Antonin Artaud’nun "Tarahumaralar Ülkesine Yolculuk" adlı kitabı yakında Türkçe olarak yayımlanacak. K24, kitabın Fransızca baskısına Paule Thévenin’in yazdığı önsözü Bahadır Gülmez’in Türkçesi ve yayıncının izniyle yayınlıyor
08 Şubat 2015 12:00
Yıl 1935. Cenci ’yi yazdığı ve sahneye koyduğu sıralarda, Antonin Artaud hayal ettiği tiyatroyu kabul ettirmek için son bir gayrette bulunur ama ne izleyiciler, ne eleştiri, ne de tiyatro dünyası, Artaud’nun verdiği ödünlere rağmen, önerdiği bütüncül tiyatroyu kabul etmek için henüz hazırdırlar. Ve bu apaçık bir başarısızlıktır. İşte o zaman Avrupa’yı terk etmeye karar verir; artık kendine bir yer bulamadığı, düşüncelerinin ilerlemesine engel olan ülkesini ardında bırakmaya kararlıdır ve 1936 başlarında Meksika’ya ayak basar. Niçin Meksika? Defalarca sorulan bu sorunun bir anlamı yoktur: Kızıl kıtayı seçmek kendisi için motive edici olmuştur, zaten orayı antik bir kültürün canlı izlerinin gömülü olduğu topraklar olarak görmektedir; ayrıca Meksika, bu antik kültürün yaşamaya ve gerçekleşmekte olan devrimi dönüştürmeye devam ettiği bir yer değil midir? Ve eğer bu kültür, Artaud’nun hissettiği ve dilediği biçimde sürüyorsa, bu kültürün içinde bulunmak için orada olmak gerekmez midir? Meksika’da aradığı şeyi kendisi çok iyi bilmektedir, bu da imkânsız olandır, durmadan bunu söyler bunu yazar. Hayat için, kendi hayatı için imkânsız olanı. Gizli, beklenmedik, yazgısını değiştirebilecek, kendisinin dengeyi bulmasını ve talihsizliğini yenmesini sağlayacak bir yeraltı gücüdür bu.
Gitme fikri o kadar şiddetlidir ki, Fransa’daki ve Meksika’daki resmi makamlar bu seyahat projesiyle ilgilenecek noktaya gelirler: Moctezuma’nın hayatını konu eden bir tragedya ve Fetih’e dair uzun metrajlı film projeleri, zaten daha 1933 yılı başlarında, Vahşet Tiyatrosu’nun ilk gösterisi olacak olan Meksika’nın Fethi için tasarladığı senaryo çalışmasıyla belirginlik kazanmıştır. Kamu Eğitimi Bakanlığı tarafından fahri görevli olarak atanır ve Dışişleri Bakanlığı tarafından desteklenir ve sonunda Meksiko’ya ayak basınca da Fransa Büyükelçisi “Savaş Sonrasında Paris’te Tiyatro” konulu konferansına bizzat katılır. Hiyerarşik nedenlerle gelişi hakkında Meksika Devlet Başkanı’na da bilgi verilmiştir ve Ulusal Üniversite’nin kapıları kendisine açılır. Bu oldukça şaşırtıcı sonucun nedeni, kuşkusuz Artaud’nun ikna kabiliyetinden ve benzersiz bir ses tınısından beslenen tutkulu bir hitabetin kendisine kazandırdığı ayrıcalıktan kaynaklanmaktadır.
