Sanem Öge'nin Gamze Arslan’ın öykülerinden tiyatroya uyarladığı ve yönettiği, aynı zamanda oyuncularından biri olduğu Parça/Parça oyunu üzerine Gamze Arslan ve Sanem Öge ile söyleşi: "Parça/Parça seyirci için olduğu kadar bizim için de sonucunu öngöremediğimiz, merak ettiğimiz bir deneme."
08 Aralık 2022 21:30
Gamze Arslan’ın öykülerinden uyarlanan bir oyun Parça/Parça. Edebi bir metni tiyatro metnine uyarlarken aynı kalan ya da değişen neler oldu?
Sanem Öge: Edebiyat metnini uyarlamak genelde kaçınılan bir şey. Hem metin sahibi açısından hem de uyarlayan açısından zorluklar içerebiliyor. Gamze’nin Kanayak ve Çerçialan öykü kitaplarından seçtiğim hikâyeler de tam olarak gerçekçi zemine oturmayan özellikte hikâyeler. Onları sahneye taşıma ve ete kana büründürme kısmı biraz zorlayıcıydı.
Gamze Arslan: Edebi metnin yazarı olarak oyunun içindeyken yazar kimliğimle metnin dışında kalmaya özen gösterdim. Bununla, tamamen dışarıda durup daha sonra da oluşan yepyeni bir hücreyi bir biliminsanı gibi incelemeyi kast etmiyorum elbette. Oluşan bu yepyeni dünyanın her adımında elimden geldiğince bulunmaya çalıştım. Bazen sorarak, bazen dinleyerek, bazen de oyuncu arkadaşlarımı sahnede izleyip sonrasında yönetmenimizle hep birlikte bütün olanakları arayarak…
SÖ: Aslında ben de burada eklemek isterim. Gamze Arslan gibi dramaturji bilen bir yazarla çalışmanın güzelliğini yaşadık. Bazen yetemediğimiz yerlerde gelip izleyip müdahalesiyle, tıkandığımız kanalları açmasıyla, sahneleme aşamasında izlerken akışa karışmamasıyla bizi rahatlatan yanları oldu.
Evet, bunu merak ediyorum… Oyunu aynı zamanda yöneten kişi olarak prova aşamasında Gamze’nin sürece ne kadar dahil olduğunu söyleyebilirsin?
SÖ: Metni sahneye taşımak, edebi metinden çok daha farklı dinamikler çalıştırmaya ihtiyaç duyabiliyor. Öykü çok güzel bile olsa sahnelenme aşamasında değişikliklere ihtiyaç duyulabiliyor. Gamze’nin dramaturji bilen bir yazar olmasının oyun açısından rahatlığını birlikte çalışırken anladık. Çünkü bir yandan yönetmenin bir dramaturgu da var gibi oluyor. Benim yönetmenlik anlayışımda dramaturji hiçbir zaman ayrı bir dal değil. Bana göre yönetmenin zaten dramaturjiye hâkim olması gerekir. Ama şimdi anlıyorum ki, sahne trafiğiyle ilgili ya da çok küçük detaylarla uğraşırken metinde kaybolduğunda dönüp sorabileceğin, danışabileceğin birinin, bir dramaturgun olması yönetmen için önemli.
Gamze, senin için bu süreç nasıl gelişti?
