10 Nisan 2025
Trump’ı hiç sevmem.
Bu konuda yalnız olmadığımı da biliyorum.
Melania dahil milyonlarca insanın benimle aynı cephede olduğunu sanıyorum.
Ama onu sevmeyenlerin bir bölümü susarak, bir bölümü de ona yağ çekerek “durumu idare etmeye” çalışıyor.
Trump’ı dikkatle inceleyip “nabzını” ölçen ve ona göre “şerbet” bulanlar arasında Putin’i ön sırada sayabiliriz.
Vallahi aylardır onu çok iyi oyalıyor.
Eski telefonlaşmaları bir kenara bırakacak olsak bile, ABD yönetimi son 1.5 aydır Ukrayna’daki savaşın bitirilmesi için epeyce çaba harcadı.
Sonuç?
Sonuç yok denecek kadar az.
Çünkü Zelenski çok istekli değil, daha doğrusu değildi.
Putin ise hiç istekli değildi ve hâlâ değil.
Trump “ben hallederim” dedi.
Seçildikten sonra “24 saatte”… Olmadı.
Başa geldikten sonra “24 saatte”… Yine olmadı.
Bu ay sonunda “ilk 100 günü” doldurmuş olacak… Galiba yine olmayacak.
Yani Trump başaramıyor.
* * *
Trump başaramıyor diye sevindiğimi düşünmeyin.
Kendisiyle ilgili duygumu ilk cümlede yazdım.
Ama itiraf edeyim, 3 yılı aşkındır devam eden ve yüz binlerce insanın hayatına mal olan savaşı izleyip kanlı atmosferini uzaktan da olsa hisseden biri olarak Trump’ın ateşkesi sağlamasını ister(d)im.
Çünkü benim için insan hayatı, liderlerin siyasi prestijinden, kariyer planlarından ve kaybedilen/kazanılan topraklardan daha önemli.
Trump, savaşı bitirmek için kendine göre bir plan yaptı ve bakanlarıyla danışmanlarının savaşan taraflarla ayrı ayrı masaya oturmasını sağladı.
Hiç sevmediği Demokrat Parti’nin ve Biden’ın “işbirlikçisi” gibi gördüğü Zelenski’den nefret etti.
Zaten zayıflardan pek hoşlanmayan biri olarak Ukrayna’nın tarafında olması zordu.
Güçlü olanlara ve kendine benzettiklerine ise sempati duyan bir lider olarak Putin’e hayran olduğunu gizlemedi.
Zelenski’yi defalarca aşağıladı, hatta bir keresinde Beyaz Saray’da dövmekten beter etti ve sonunda kovdu.
Putin’i ise birçok kez övdü, onun ciddi ve akıllı bir lider olduğunu söyledi, dahası “barışı istediğinden emin olduğunu” dile getirdi.
Kendisini “başöğretmen” olarak gören Trump, önündeki iki öğrenciden birini durmadan haşlıyor, diğerini ise el üstünde tutuyordu.
Sonunda kritik ve isabetli bir hamle yaptı ve “30 gün için koşulsuz ateşkes” ilan edilmesini istedi.
Zelenski dişlerini sıkarak da olsa “kabul” dedi.
Putin “tamam ama” dedikten sonra birçok koşul sıraladı; yani fiilen reddetmiş oldu.
Trump bozuldu, renk vermemeye çalıştı ama hayal kırıklığına uğramıştı bir kez.
* * *
Yedi haftada gelinen nokta, ne kadar süreceği hiç belli olmayan ve daha şimdiden pek uyulmadığı söylenen iki sınırlı anlaşma: Taraflar birbirinin enerji alt yapısını bombalamayacak ve Karadeniz’de birbirine saldırmayacak.
Anlayacağınız, dağ fare doğurdu.
“Tüm cephelerde koşulsuz ateşkes anlaşması” yapılamadı.
Rusya yüzde 20’sini ele geçirdiği Ukrayna topraklarında yavaş da olsa ilerlediği için hâlâ Kiev’i ele geçirme planından vazgeçmiyor.
