03 Aralık 2024

Koyun gibi misin kardeşim!

Kimimiz, içimizde, üstümüzde, dünyamızda hâkim olan, hükmeden birileri “zeki insan” oluyor; kalanlarımız “koyun” ve hayvanlar ise “düşünmekten yoksun!”

Bilimsel araştırmalar “hayvanlar ile insanlar arasındaki zekâ farkının, elbette ikisi aynı olmasa da, tahmin edilen kadar büyük olmadığını, hatta zaman içinde azaldığını” gösteriyormuş. “İddia ediyormuş” mu deseydim, bilemedim!

Fakat diyelim ülkenize baktınız: Hayvanları katletmek için buyruk altında toplanıp sırıtarak kanun çıkartanlar ve sokaktaki nefret orduları ile onların hedefindeki hayvanlar arasındaki fark meselesini düşününce… Birileri hepsini toplayıp katletmek isteyen bir zekaya ve vicdan ile duygu kıtlığına sahip; diğerlerinin çok çok büyük çoğunluğu insanlarla uyum içinde, sevgiyle, hiç de öyle ısırmadan, kovalamadan yaşayabilmek isteyen duygusallığa ve zekaya sahip. Farkı siz bulursunuz!

Mesela “koyun gibisin kardeşim”i ele alalım. Nazım hem haklı hem de haksız!
“Koyun gibisin kardeşim,
gocuklu celep kaldırınca sopasını
sürüye katılıverirsin hemen
ve âdeta mağrur, koşarsın salhaneye” derken…

Haklı, çünkü kitlelerin “koyun gibi olduğu” zamanları da “akrep gibi olduğu” halleri de görmüş. Belli ki hayal kırıklıkları bu dizelere oturuvermiş.

Haksız çünkü, onun hayalleri ve umutlarını besleyen de “koyunlar”ın da hiç de aptal, itaatkar, itirazsız, duygusuz, isyansız kalmadığı zamanlar, devrimler, ayaklanmalar olmamış mı?

Son bilimsel araştırmalar ise koyunların da en az şempanzeler kadar zeki olduğunu ortaya koyuyormuş. Bunları biraz da Fransız filozof Gilbert Simondon’un “Deux leçons sur l'animal et l'homme” yani “Hayvan ve insan üstüne iki ders” kitabıyla Belçikalı profesör David Bertrand’ın “Nos prejuges envers les animaux” yani “Hayvanlara dair önyargılarımız” kitaplarının ele alındığı bir Radio France programından ilhamla “canlı” aktarıyorum.

Hayvanlar ve hakları üzerine elbette, başta Rousseau, çok daha eski düşünürlere de başvurulabilir. Nitekim aktardığım programın konuğu Prof. Bertrand’ın da özetiyle, temel sorulardan biri “İnsan ile hayvan arasında bir devamlılık var mı yoksa farklı özler mi” iken “Eskiler insan için gerçek olanın bir dereceye kadar hayvan için de öyle olduğunu… Kartezyanizm ise, hiçbir şekilde böyle olmadığını” savunagelmiş.

“Hayvan gibisin”den başlayarak daha ağır zannedilen “teşhis, hakaret, küfürler”e bakarsak, insan zaten bu devamlılığın müptelası! Çünkü hiçbir hayvanda, insanı ve insanî de olanı görmese de kimi insanda aklınca bir hayvan görebiliyor! Ama bu da çoğu zaman “hayvanlar”a hakaret zaten.

Başa ve ülkemize dönersek; kendisi için “suçun şahsiliği ve sabitliği”ne sarılan, elbette “kin tuttuğu”nda bunu aramayabilen ve “kolladığı”nda suçu bile görmeyen bir kısım insan nerede... Çok istisnai “suçlar”dan ötürü binlerce binlercesi mahkum edilen, oysa suçtan, saldırıdan çok uzak olan, sadece ekmeğinin, sevginin hatta bazen insan kurtarmanın peşinde olan “hayvan” nerede?

Bu tür insanların zekasından çok nefreti, kurnazlığı, kini zaten sadece hayvanlara değil; “öteki” insanlara, ağaçlara, ormanlara da saldırıyor. Doğayı katletme, hayvanı katletme, kadınları-çocukları katletme, itirazı-eleştiriyi katletme, hakları ve özgürlükleri katletme birbirinden kopuk değil. “Kendini herkesten üstün ve ırkından, dininden, statüsünden ötürü herkesin efendisi” sayanlar, hayvanlardan mı esirgeyecek bu nefret, kin ve aşağılamayı? “Yaşama tutunan patiler” üçkağıtçılığı meselesi ise, “kurnazca hayvan ve insan kalbi istismarı”nın bir başka “vicdansız örneği” olmalı!

“Vicdansız zekâ” da “zekasız vicdan" da elbette sorunlu. Fakat ikincisi zararsız, hatta iyilik dolu olabilirken ilki tehlikeli, yıkıcı, tahakkümcü, yok edici.

Bir “zekâ ürünü” olan sosyal medya platformlarının vicdanımızı ve zekâmızı ne hale getirdiği ve hayvanların en azından bundan etkilenmediğini (hayvanlarla dayanışma dalgaları hariç) düşünürsek; “zekâ farkı”ndan öte “vicdan farkı”nın daha da düşük olduğuna kadar varabiliriz.