GA: Sahne için metinlerin yeniden uyarlanması gerektiğini bilerek harekete geçtiğinde bir tür yeniden yazım halinin de devreye girmesi gerektiğinin farkına varıyorsun. Bunu ben de okuldayken, mezuniyet oyunlarında deneyimledim. Sahne için edebiyat uyarlaması yapmak istediğinde bazen kaynak metnin yıkılıp yeniden bina edilmesi ya da kurgu ve dilin yepyeni bir bakışla baştan oluşturulması gerektiğinin farkındayım. Çünkü sahne başka dinamikleri ve olanakları istiyor. Öyküyü elbette birebir sahneye koyabilirsin, bu bir tercih. Doğru ya da yanlış diye tartışılamaz. Ama bu tercihle karşındaki oyuncu saf bir anlatıcı, metnin sesli aktarımını sağlayan bir unsurdan öteye geçemez gibi geliyor bana. Ve tabii oyuncunun iç ve dış aksiyonları da daha kısıtlayıcı olur sanki. Metinlerim konusunda içim çok rahattı. Sanem’in tiyatro yaşantısına ve birikimine güveniyordum ve bir arada, ne istediğimizi bilerek çalışabileceğimizi biliyordum. Benim merakım şuydu: Sanem’in de dediği gibi, gerçeğin başka yerden kurulduğu öykülerin, sahnede nasıl gösterileceği, oyuncunun bedeninde bu anlatılanların nasıl vücut bulacağıydı. Her ne kadar tiyatro metni yazsam, bunun eğitimini almış olsam da, öykülerin yazarı olarak sahne uyarlamasının mümkün olup olmayacağından emin değildim. Sanırım böyle düşünmem, o öykülerin artık benim bir parçam haline gelmesinden kaynaklanıyor. Yazdıklarını başka bir uzamda hayal edebiliyorsun elbette ama iş pratikte bunu yapmaya gelince ister istemez o yazdığın dili, yarattığın atmosferi ve kurduğun dünyayı nasıl değiştirebileceğini çok fazla tahayyül edemiyorsun. Ama Sanem tam da bunu sağlayabildi. Edebi metindeki dili gündelik dile dönüştürdü; bazen yoğun imgelerden, metaforlardan vazgeçerek, bazen de tekrarlarla, oyuncuya es verecek kendi eklemeleriyle. Ya da var olan kaynak metindeki ufacık bir detayı yepyeni bir kurgu olanağı olarak görüp oyunun merak öğesini güçlendirerek yaptı bunu. Sanem metni bana gönderdiğinde ilginç buldum tabii. Daha sonra bu metin üzerinden Sanem’le bir araya geldiğimizde, “Bunu neden attın? Bunu burada şöyle mi düşündün? Burayı çıkardığında anlamda bir kayıp oluyor mu?” tarzında akıl yürütmelerle nasıl bir kurgu düşündüğünü konuşarak ilerledik hep.
SÖ: Bu metin dört yazımdan geçti. Yazarın yazdığı, uyarlama olan, yönetmen olarak tekrar yazım ve bir de oyunculardan istediğimiz yazım. Çünkü bunun mecbur olduğunu biliyordum. Oynama akışı içinde oyuncuları da özgür bıraktım ki, yazıma faydası olabilsin.
Sanem, oyundan sonra şu düşündüğüm bir şeydi. Metni uyarlayan, yöneten ve oynayan biri olarak aslında Parça/Parça’yla sanki paralel bir yerdesin. Bunlara parça desek de, tek başlarına güçlü bütünlüklerinden bahsedilebilir. Seyirci cephesinden ben bunu söylerken sen de bana katılır mısın, senin de içine sindi mi bu her bir alandaki gücün?
SÖ: Eğer kendi içinde bütünlüklü bir şey ortaya çıkmış görünüyorsa ne güzel! Uzun süredir tiyatroyla uğraşıyorum. Mesela yazan ve yönetenlerde bir risk oluyor. Yazan kişi metninden çok zor vazgeçiyor. Dolayısıyla yönetmeye kalktığında da kendi yazdığı metine kıyamadığı için sahnede sarkan, gerekmeyen yerleri oyunda tutmakta ısrarcı olabiliyor. Ben de bu bilinç sayesinde kendimi hep tetikte tutmaya çalıştım. Ama bir yandan şunun da güveni vardı. Ben her zaman metinlere karşı acımasız bir yönetmen oldum. Gamze’yle de çalışırken açıkçası biraz korktum. Neyse ki Gamze ne yapmak istediğimi hemen görebildi ve birlikte yol alabildik. Ve sormaktan vazgeçmedim. Üçüncü bir göze ihtiyaç duyarak çalıştım. Oyunculara, gözüne güvendiğim çevremdekilerle hareket etmeye çalıştım. Elbette tüm bunlarla birlikte kendi hukukunuzu yaratmak zorundasınız. Metinlerle uğraşma tecrübem bana bu aşamada yardımcı oldu diyebilirim.
Cenk Dost Verdi
Oyunun sahnelenme tekniği her ne kadar yeni bir tarz olmasa da riskli, güçlü ve benim açımdan heyecan verici. Adeta “dijital bir ayna” ile oyuncuların kendileri, travmaları üzerinden seyirciye ulaşmalarına tanıklık ediyoruz.
