12 Nisan 2025
300 ve 301…
İlki, Trump ABD’sinde “Filistin yanlısı” bildiri imzaladıkları için vizeleri iptal edilen ve kazandıkları öğrenim hakları ile varsa bursları yakılan üniversitelilerin sayısı. En az 300.
İkincisi, 301, şimdi kimileri tahliye edilse de, protestolarda Türkiye’de gözaltına alınan, tutuklanan öğrencilerin sayısı.
Sayıda da bu kadar benzerlik olur mu, oluyor! Karakterler benzeyince, o “Filistin yanlıları ve Netanyahu İsrail’i karşıtları”nı avlıyor; siz “size itirazı olanlar”ı!
Ama tabii siz “Filistinlilerden yanasınız.” Öyle ama Trump, “Başörtülü Rümeysa kardeşimiz”i ters kelepçeyle alan, götüren, haklarından mahrum eden düzenin o “despotik reis”i, hem de Filistinlileri katleden “Bibi”nin yanında sizi övüyor. Ve bir tür acınası medyanız bundan gurur duyuyor!
Gurur duyulacak bir şey mi, överken bir yandan da 2018’de ekonominizi mahvederek “Rahibimizi aldık” diyerek o sopayı hatırlatması. Hani “yargı bağımsız”dı. Tehdit, şantaj ve sabotajla bir anda sizin ekonomistliğinizi ezdi geçti. Onu hatırlatıyor, tatlı tatlı; “Rümeysa bacımız”a ters kelepçe takarken.
Mırıldanarak kınadı Türkiye bu ters kelepçeyi! Siz de “yaptırım” uygulasanıza. Boykot çağrısı yapın mesela, değil mi, nasıl olsa sizlere serbest. Bakın Tunus ve Fas’ta şu anda halk burada da etkin yabancı kökenli büyük bir market zincirini boykot ediyor. Tunuslu ve Faslıları da evlerinden toplar mısınız mesela!
Rümeysa, şimdilik kanıtsız biçimde, “Hamas yanlısı” olmakla da suçlanmış. Türkiye devleti de öyle değil mi? Madem bu “suç” değil, tam bu noktadan da büyük tepki verin. Var mı öyle bir niyet? Yok. Onlar, Rümeysa ve en az 299 genci cezalandırıyor; siz en az 301’i. Farkınız ne!
Bir fark şu: Oradaki 300 ve buradaki 301, genç yaşlarında hiç olmazsa kendi açılarından “ilkeliler.” Misal “kardeşimiz Mursi”yi darbeyle deviren ve ölüme sürükleyen; kardeşimiz Esma’yı katleden” Sisi’ye onca laf saydırıp sonra öpüşüp koklaşmıyorlar. Oradaki 300, en azından büyük çoğunluğu, dünyadaki her adaletsizliğe duyarlı olmalı. Buradaki 301’in çoğunluğu da öyle. Ya siz? “Adalet” zaten elinizde, “adaletsizlik” ise sürekli zihninizde!
Hadi, “28 Şubat süreci”nde başörtüsü eylemlerini desteklemediğinizi söyleyin. Onlar da öğrenciydi ve okuyabilmeyi hak ve özgürlük gördükleri için eylemdeydi. Bugünküler de sadece bir hak ve özgürlük için değil, bu ülkenin yontulmuş, biçilmiş tüm hak ve özgürlükleri, kendi gelecekleri için çıktılar meydana. Oradan bir vakıf, şuradan bir yurt, buradan bir ihale kapmak için değil!
En azından baba olan, anne olan, vicdanlı olan, kendisine karşı çıksalar bile, saygı duyar onlara. Geçtim demokrasi, hukuk devleti, Anayasa gibi kağıt üstündeki hak ve özgürlük güvencelerini… Sadece insan olarak saygı duyar; ezmeye, sindirmeye, kin ve nefretle cezalandırmaya, yerlerde sürüklemeye, gazı basmaya, neredeyse linç etmelere, işkence teşebbüslerine tahammül edemez.
Dünyanın çeşitli yerlerindeki kötüler ve kötülüklere dair, bir ileri bir geri, onca lafınız var. Sadece iktidarın değil, ona tapanların da. Kim o "yabancılar?" Irkçılar, faşizanlar, bizzat faşistler, kıyıcılar vesaire. Sizin vatandaşlarınız da maruz kalıyor bunlara; bazen dindaşlarınız, bu despotların arasında bir dolu “dindaş devlet” olsa da! Sonra kendi ülkenizde onlara bir öykünme, bir benzeme, bir mukallitlik, bir baskı ve nefret düzeni. Tutarlılık aramak da nafile, değil mi?
Tam bu noktada Hakan Fidan çıktı geldi. Elbette ana muhalefet liderini eleştirebilir. Bir siyasi kimlik, bakan ne de olsa. “Liderimiz vesayet altında değil”i Trump’a ya da Rubio’ya anlatsın da, sözlerinin girişi şöyle: “Haddini bil!” Tamam, bu üslup tepeden tırnağa, yaygın biçimde “devlet dili.” Eskiden de vardı, şimdi kurumlaştı; çünkü en yüksekten sık söyleniyor.
