10 Aralık 2024

Elimine oldu gitti!

Türkiye Cumhuriyeti’nin “seçilmiş” başbakanlığını yapan, halkın oyuyla onurlandırılan, kendi yaptığı anayasayla da olsa, üçüncü dönemdir halk oyuyla seçilmiş cumhurbaşkanı olan Erdoğan, keşke Esad’ın gidişi üstüne “İki lider kaldı, diğerleri elimine” demeseydi. Kendini onların yanına kendi diliyle koymasaydı!

40 yıllık “Şam’ın şekeri” bir tıkta eridi gitti! “Devrim” böyle bir şey. Bir sürü şey değişse de esas bir türlü değişmez yıllarca ve tarih adeta uykuda donup kalır. Sonra birden… buz çözülür, dikta dağılır, “yeni bir şey” çıkar ortaya.

Ve onun nereye gideceğini elbet bilemezsin. Kitlelerin bir kısmının öfkesini, bir kısmının umudunu, bir kısmının hıncını, hatta zulümden bıkanların başka zulümlere katlanabilme ihtimalini veya isteğini bile taşır.

“Devrim” devrimdir! Ne beğenmemiz şart ne kendi devrim tahayyüllerimize uyması. O yüzden zaten, tarih bu kelimeyi, bu “değişim”i kararsız biçimde tercüme etmiştir. “Revolution” geçmişte, “geçmişe dönmek”ten başka bir şey değildir, kelime anlamıyla. Önündeki “Re” eki “evrim”in bile geriye, belki kimi için “o eski mutlu günlere” dönüşünün Do Re Mi’sidir. Sonradan “ileriye” manasını yakıştırmıştır kendine. Yakışmıştır da kerataya!

Ah Türkiyem, Ankaram, çatal karam; iktidarımız, 22’den 23’e giden yıllarımız: Esad “biraderimiz” iken de diktatördü. Diktatörken de “kankamız.” Ailecek görüşürken, öpüşüp koklaşırken de halkını inletiyordu. Sonra Batı’nın, İsrail’in, S. Arabistan’ın filan büyük arzusuyla da kışkırttığımız “iç savaş”ta Esed fesad oldu. Tam da halkının bir kısmı birbirini katlederken. Ne öngörüyse ya da nasıl bir oyunsa, son zamanlar, şu “revolution”a kadar değilse de hemen öncesine… S. Arabistan ve Arap dünyasıyla biraz ilişki kurduğu sırada “Yine kardeş olalım” diyorduk diktatöre. Meğer aslında elimine edenlerin arkasındaki  “devrimci” ya da “devrim komitesi”ymişiz biz de!

Cumhurbaşkanı ne diyor, belki içinden gelen o, belki “revolution” gibi “yabancı yabancı” söylersek, hatta kullandığı kelimenin “yabancı dili”yle, yine “arrogance.” “Dünyada iki lider kaldı, biri ben, biri Putin. Diğerlerinin hepsi elimine oldu.” Şaşırdık mı, şaşırmadık. “Elimine” Fransızca, çok yakışmış “milli veyerli demokrasi ve cumhuriyet dili”ne!

Seçimle gelip gidenleri kastediyorsak, işte Trump elimine olduktan sonra elimine etti. Yok “ne pahasına olursa olsun” diyorsak, işte Kim Jong-Un; ne Un olarak elekten geçip elimine oluyor, ne Kim olarak felek vuruyor. Epeydir ama şimdilik! Krallar duruyor ya da hanedan sürüyor; elimine olmayan çok.

Neyi, nasıl liderleri, nasıl gelip gidenleri kastediyor olabilir acaba, diye düşünsek mi uzun uzun? Yoksa hemen anlasak mı? Elimine olanların bir kısmı seçimle gelen, seçimle gidenler. Mesela, başka bir şey olmazsa, Trump dört yıl sonra bir daha gelemeyecek. Macron da, arada başka şey olmazsa, 10 yıl sonunda gidecek, biliyor. Çok kalmasınlar diye Fransa’da 7 yıllık Cumhurbaşkanlığı 5’e indirilmişti zaten.

Lakin “Şam diktatörü”nün elimine olması üstüne söylüyorsa, ki sakin sakin o vesileyle söyledi, bu gerçekten elimine olmak. Elemelere girmeden yahut Putin gibi hileli, baskıcı, despot ve göstermelik “elemeler”le elenmedikten sonra “elimine” olmak. Putin bilmez mi yoksa Çar’ın nasıl elimine olduğunu, Sovyet Devrimi’nin, bilhassa Stalin’in devrim kadrolarını nasıl elimine ettiğini. Bizzat içinde görevli olduğu SSCB’nin bile nasıl elimine olduğunu. “Elimine Esad” artık “iki liderden biri” Putin’in konuğu değil mi ki!

Osmanlı ve saltanat, halifelik de elimine olmadı mı? Fransa kralı, hatta kralları, imparatoru elimine olmadı mı? Şah’a mı kaldı İran? Hep böyle mi kalacak ki artık! Fransa’ya yar olmadı, ABD’nin işgaline, kuklalarına mı kaldı Vietnam? Batista’yı elimine etmedi mi Fidel, Che ve Küba devrimi? Nerede Şili zalimi Pinochet ve Latin faşist cuntaları? Çin’de, başka bir “liderlik” sürüp gidiyor ama “Son İmparator” mu kaldı? Avusturya’nın imparatoru mu var epeydir? Almanya’da, yine gelebilirler de, Naziler mi tek başına iktidar? İspanya’da “kraliyet” dursa da kıdemli Franco faşizmi nerede? Portekiz’de Salazar faşizmi mi hükümran? Yunanistan hala cuntanın mı elinde? İtalya’da kral mı var “amore”?