SÖ: İlk andan itibaren metinlerin güçlü olmalarına güvenerek yola çıktım. Ben şu çağda, yaşadığımız bunca şeyden sonra tiyatronun seyirciye ulaşması için yeni yollar araması gerektiğini düşünüyorum. Benim zaten sahnede bir süredir uğraştığım, uğraşmak istediğim durumlar var. Tiyatronun konvansiyonel kuralları var. Neler mesela… Oyuncu hep ışıkta duracak, seyirciye arkasını dönmeyecek, sahne boş kalmayacak, her söylediği anlaşılmak zorunda gibi. Tüm bunlar işte benim tiyatroda hep uğraşmak istediklerim. Bu oyunla birlikte bu dertlerimi de ortaya koyabildim. Kendim seyretmekten sıkılmayacağım bir iş çıkarmaya çalıştım. Galiba en önemli düsturum buydu sahnelemeye çalışırken.
Gamze, seninle Kanayak vesilesiyle yaptığımız röportajda, “Okurla uzlaşan bir yazar değilim” demiştin. Sanem ve sen aslında benzer dertlerde gibisiniz.
GA: Benim yazınsal sürecimle Sanem’in sahnedeki süreci benzeşiyor. Kendi adıma okurun beklentisi üzerine, sıcak yatağında onu sakin bir ninni gibi uyutacak metinler değil yazmak istediklerim. Elbette bu tarzda olup okumaktan haz aldığım metinler de var, onu da belirtmek isterim. Sanırım şu an içinde bulunduğumuz çağdan dolayı okuru sürekli bir sarsma ihtiyacı içinde hissediyorum kendimi. Bir okur olarak ben de rahat yatağımda yatmaktansa çivili bir tahtanın üzerinde, her an tetikte, açık ve rahatsızlığın verdiği hisle birlikte harekete geçmeye hazır halde olmayı tercih ediyorum. Sanem’in sahnesinde de benim yazma pratiğime benzer bir durum görüyorum.
SÖ: Evet, bir de şunu eklemek isterim. Özellikle pandemide şunu gördük. Dijital olanla organik olanı bir araya getirirken, dijital, Türkiye’deki tiyatroda genellikle bir süsleyici ya da destekçi unsur olarak kullanılıyor. Mesela bu tarz oyunlarda dijital unsuru çıkarttığınızda oyunun anlamından büyük bir anlam götürmez. Ama Parça/Parça’da bu mümkün değil. Ve bu sahnede gerçekleşmesini dilediğim bir durumdu. Güzel yorumlar da alıyoruz oyunlarımızın ardından, bu da mutlu ediyor.
Sinem Öcalır
Oyunun yönetmeni olarak temelinde dijitalin güçlü olduğu bir oyunda oynamak Sinem Öcalır ve Cenk Dost Verdi tarafında nasıl gelişti?
SÖ: Daha önce deneyimlemedikleri bir süreçti onlar için. Aslında hepimiz bir muamma bulutu içinde çalıştık. Bizim için uzun bir süreçti. Geçtiğimiz kış provalara başladık ve geçtiğimiz yaz başı seyircili prova aldık. Bu alanda aklına güvendiğimiz arkadaşlarımızı çağırıp, “Sizce bu işin oluru var mı yok mu?” diye sorup görüşlerini aldık. Güzel olacak inancıyla yazın iki üç aylık bir ara verdikten sonra provalara devam ettik ve sezon başında oyunumuzu sahneledik. Bu süreçte benim de oyuncu olarak dahil olmam oyuncu arkadaşlarımın da ihtiyaçlarını daha doğrudan anlayabilmemi sağladı. Oyuncu arkadaşlarım açısından çok şanslıyım. İkisi de yılların tecrübeli, değerli oyuncuları. Çok doğru bir ekiple yola çıktığımızı düşünüyorum.
Sanem Öge
Eserini bir film için veren besteci arkadaşım, müziğinin kullanıldığı sahneyi izlediğinde tuhaf bir his, belki bir pişmanlık duygusu içinde olduğunu söylemişti. Gamze, elbette bu sohbet süresince Parça/Parça’yla ilgili senin duygunun pişmanlık olmadığını söyleyebiliriz. Bununla birlikte sahnede izlediğinde sendeki belirgin duyguyu konuşursak neler söylersin?