Elinde az bir kaynakla, ülkesinde yaşadığı maddi problemlerin aynılarıyla Meksika’ya gelir; Avrupa’yla birlikte terk etmeyi arzuladığı bu türden sorunlar peşini bırakmayacaktır. O zamanlar neredeyse bir taşra kenti olan, daha sonra önüne geçilmez bir metropol olacağı akıllara bile gelmeyen Meksiko’da, tıpkı Paris’teki gibi yaşamaya, yani yatıp kalkabileceği bir yere sahip olmaya, yiyip içmeye ve günlük hayatını idame ettirmek için ihtiyaç duyduğu toksine sahip olması gerekmektedir (kıtadan ayrılmadan önce giriştiği bağımlılık tedavisi acınası bir halde son bulmuştur). Kötü koşullarda geçinir ve mektuplar yazdığı zaten parasız arkadaşlarından yardım bulmakta zorlanır. Bununla birlikte, Meksikalı sanatçılar ve aydınlar onun çevresinde bir dostluk halkası oluşturmuşlardır. Kırk yaşlarında, ateşinin kendisini yok ettiği, muazzam ışıltılı, dayanılamayacak derecede acı çeken, ve tuhaf bir iletişime dayalı sözleri kendilerini afallatan bu adam karşısında, yapabildikleri tek şey yardımına koşmak olacaktır. Devlet gazetesi El Nacional’de yayınlanan ve kendisine oldukça düşük bir kazanç sağlayan makalelerini gönüllü olarak çevirirler. Bu metinlerin çoğu bize İspanyolca halleriyle ulaşmıştır ve çeviriler her gün buluştukları Café Paris’deki bir masada çalakalem yapılmıştır. Ücretini bir an önce alabilmek için çeviriyi gazeteye teslim etmek isteyen Artaud’nun bu aceleciliği, çevirinin kusursuz bir kalite taşıdığına dair güvence teşkil etmez. Çeviriler uyarlama bile olsa, Artaud yayınlandıkları için mutludur, biz her ne kadar bugün bu makaleleri yazıldıkları haliyle okumaktan yoksun olmaktan dolayı hayalkırıklığı içinde olsak da. Bugün, onun bütün bu döneme ilişkin aktivitelerini ve uğraşlarını bu makaleler sayesinde öğrenebiliyoruz. Avrupa’nın içinde yaşadığı yozlaşmayı, Fransa’daki gençliğin yeni özlemlerini, Meksika Devrimi’nin Fransa’nın en aydın gençlerine nasıl da umut aşıladığını Meksikalılara aktardığını; kendisinin gözünde ise Marksizm Avrupa’dan ithal edilmiş olduğu için, Meksika Devrimi’nin Marksist olmaktan ziyade Kızılderili kökenlerini sorguladığını; ve nihayet açık mektuplar yazarak ülke yöneticilerini sertçe eleştirdiğini ve ateşli bir savunmayla her zaman canlı varlıklar için yaratılmış olan ölümsüz Meksika kültürü için saf tuttuğunu görüyoruz. Artaud, umutsuz bir biçimde peşine düştüğü ve uğruna okyanuslar aştığı mucizevi yaşam gücünü Meksiko’da değil de, Meksika’nın kızıl topraklarının hâlâ kendi dillerini konuştuğu yerlerinde keşfedecektir. Yukarı Sierra Tarahumara’da yaşayan ve ayinleri yüzyıllardır değişmeyen Kızılderilileri tanıyacaktır. Bu bölgeye gidebilmek için çok uğraşır. Nisan ayı başlarında Güzel Sanatlar Bakanlığı’nın kendisine verdiği bir görev, uygarlıkların henüz bozamadığı topraklarda arayışlarını sürdürmesine olanak hazırlayacaktır, ancak Meksiko’yu terk etmesi ağustos ortasını bulacaktır.