Anlaşma olacaksa da bu “Ukrayna’nın kapitülasyonu” olsun istiyor.
Bu arada Putin, Trump’ı kızdırmamak için ona bol bol iltifat ediyor.
Mesela, geçenlerde Amerikan liderin Grönland’ı ele geçirme niyetini kendisinin “tarihsel süreç içinde” anlayışla karşıladığını ima etti.
Amerikalılarla görüşmelerde Rusların en çok ağırlık verdikleri konu, Ukrayna’daki savaş değil ABD-Rusya ilişkileri, özellikle de ekonomik iş birliği perspektifi.
Ayrıca Moskova Washington’a İran konusunda yardım öneriyor, Suriye’de birçok sorunu birlikte çözelim diyor, BM’de onunla karşı karşıya gelmemeye çalışıyor ve Filistin meselesinde tutumunu yumuşatıyor.
Ukrayna’ya gelince en fazla enerji alt yapısını bombalamama, Karadeniz’de savaşmama ve esir değişimi gibi konularda taviz veriyor.
Ama görüşmelerin gündemi kalıcı adımlara doğru gittiğinde, Rusya yönetimi “Batı’nın Kiev’e silah yardımının kesilmesi”, “Ukrayna’nın NATO’ya alınmaması”, “ordusunun ciddi olarak küçültülmesi” ve “Zelenski’nin iktidardan çekilmesi” gibi stratejik talepler ileri sürüyor. Bu arada Kiev’in koşulsuz ateşkese onay vermesinden sonra ABD’nin Ukrayna’ya yardımının ve istihbarat paylaşımının yeniden başlatılmasını kendisine karşı neredeyse “hainlik” olarak görüyor.
Bütün bunların ötesinde Beyaz Saray Kremlin’i sıkıştırdığında “Putin hiçbir zaman baskı yoluyla fikrini değiştirmez” mesajını dile getiriyor.
* * *
Hatırlıyor musunuz, başkanlık seçimleri yarışında Demokratların adayı Kamala Harris Trump’a ne demişti? “Putin seni yer, öğle yemeği gibi yer!”
Acaba haklı mı çıktı?
Çünkü Putin Trump’ı iyi analiz etti ve ona göre davranıyor. Trump ise henüz Putin’i çözememiş gibi.
Zaman geçiyor ve ABD savaşı bitirme yolunda ciddi bir adım atamıyor. Bu durum sinirleri geriyor.
Trump kızmaya başlıyor.
Kendisi bunu aynen böyle ifade etti: “Kızıyorum. Hatta öfkeliyim. Rusya Ukrayna’yı deliler gibi bombalamaya devam ediyor. Bu durum hoşuma gitmiyor.”
Amerikan lider bu kelimeleri birkaç kez kullandı.
Önce 27 Mart’ta Putin’in BM aracılığıyla “Ukrayna’ya kayyım atanmasını, böylece Zelenski’nin yönetimden uzaklaştırılmasını” talep ettiğinde. Sonra Rus ordusunun saldırılarını arttırmasına ve Kremlin’in görüşme sürecinde ağırdan almasına bağlı olarak.
Bir ara Trump aylar önce dile getirdiği tehdidi yineledi ve Moskova’ya karşı yüzde 25-50’lik gümrük vergisi uygulayabileceğini vurguladı.
Rusya’nın doğalgaz ve petrol satışlarını engellemek için alıcıların da gözünü korkuttu (bunun Hindistan’dan Türkiye’ye kadar bir dizi ülkeyi etkilediğini ve Rusların artık enerji ihracatında daha fazla zorlandığını ekleyelim).
Bu arada petrol fiyatlarının düşmesi de Kremlin’in rahatını kaçırdı.
* * *
Bundan sonra ne olacak?
Kabaca üç ihtimal var.