Son misal, Romanya seçimleri mesela: Bir “Çin Halk Cumhuriyeti” yapımı olan TikTok, son seçimleri manipüle etmek ve Rusya yanlısı, Putin aşığı sağcı bir adayı, 3 ay önce desteği yüzde 2 iken ilk turun galibi yapmakla suçlanıyor. Almanya’da aşırı sağı öne çıkarmaktaki rolü gibi. Ya da Twitter’ın, özgürlüklere de çarpı koyabilen adıyla “X”in Trump’a gaz vermesi, onun lehine sansürcülük yapabilmesi ve bundan sonra yapabilecekleri gibi.

Rusya’yı hala “sosyalist”, Çin’i “komünist” ve ABD’yi de “liberal demokrasi” sayanların muhakeme seviyesi de belki hayvanlar karşısında şüpheli. Eski Genelkurmay Başkanı ve Savunma Bakanı’nın ağzıyla, “yolumuz fetih ve etnik temizlik yoludur. Arapları avlıyoruz” diyen İsrail’i “demokrasi” ve bunu umursamadan izleyen Arap hanedanlarını ve diktatörlerini “ümmet” sananların da. “Hiçbir hayvan ya da toplu halde hayvanlar, böyle manipüle edilecek kadar zekâsız, zekâ bir yana, akılsız ve vicdansız, muhakemesiz; etnik temizlik veya katliam yapacak kadar da zalim olamaz” diye düşünmek de mümkün.

Sonra? Kimimiz, içimizde, üstümüzde, dünyamızda hâkim olan, hükmeden birileri “zeki insan” oluyor; kalanlarımız “koyun” ve hayvanlar ise “düşünmekten yoksun!” Haklı da olabilirler kısmen; çünkü bazen, Huxley’in sözleriyle, “En başarılı totaliter devlet, muktedirler ile onların yönetici ordusunun; itaati ve hizmetkarlığı kabullenen, hatta buna gönüllü olan kitleleri kontrol edebildiği durumdur.”

Kabullenip kabullenmemek… İkisi de hayvanlarla insanlar arasındaki gerçek mesafenin de sorgulanabileceği hallerdir zaten! Bir gün bitirirsem ve basılırsa, yazdığım masalların ana fikri de sanırım BU.

Umur Talu kimdir?

Umur Talu, ilk, orta, liseyi Galatasaray Lisesi'nde yatılı okudu. 1980'de Boğaziçi Üniversitesi Ekonomi'den mezun oldu.

Üniversite döneminde Demiryolu İşçileri Sendikası ve Marmara Boğazları Belediyeler Birliği'nde çalıştı. Günaydın gazetesinde başladığı gazeteciliği, Güneş, Cumhuriyet, Milliyet, Hürriyet, tekrar Milliyet, Star, Sabah, Habertürk'te sürdürdü. Muhabirlik, ekonomi servisi yönetmenliği, yazı işleri müdürlüğü, genel yayın yönetmenliği, köşe yazarlığı, kısa süre Paris temsilciliği yaptı.

Medyakronik başta olmak üzere, çok sayıda web sitesi ile dergide makaleleri yer aldı.

Birkaç dönem Türkiye Gazeteciler Cemiyeti Yönetim Kurulu'na seçildi, başkan yardımcılığında bulundu.

İstanbul Üniversitesi, Bilgi Üniversitesi ve Bahçeşehir Üniversitesi İletişim fakültelerinde ders verdi.

Türkiye medyasında ilk "ombudsman"lik kurumunun kurulmasını gerçekleştirdi. 1998'de Türkiye Gazetecileri Hak ve Sorumluluk Bildirgesi'ni hazırladı.

Çalışmaları Türkiye Basın Özgürlüğü Ödülü, iki kez Türkiye Gazeteciler Cemiyeti Köşe Yazısı ÖdülüÇağdaş Gazeteciler Derneği Ödülü başta olmak üzere, çeşitli mesleki ödüllere değer görüldü. Aynı yıl, üç farklı gazetecilik örgütünden köşe yazarı ödülü aldı.

Bodrum: Yüzyıllık Yolculuk, Kadınımızın Hatıra Defteri gibi belgesellerde metin yazarlığını yaptı.

Sosyal Demokrasi, Fransa Bölümü (Turhan) Uçuran Bey Postanesi (Milliyet), Dipsiz Medya (İletişim), Bedelli Gazetecilik (Everest) , Senin Adın Corona Olsun (Literatür) kitapları yayımlandı. Keynes'in (O. E. Moggridge, Afa Yay.) çevirisini yaptı. 

 

 

 

 

Yazarın Diğer Yazıları

Varoluşun ve unutuşun, unutuluşun tefekkürü!

“Nostalji” esasen düne değil, galiba bugüne dair. Geçmiş bugünde ne kadarcık kaldıysa. Bazen, hatırınıza geldiğinde, çoktan hatıra olmuştur bile!

Nedense… Çok sıkıntılı!

Geçim şartlarını, düğün şartnamelerini, iş ve işsizlik felaketini, ücret ve maaş sefaletini, kira faciasını biliyorsunuz. Sizin aklınıza geliyor. Ama kiminin aklına gelmiyor bile “nedense.” Sorumluluk “beğenmemek” oluyor; sorumlu da gençler

Büyük devletlerin küçük insanları!

Ülken ve insanların bin türlü acı çekiyorsa, o acının sorumluluğunu ve vicdan yükünü yüklenmezsen, hafiflemiyorsun; tarihe (sadece) “büyük liderler, büyük devletler” olarak değil, “büyük acılar” olarak yazılıyorsun, kazınıyorsun

"
"