Latin Amerika’ya hava ulaşımının sayısız olduğu, turistik gezilerle henüz ayak basılmamış yerlere bile gittiğimiz günümüzde, böyle bir seyahatin 1936’da yarattığı zorluklar zor hayal edilse gerek. Antonin Artaud, sadece kuzeydeki Chihuahua devletinin topraklarına ulaşmak için bile demiryoluyla sonu gelmez bir yolculuğa katlanmak durumundaydı. Meksika’da ilk altı ayını, yarı sefalet içinde, alışkın olmadığı bir rakımda, kötü beslenerek ve çok ciddi bir biçimde uyuşturucuyla kendini zehirleyerek tamamlamış, bu bitmiş tükenmiş insan, sarp tırmanışların verdiği yorgunluklara da katlanacaktır. Peyote bölgesine bakire bir vaziyette gelmek istemektedir ve bu nedenle uyuşturucuyla bağlarını ansızın koparır; bu tehlikeli vazgeçme, hizmet amaçlı tuttuğu ve yarım yılda öğrendiği birkaç İspanyolca sözcükten ziyade jestlerle iletişim kurduğu bir yerlinin eşliğinde at üzerinde Sierra’ya tırmanmaya başladığı sıralarda, dehşetengiz şeyler deneyimlemesine yol açar. Ancak uyuşturucu ihtiyacının zalimce kendisini hissettirdiği ve önüne geçilmez fiziksel aksamalara neden olduğu o saniyeler, o dakikalar ve nihayet o saatler içinde, kendisine gerçek yardımda bulunabilecek olan kişi bu yerli değildir ve sonunda kendisine büyü yapıldığını sanır. Nitekim yirmi sekiz gün açıklanması imkânsız bir işkenceyle yaşar; Peyote ile tedaviyi umduğu bir yerleşim köşesine ulaştığında bile büyücülerin iyi niyeti sayesinde dayanılmaz acılı bir on gün daha izleyecektir. Bütün bu zamanın sonunda, bu dehşetin ardından, nihayet Ciguri içmesi kabul edilir ama bu işlem bilincini azıcık açsa da, kutsal ayin bitkisi onun gerçekten aramaya geldiği yatıştırıcı gizli bir merhem midir?
Tarahumara Kızılderilileriyle birkaç gün daha yaşar ve 16 Eylül’de Norogachic’de, boğa kurbanı ayinine katılır. 7 Ekim’de, yeniden Chihuahua’dadır, sonra da Meksiko’ya geri döner. Sierra’ya hareket etmeden önce, ikamet izninin altı ay daha uzatılması başvurusunda bulunur. Talebi kabul edilmiştir ama bundan yararlanma gayretinde bulunmaz ve 31 Ekim’de Fransa’ya geri döner. İmkânsız Olan keşfedilememiştir.
Antonin Artaud’nun Meksika seyahatinin aşamalarını belirleyebilmek için mektuplara, basında çıkan makalelere, bizzat kendisinin kurduğu ilişkilere ve arşiv belgelerine başvurulmuştur. Emin olunabilecek tek şey de budur. Ama yarım yüzyıldan beri, bu serüven neredeyse bir efsane olmuştur. On beş yıl sonra onun geçtiği yerlerdeki izlerinin peşine düşenler, bir şeyler keşfedememiştir: Tarahumaralar o vaktiler artık hiçbir şey anımsamamaktadırlar. Ama hafıza zamanla ne kadar belirsizliğe düşerse, hayal gücü de o kadar harekete geçer, ve garip bir biçimde anılar ardı ardına dökülür. O zamanlardan hayatta kalan nadir birkaç kişi, kendisine gelenlere, gerçek olması tümüyle imkânsız ve güvenirliği çok az olan, akıl almaz, haberler ve hikâyeler anlatırlar. Bir tanesi Artaud’yu "Meksika’da bir kerhanede yaşıyordu" diye anlatırken, bir başkası da korku filmlerinde geçmesi mümkün, inanılmaz bir sahneyi aktarır: Afyon çekme esnasında, bir cüce tiksinti uyandırarak can vermektedir. Her araştırıcı yeni bir rehber bulur, kendi sorularıyla kendilerini bile kışkırtırlar. Antonin Artaud’yu tahtırevanla dağlarda taşıyan Kızılderililerin gerçekdışı öykülerine de rastlanabilir. Bunların doğruluğunun ne derece kesin olduğunu kanıtlamak gerekmiyor. Kimileri ise onun Sierra’ya gitme gerçeğini dahi kuşkuyla karşılamışlardır. Hepsini Devrimci Bildiriler’e ve Tarahumaralar Ülkesine Yolculuk’a havale edelim: Bütün bu metinlerin altında yatan tutku ve her satırda duyulmayan bu kara şiir, bütün belge ve kanıtlardan bambaşka bir güce sahiptir.