Elbette her devrim “elimine” eder. İyiye gider, bir yanı iyiye bir yanı kötüye de gider, belki hepten kötüye gider. Tarih bize ihtimalleri sayar, çünkü elinde tarihin tarihinin bilgisi vardır. Ama tarih bir ömre sığmaz. Ömrü boyunca sadece Esad veya Esadlar diktası görmüş on binlerce insan elimine oluşunu göremedi. Hep böyledir. Bazen kuşaklarca “bu düzen değişmez” dersin. Sonra düzen elimine olur birden. İyi ya da kötü, ama olur. Bu bazen ve önce “umut” demektir; bazen yeni hayal kırıklıkları, yeni korkular, alt üst oluşlar. “Devrim”in eski-yeni anlamlarını hala birlikte barındırabilmesi de budur zaten!

Türkiye Cumhuriyeti’nin “seçilmiş” başbakanlığını yapan, halkın oyuyla onurlandırılan, kendi yaptığı anayasayla da olsa, üçüncü dönemdir halk oyuyla seçilmiş cumhurbaşkanı olan Erdoğan, keşke Esad’ın gidişi üstüne “İki lider kaldı, diğerleri elimine” demeseydi. Kendini onların yanına kendi diliyle koymasaydı!

Tabii bir de halklar, insanlar var. Orada da şurada da burada da. Yani nice kadının, çocuğun, deprem kurbanının, işçinin binler binler halinde hayattan “elimine” olması var! Milyonlarca insanın, yaşarken bile hayat sevincinden, gelecek umudundan, hak ve özgürlüklerden elimine olması var. Bunların sorumluluğunu, derin ve yoğun vicdan yükünü taşımayan ya da umursamayan bir lider olsam, elimde olsa da olmasa da, elimine olsam ne olur, olmasam ne ki!

Umur Talu kimdir?

Umur Talu, ilk, orta, liseyi Galatasaray Lisesi'nde yatılı okudu. 1980'de Boğaziçi Üniversitesi Ekonomi'den mezun oldu.

Üniversite döneminde Demiryolu İşçileri Sendikası ve Marmara Boğazları Belediyeler Birliği'nde çalıştı. Günaydın gazetesinde başladığı gazeteciliği, Güneş, Cumhuriyet, Milliyet, Hürriyet, tekrar Milliyet, Star, Sabah, Habertürk'te sürdürdü. Muhabirlik, ekonomi servisi yönetmenliği, yazı işleri müdürlüğü, genel yayın yönetmenliği, köşe yazarlığı, kısa süre Paris temsilciliği yaptı.

Medyakronik başta olmak üzere, çok sayıda web sitesi ile dergide makaleleri yer aldı.

Birkaç dönem Türkiye Gazeteciler Cemiyeti Yönetim Kurulu'na seçildi, başkan yardımcılığında bulundu.

İstanbul Üniversitesi, Bilgi Üniversitesi ve Bahçeşehir Üniversitesi İletişim fakültelerinde ders verdi.

Türkiye medyasında ilk "ombudsman"lik kurumunun kurulmasını gerçekleştirdi. 1998'de Türkiye Gazetecileri Hak ve Sorumluluk Bildirgesi'ni hazırladı.

Çalışmaları Türkiye Basın Özgürlüğü Ödülü, iki kez Türkiye Gazeteciler Cemiyeti Köşe Yazısı ÖdülüÇağdaş Gazeteciler Derneği Ödülü başta olmak üzere, çeşitli mesleki ödüllere değer görüldü. Aynı yıl, üç farklı gazetecilik örgütünden köşe yazarı ödülü aldı.

Bodrum: Yüzyıllık Yolculuk, Kadınımızın Hatıra Defteri gibi belgesellerde metin yazarlığını yaptı.

Sosyal Demokrasi, Fransa Bölümü (Turhan) Uçuran Bey Postanesi (Milliyet), Dipsiz Medya (İletişim), Bedelli Gazetecilik (Everest) , Senin Adın Corona Olsun (Literatür) kitapları yayımlandı. Keynes'in (O. E. Moggridge, Afa Yay.) çevirisini yaptı. 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

Yazarın Diğer Yazıları

Varoluşun ve unutuşun, unutuluşun tefekkürü!

“Nostalji” esasen düne değil, galiba bugüne dair. Geçmiş bugünde ne kadarcık kaldıysa. Bazen, hatırınıza geldiğinde, çoktan hatıra olmuştur bile!

Nedense… Çok sıkıntılı!

Geçim şartlarını, düğün şartnamelerini, iş ve işsizlik felaketini, ücret ve maaş sefaletini, kira faciasını biliyorsunuz. Sizin aklınıza geliyor. Ama kiminin aklına gelmiyor bile “nedense.” Sorumluluk “beğenmemek” oluyor; sorumlu da gençler

Büyük devletlerin küçük insanları!

Ülken ve insanların bin türlü acı çekiyorsa, o acının sorumluluğunu ve vicdan yükünü yüklenmezsen, hafiflemiyorsun; tarihe (sadece) “büyük liderler, büyük devletler” olarak değil, “büyük acılar” olarak yazılıyorsun, kazınıyorsun

"
"