Fakat şimdi kendini ne hissederse hissetsin, kime hangi tepeden bakarsa baksın, Fidan “eski” bir astsubay. Emekli değil, “eski” dedim, çünkü “Haddini bil”in orduda en çok kimlere söylendiğini çoktan unutmuş. “Sıralı amir” düzeninde üstler, tabii istisnaları vardır, asttan çok “aşağı” gördükleri astsubaylara, uzman çavuşlara böyle “haddini bil” der. Biliyorum çünkü bu konuları yazdığım yaklaşık 30 yılda binlerce muvazzaf ve emekli tanığım oldu.
Şu andaki Savunma Bakanı bile, “eski paşa” ya, astsubayların hak talepleri için “Hiç çaycıyla bir olunur mu” demişti. Aynı kabinedesiniz. Genelkurmay ve istihbarat zirveleri olarak, hani baş başa bile “ön” göremediğiniz “Fetö darbe girişimi”nin hemen öncesinde birlikte çay içmiş miydiniz, bilmiyorum ama şimdi “Sayın Bakan” dese bile, en azından gençliğinizin “astsubay devreleri” için “çay getirip götüren” benzetmesini uygun görmüş. Bu nedir? “Haddini bil”in bir başka ifadesi. Aynı dili kullanırken “eski” arkadaşlarınız, meslektaşlarınız, onların acıları, aşağılandıkları için intiharları bile hiç mi gelmiyor aklınıza!
Evlerinde küçücük çocukların, sözde kontrolünüzdeki otelde ailelerin ve çocukların yandığı; en az 50 bin insanın “imar aflı, göz yummalı” binalarda “deprem katliamı”na uğradığı, işyerlerinde yılda 2 bin işçinin, her köşede yılda 200’den fazla kadının öldürüldüğü, öldürülen bir çocuğun mezarına bile saldırıldığı (Ahmet Mattia Minguzzi) bir ülkenin yönetimindesiniz. O da ne? Evladını kaybetmiş bir anne meydanda en yüksek ağızdan yuhalatılabiliyor: lakin o anne oğlunun mezarı başında öfkesini dile getirdi diye "Yüksek makama hakaret"ten mahkum olabiliyor. Bu şimdi "Adalet! mi!
Elbette bunun “seçimle meşruiyeti”ni tartışmam. Bir de “vicdani mecburiyet” olan, kamu vicdanında meşruiyet var. Kibirle, kinle, nefretle, herkes korumasızken ve insanlara en tepeden onca hakaret edilir ve ettirilirken, hep kendinize “hakaret” diyerek insan toplamak nedir!
Rümeysa Öztürk ABD’de doktora öğrencisiymiş. Sahi siz kaç öğrenci, kaç doktora öğrencisi toplayıp içeri attınız, kaçı ters kelepçeli, kaçı şiddete ve tacize maruz kalmıştı? Şimdi siz birden “barış” derken, kaç akademisyen “barış imzacısı” diye, intihara sürüklenen dahil, kayyım üniversitelerinden sürüldü?
“Çocuk eğitimi ve insan gelişimi” doktorası yaparken ters kelepçelenen Rümeysa da, orada Müslaman olmayan cesur öğrencilerle de omuz omuza durduktan sonra, umarım bu “yerli ve milli Trumpik halinizi ve haddinizi” görür de, “haddini bilmeden” bir gün size de “ders” verir!
Umut zaten, bilhassa kadınların, kızların; size oy verenler başta, omuz omuza, akıl akla, vicdan vicdana verebilmesi! “Dualarımız” da bunun için öncelikle!
Umur Talu kimdir?Umur Talu, ilk, orta, liseyi Galatasaray Lisesi'nde yatılı okudu. 1980'de Boğaziçi Üniversitesi Ekonomi'den mezun oldu. Bodrum: Yüzyıllık Yolculuk, Kadınımızın Hatıra Defteri gibi belgesellerde metin yazarlığı yaptı; Vicdanımızın Hatıra Defteri, Tarladan Okula Bir Damla, Cumhuriyet'in İlk Durağı belgesellerinde metin yazarlığının yanısıra çekimlerinde bulundu.
Sosyal Demokrasi, Fransa Bölümü (Turhan) Uçuran Bey Postanesi (Milliyet), Dipsiz Medya (İletişim), Bedelli Gazetecilik (Everest) , Senin Adın Corona Olsun (Literatür), Edebi ve Edepsiz Beyoğlu (Literatür) kitapları yayımlandı. Keynes'in (O. E. Moggridge, Afa Yay.) çevirisini yaptı.
|
O kadar değişim, değişiklik… Bu kadar inat, baskı, kuşatma, hak ve özgürlük gaspı… “Bu kadarcık hukuk, demokrasi ve cumhuriyet!”
“Barış, barış” diyenlerin “toplumla barış”tan bir şey anlamadıklarını, öyle bir dertlerinin bulunmadığını burada çok yazdım ama kendileri daha iyi anlattılar, her gün anlatıyorlar. Herhangi bir insan bile düşünür, “Bu çocuklar bize neden öfkeli” diye. Ama mahkeme var, o çocuklarınkinin yarısı, yarısından çok azı kadar bile “vicdanlı, adil bir muhakeme” yok
Tarih “duvar” değil. Kendini “duvar” zannedenlere inat, o duvarların kuşak kuşak “vız” gelebildiği bir değişme-değiştirme meydanı daha ziyade. İşte o yüzden, bu ülkenin “öteki tarihi”nin, ne hatalar yapılmış olursa olsun, onurlu aktörleri, 68’den 78’den süzülüp onca bilgi, duygu ve deneyimle “gençlerle genç” olabildiler
© Tüm hakları saklıdır.