Birincisi, Trump hafta içi kendi çıkardığı “Dünya Ticaret Savaşı” ile oyalanacak, hafta sonları da golf oynayacak. Ara sıra Ukrayna konusunda demeç verecek. Sonunda Kremlin’in usta oyalama taktiklerini aşamazsa ve bu arada Kiev de “değerli madenlerini ABD’ye sunmakta” ayak sürürse bu işten sıkılacak. “Ne haliniz varsa görün” diyecek ve Ukrayna’ya yardım etmeyecek. Bu durumda Rusya savaşı kazanmaya doğru ilerleyecek.
İkincisi, Trump gerçekten de Putin’e çok kızacak ve hem güçlü ekonomik adımlarla onu zor duruma düşürmeye çalışacak hem de Zelenski’ye silah desteğini arttıracak. Savaş büyüyecek, yayılacak, öngörülmez sonuçlar doğurabilecek.
Üçüncüsü, Rusya-ABD görüşmeleri sonucunda Putin ateşkese ikna edilecek (bu arada bugün İstanbul’da yapılacak görüşmelerin daha çok ikili ilişkilerle ilgili olduğu açıklandı). Bu ateşkes bir süre devam ettikten sonra ya ortalık tekrar karışacak ve savaş kaldığı yerden devam edecek. Ya da ateşkes sürekli hale geldiğinde (kalıcı bir barış anlaşması imzalanamasa bile) Ukrayna’da silahlar bir daha patlamayacak.
Şimdi ilk kez bir yazımı inanmadığım bir iyimserlikle bitirmeyi deneyeyim: Üçüncü ve iyi ihtimal gerçekleşecek, hem de hızla. Paskalya (20 Nisan) bunun için bir fırsat olarak değerlendirilecek. Ve 30 Nisan 2025’da silahlar susacak.
Böylece Trump, iktidarının tam 100’üncü gününde Ukrayna’da akan kanı durdurmuş olacak.
Ve ben bu yazımın ilk cümlesinden dolayı biraz utanacağım.
Hakan Aksay kimdir?Hakan Aksay, 1981'de 20 yaşında bir TKP üyesi olarak Sovyetler Birliği'ne gitti. Leningrad Devlet Üniversitesi Gazetecilik Fakültesi'ni bitirdi. Brejnev, Andropov, Çernenko ve Gorbaçov iktidarları döneminde 6 yıllık kıymetli bir SSCB deneyimi kazandı. Doğu Almanya'da 1,5 yılı aşkın gazetecilik yaptıktan sonra TKP'den ayrılarak Türkiye'ye döndü. Bir yıl kadar sonra bağımsız bir gazeteci olarak Moskova'ya gitti ve 20 yıl boyunca (Yeltsin ve Putin dönemlerinde) çeşitli gazete ve TV'lerde muhabirlik ve köşe yazarlığı yaptı. Bu dönemde Türk-Rus ilişkileriyle ilgili çok sayıda proje gerçekleştirdi. Moskova'da '3 Haziran Nâzım Hikmet'i Anma' etkinliklerini başlattı ve 10 yıl boyunca organize etti. Dergi ve internet yayınları yaptı. Rus-Türk Araştırmaları Merkezi'nin kurucu başkanı oldu. 2009'da döndüğü Türkiye'de 11 yılı T24'te olmak üzere çeşitli medya kurumlarında çalıştı; Tele1 ve Artı TV kanallarında programlar hazırlayıp sundu; Gazete Duvar'ın Genel Yayın Yönetmenliğini yaptı. Türkiye'nin önde gelen Rusya ve eski Sovyet coğrafyası uzmanlarından olan ve "Puşkin madalyası" bulunan Hakan Aksay'ın Türkçe ve Rusça dört kitabı yayımlandı. |
Taksim Meydanı İstanbul demektir, hatta Türkiye demektir, o bir bakıma her ikisinin de merkezi sayılır
Turuncu saçlı sultan sadece Çin'e karşı ticaret savaşı başlatmakla kalmadı, özel hayatlara da el attı
Sadece altı ay ömrü kalan insanlar bazen önemli kararlar alabilir. Peki ya bu durum siyasal iktidarlar için söz konusu olsa?
© Tüm hakları saklıdır.