GA: Prova sürecinden itibaren seyirciyle birlikte ilk izlediğim an da dahil olmak üzere hep şunu hissettim: Kendi yarattığım karakterler sadece ete-kemiğe bürünmemiş, bir de ruh üflenmiş. Oyuncuların bedenlerinden, gestuslarından yükseliyordu o ruh sanki. Aaa ben bu karakterleri böyle mi yazmışım, diye düşündürdü tabii beni. Metnin yazılma sürecinde yazarın kendi bulduğu bir ses var. Her karakter için ayrı ayrı o sesi buluyor ve yazarken de sürekli duymaya devam ediyorsun. Tabii bir de yarattığın dünyanın bir sesi, bir kokusu, bir plastiği var. Benim yazarken karakterime bulduğum sesle, sahnedeki oyuncuların giyindiği karakterlerin sesi bambaşkaydı. Dolayısıyla bu süreçte benim için karakterler ve öykülerin evreni birkaç katman daha kazandı. Benim tek endişem şuydu: Umarım metindeki karakterlerin seslerini sahnedeki oyunculara yansıtmam, öykülerin dünyasının sesini ve plastiğini Sanem’in sahnede kurmak istediği yepyeni dünyaya taşımam. Böyle bir durumda edebi metnin yazarı olarak benim sesim dışında başka bir ses duyulmaz olurdu. Bu da benim isteyeceğim bir şey değildi, çünkü sahnenin bambaşka dinamikleri olduğunun farkındaydım.
Oyun başta da konuştuğumuz gibi parça parça ama her detayıyla bütünlüklü bir özellikte. Müzik, ışık, kostüm, sahne… Bunlara da dair konuşmazsak eksik parçalar olacakmış gibi.
SÖ: Oyuncu ekibinde olduğu kadar tasarım ekibi konusunda da çok şanslıydık. Ben yönetmen olarak çok şanslıydım. Çünkü oyun açısından hayati önem taşıyan sacayakları tasarım kadrosuyla birbirimizi çok iyi anladık ve bunun sonucunda bütünlüklü bir iş çıkarmayı başardık diye düşünüyorum. Kostümde Başak Özdoğan, müzik tasarımında Can Güngör ve afiş ve görsel iletişim tasarımında Bora Başkan tabii ki harika işler çıkardılar. Sahne konusuna gelince... Topluluğumuza kapılarını açan ve aynı zamanda sevdiğimiz tiyatro adresleri Bahçe Galata ve Koma Sahnesi. Oyunumuz Parça/Parça bu sahnelerde izlenmeye devam edilecek gibi görünüyor.
Parça/Parça, PostPandemik Cemiyet’in ilk oyunuydu. Bundan sonra Sanem Öge ve Gamze Arslan’ı birlikte bu cemiyette görmeye devam edecek miyiz?
GA: Hep birlikte bir cemiyet oluşturduk, bundan sonra da yapmak istediğimiz şeyler var elbette. Süreçte her birimizin farklı farklı yönlerini görmek, keşfetmek ileride yapabileceklerimizin de kapısını araladı bence. Yazar kimliği dışında tiyatronun bütün bileşenleriyle haşır neşir olmanın önemli olduğuna inanıyorum. Kendi adıma ekiple birlikte, sahne üzerinde üretmenin çok önemli olduğuna inanırım hep, cemiyet de bunu sağladı bize. Bundan sonrasında da üretimin her aşamasında kalarak, arayarak, deneyerek ilerleyeceğimizi düşünüyorum.
SÖ: Edeceğiz. Var Gamze’yle düşündüğümüz birtakım fikirler. Parça/Parça vesilesiyle çok güzel bir deneme/deneyimleme platformu kurmuş olduk. PostPandemik Cemiyet bundan sonra da seyirciye ulaşmanın etkili ve farklı yollarını araştırmaya çalışan bir yapıda ilerleyecek diye düşünüyorum. Seyirciye ulaşmak derken nicelikten bahsetmiyorum. Oyuna üç kişi bile gelse o gelen üç kişiyle gerçek bir bağ kurabilmekten bahsediyorum. Bu anlamda Parça/Parça seyirci için olduğu kadar bizim için de sonucunu öngöremediğimiz, merak ettiğimiz bir deneme.
•