönetmenlerinden Akira Kurosawa'nın şimdi pek hatırlanmayan bir filmi olan İkiru (Yaşamak, 1952), Tokyo’da yaşayan ve 30 yıldır aynı işleri yapan bir devlet memurunun, mide kanserine yakalandığını öğrenince hayatını baştan aşağı sorgulayıp değiştirmesini anlatır.
Filmin kahramanı Kanji Watanabe, hep aynı soruya cevap aramaktadır:
“Altı ay ömrünüzün kaldığını öğrenseydiniz, ne yapardınız?..”
* * *
Altı ay ömrü kalan insan zamanını ağlayıp sızlayarak geçirmeyecek kadar kendini toparlayabilirse bir dizi ilginç karar alabilir.
Belki kalan zamanı gezerek, eğlenerek değerlendirmek gibi…
Ve bu arada söylemekte nedense çok cimri davrandığımız sevgi sözcüklerini ömrün sonunda çekinmeden kullanmak gibi...
Sadece sevgi değil, gurur ve kibir nedeniyle gereksiz yere tasarruf edilen özür sözcüklerini de…
Peki, gidiş “üç vakte kadar” bir iktidarın sonuna, örneğin, son altı ayına işaret ediyorsa?..
Kahve falları mı dersiniz, yapay zekâ mı… Bunun bilincine varabilse iktidar sahipleri…
Ne yaparlar sizce?
Muhaliflerine ve kendisine karşı çıkan gençlere, kadınlara, yoksul insanlara karşı daha da acımasız davranmayı mı seçer?
Yoksa “üç vakte kadar” nasılsa yol bitmek üzere diyerek sevgi, merhamet, vicdan, adalet ve özür gibi kavramları mı koyar masaya?
Zaten kalan altı ay… Zorlasan ne olacak!
Türkiye altı defa gidip yedi defa gelen Demirel’i ve benzerlerini gördü.
Bunlar vakti zamanı gelince şapkalarını alıp vedalaştılar.
Vedayı, gitmeyi, hayatın akışını reddedenler için, kendini neredeyse ölümsüz sananlar için, onların isteklerinden ve hayallerinden daha önemli şeyler olduğunu hatırlatmayı bir kez daha deneyelim.
Hayatta her şeyin bir sonu vardır.
Kabul etseniz de etmeseniz de…
Hakan Aksay kimdir?Hakan Aksay, 1981'de 20 yaşında bir TKP üyesi olarak Sovyetler Birliği'ne gitti. Leningrad Devlet Üniversitesi Gazetecilik Fakültesi'ni bitirdi. Brejnev, Andropov, Çernenko ve Gorbaçov iktidarları döneminde 6 yıllık kıymetli bir SSCB deneyimi kazandı. Doğu Almanya'da 1,5 yılı aşkın gazetecilik yaptıktan sonra TKP'den ayrılarak Türkiye'ye döndü. Bir yıl kadar sonra bağımsız bir gazeteci olarak Moskova'ya gitti ve 20 yıl boyunca (Yeltsin ve Putin dönemlerinde) çeşitli gazete ve TV'lerde muhabirlik ve köşe yazarlığı yaptı. Bu dönemde Türk-Rus ilişkileriyle ilgili çok sayıda proje gerçekleştirdi. Moskova'da '3 Haziran Nâzım Hikmet'i Anma' etkinliklerini başlattı ve 10 yıl boyunca organize etti. Dergi ve internet yayınları yaptı. Rus-Türk Araştırmaları Merkezi'nin kurucu başkanı oldu. 2009'da döndüğü Türkiye'de 11 yılı T24'te olmak üzere çeşitli medya kurumlarında çalıştı; Tele1 ve Artı TV kanallarında programlar hazırlayıp sundu; Gazete Duvar'ın Genel Yayın Yönetmenliğini yaptı. Türkiye'nin önde gelen Rusya ve eski Sovyet coğrafyası uzmanlarından olan ve "Puşkin madalyası" bulunan Hakan Aksay'ın Türkçe ve Rusça dört kitabı yayımlandı. |
Taksim Meydanı İstanbul demektir, hatta Türkiye demektir, o bir bakıma her ikisinin de merkezi sayılır
Ukrayna'daki savaşı bitirme vaadini yerine getiremeyen Trump şimdi ya daha kararlı adımlar atacak ya da bu işten sıkılacak
Turuncu saçlı sultan sadece Çin'e karşı ticaret savaşı başlatmakla kalmadı, özel hayatlara da el attı
© Tüm hakları saklıdır.